Bir önceki yazıda organik
tasarım argümanının mantıksal yapısı itibarıyla karşılaştığı güçlüklerden
bahsettik. Bunları üç başlık halinde özetleyebiliriz:
1. Yaptığımız gözlemlerin
tasarım açıklamasından hareketle yüksek olasılığa sahip olduğunu söyleyebilmek
için tasarımcının niyetleriyle ilgili bağımsız bilgiye sahip olmamız gerekir
(ve sahip değiliz).
2. Yaptığımız gözlemler tasarım
açıklamasından hareketle yüksek olasılığa sahip olsa bile tasarım açıklaması
şans açıklamasından daha yüksek olasılığa sahiptir diyemeyiz (Bayes kuralı
gereği).
3. Tasarım açıklaması
şans açıklamasından daha yüksek olasılığa sahip olsa bile ortada hiç hesaba
katılmayan üçüncü bir açıklama var (doğal seçilim).
Tasarım savunucuları için
bu güçlüklerden bir miktar sıyrılabilen ve organik tasarım argümanına en sağlam
malzeme sağlayan örnek hayatın ortaya çıkışı. Doğal seçilim kendi kendini
kopyalayabilen moleküllerin ortaya çıkışından (ve dolayısıyla hayatın
başlangıcından) sonra başladığı için hayatın ortaya çıkışını açıklamakta
kullanılamaz. Ayrıca hayatın başlangıcı o kadar karmaşık yapıların var olmasını
gerektirir ki bunların tesadüf eseri ortaya çıkma olasılığı neredeyse sıfırdır.
Dolayısıyla tasarım savunucularına göre hayatın başka yönleri olmasa bile ilk
ortaya çıkışı akıllı bir tasarımcının varlığını gerektirir. Bu yazıda hayatın
ortaya çıkışıyla ilgili en yeni bilimsel görüşleri özetledikten sonra bu türden
bir tasarım iddiasını özel olarak ele alacağız.
Hayatın Ortaya Çıkışıyla İlgili Görüşler
DNA, RNA, protein |
Bugün en basit canlı
hücrede bile, inşa ettiğimiz en karmaşık makinadakinden daha karmaşık metabolik
faaliyetler yürütülüyor. Bu mekanizmanın işlemesini sağlayanlar enzim dediğimiz
protein temelli katalizörler. Proteinler olmadan bugün bildiğimiz türden hayat
mümkün değil. Proteinlerin yapı taşları olan amino asitlerin doğada kendi
kendine ortaya çıkabileceği 1950’lerde gösterilmişti. Fakat amino asitlerin
peptit bağlarıyla birleşerek kendi kendine proteinleri oluşturması mümkün görünmüyor.
Bugün hücre içinde amino asitlerden protein sentezlenmesi işini nükleik asitler
(proteinlerin kodlarını taşıyan DNA ve RNA) yürütüyor. Fakat protein sentezi
için enzimlerin yardımı gerekiyor ve enzimlerin kendisi de protein. Dolayısıyla
proteinlerin sentezlenmesi için nükleik asitlere, nükleik asitlerin işlerini
yapabilmesi için de proteinlere ihtiyaç var. Bir tür tavuk-yumurta problemiyle
karşı karşıyayız. Proteinlerin ve nükleik asitlerin hayatın başlangıcında aynı
anda ortaya çıkmış olması inanılamayacak kadar büyük bir tesadüf olacağı için
biyokimyacılar iki görüşten birinin doğru olduğunu düşünüyorlar: Ya önce proteinlere
ihtiyaç duymayan genetik bilgi kodlayıcı ve kopyalayıcı moleküller ortaya çıktı
(“önce genetik bilgi” görüşü), ya da genetik bilgiye ihtiyaç duymadan
metabolizma faaliyeti yürütebilen protein benzeri katalizörler ortaya çıktı
(“önce metabolizma” görüşü). Her bir görüşle ilgili son yıllardaki gelişmeleri
kısaca özetleyelim.
Ribozim |
Birinci görüşün
popülerlik kazanmasına neden olan olay 1980’lerde katalizör olarak (yani
proteinler gibi) iş görebilen RNA moleküllerinin (ribozimlerin) keşfedilmesiydi.
Bu moleküller hem genetik bilgiyi taşıyabiliyor hem de bu bilginin eşlenmesini
(replikasyon) katalizleyebiliyordu. Bu keşif hayatın ilk aşaması olarak “RNA
dünyası” hipotezinin ortaya çıkmasına yol açtı. Buna göre DNA’nın ve
proteinlerin evriminden önce RNA hem DNA’nın hem de proteinlerin işlevini
yerine getiriyordu. Bu durumda açıklanması gereken şey RNA’nın basit organik
moleküllerden nasıl kendi kendine ortaya çıkabileceğiydi. Son yıllarda James
Ferris ve Jack Szostak gibi araştırmacılar killerin yardımıyla ve başka bazı
yollarla RNA’nın yapı taşları olan ribonükleotitlerin nasıl bir araya gelip kısa
RNA zincirlerini oluşturmuş olabileceğini gösterdi. Bir sonraki adım
ribonükleotitlerin nasıl ortaya çıktığının açıklanmasıydı. Bunun henüz herkesin
kabul ettiği bir çözümü olmasa da bu konuda da son zamanlarda (özellikle John
Sutherland’in araştırmalarından hareketle) ilerleme kaydedildiği söylenebilir (Ricardo & Szostak, 2009).
Basit hücre |
Alternatif görüş,
üremeden önce metabolizma faaliyetinin ve dolayısıyla protein işlevi gören
moleküllerin ortaya çıktığı hipotezi. Biyokimyacılar arasında bunun azınlık görüşü
olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre hayatın ortaya çıkışı kendi kopyasını
katalizleyebilen metabolik ağların ortaya çıkışına denk gelir. Bu ilk aşamada
ortada bir genetik mekanizma yoktu. Bu metabolik yapılar bugün bildiğimiz
proteinler kadar karmaşık değildi elbette ama proteinler gibi metabolik faaliyetler
yürütüyorlardı. Bu görüşün karşılaştığı güçlük bugüne kadar laboratuvarda bu
tür bir metabolik döngünün üretilememiş olması. Bir ihtimal bu ilk döngü bugünkü
ters sitrik asit döngüsüne benziyordu. Bugün bu döngüde mikroorganizmalar
organik molekülleri sentezlerken katalizör olarak protein enzimlerini
kullanıyorlar. Harold Morowitz’e göre başlangıçta katalizör görevini proteinler
yerine doğada bol bulunan sülfit mineralleri yürütmüş olabilir (Phillips, 2010;
daha ayrıntılı bilgi için Philosophical
Transactions of the Royal Society B dergisinin 2011’deki “The chemical origins of life and its early evolution” konulu özel sayısına bakılabilir).
Bu anlatılanlardan sonra
“hayat tesadüfen ortaya çıkmış olamaz çünkü proteinlerin kendi kendine
oluşmasının olasılığı neredeyse sıfırdır” argümanının ne kadar yüzeysel ve
cahilce kaldığı görülebilir. Fakat bu argüman hala ileri sürülebiliyor. Hem de
sadece sıradan yaratılışçılar tarafından değil, aynı zamanda akademisyenler
tarafından. Yazının geri kalan kısmında felsefeci Caner Taslaman’ın, bir
makalesinde canlıların tasarım ürünü olduğunu göstermek amacıyla yaptığı
olasılık hesaplarını ele alacağız (ayrıca bak. Taslaman, 2013).
Caner Taslaman’ın Olasılık Hesapları ve Diğer Hataları
Proteinler yukarıda
belirttiğimiz gibi amino asitlerin peptit bağlarıyla birleşmesinden oluşur.
Doğada bulunan amino asitler sağ-elli veya sol-elli olabilir ama proteinleri
oluşturan amino asitler sadece sol-ellidir. Ve doğada yüzlerce değişik amino
asit olsa da proteinleri oluşturan amino asitler sadece
20 çeşittir. Taslaman 584 amino asitli orta büyüklükteki serum albümin
proteininin kendi kendine oluşmasının olasılığını şu üç adımda hesap ediyor:
1. Tek bir amino asidin
sol-elli olma olasılığı ½ olduğuna göre serum albümindeki 584 amino asidin
tamamının sol-elli olma olasılığı ½ üzeri 584’tür.
2. İki amino asidin
birbirine başka bir bağla değil de peptit bağıyla bağlanma olasılığına ½ dersek
584 amino asidin tamamının birbirine peptit bağlarıyla bağlanma olasılığı ½
üzeri 583’tür.
3. Toplam 20 amino asit
olduğuna göre serum albümindeki her bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı
1/20’dir. 584 amino asidin tamamının doğru yerde olma olasılığı ise 1/20 üzeri
584’tür.
Serum albüminin kendi
kendine oluşma olasılığını hesaplamak için bu üç olasılığı çarpmamız gerekir.
Bunu yaptığımızda karşımıza 1/10 üzeri 1000’den bile küçük bir sayı çıkar. Buna
göre evrenin oluşumundan bu yana her saniye milyarlarca tesadüfi amino asit
bağı kurulmuş olsa bile bugüne kadar bir serum albümin molekülünün ortaya çıkma
olasılığı hala ihmal edilebilir düzeydedir. Bu hesaptan hareketle Taslaman
serum albüminin (ve diğer bütün proteinlerin) ancak hayatı ortaya çıkarma
niyetine sahip akıllı bir tasarımcı tarafından yaratılmış olabileceğini
söylüyor.
Argümanın matematik bilen
ama biyoloji bilmeyen birinin elinden çıktığını hemen fark edebiliyoruz. O
sonuca varmak için yapılan varsayımlardaki hataları birkaç başlık halinde ele
alacağız.
1. Yukarıda anlattığımız
gibi hiçbir biyokimyacı hayatın ortaya çıkışının bir protein molekülünün kendi
kendine oluşmasıyla gerçekleştiğini düşünmüyor. Çoğunluk fikri olan “önce
genetik bilgi” görüşüne göre proteinler kendi kendini eşleyebilen moleküllerin
ve dolayısıyla evrimsel sürecin başlamasından çok sonra ortaya çıktı. Evrimsel
süreç bir kere başladıktan sonra proteinler de dahil olmak üzere çeşitli
işlevlere sahip çok karmaşık yapılar doğal seçilim yoluyla evrimleşebilir.
“Önce metabolizma” görüşünü savunanlar da ilk metabolik faaliyetlerin
proteinler tarafından değil çok daha basit katalizörler tarafından
yürütüldüğünü düşünüyorlar. Ne şekilde bakarsak bakalım Taslaman’ın ele aldığı
serum albümin evrimleşmiş bir proteindir ve kendi kendine ortaya çıkmasına
gerek yoktur.
2. Hayatın ortaya
çıkmasını sağlayanın protein benzeri ama daha basit bir katalizör olduğunu
varsayalım. Bunun kendi kendine ortaya çıkma olasılığı Taslaman’ın yaptığına benzer
bir şekilde hesaplanabilir mi? Cevap hayır. Hayat tek bir özel katalizörle
başlamış olsa bile bu, hayatın başlaması için o katalizörün varlığının zorunlu
olduğunu göstermez. Aynı işi görebilecek birçok (belki milyonlarca) değişik
katalizör mümkünken hayat tesadüfen o özel katalizörün ortaya çıkışıyla
başlamış olabilir. Dolayısıyla olasılık hesabı yaparken mümkün katalizörlerin
sayısını elde ettiğimiz değerle çarpmamız gerekir. Bu sayının ne olabileceği
hakkında fikrimizin olmaması bu tür hesaplamaların ne kadar güvenilmez
olduğunun da göstergesidir (Carrier, 2004; ayrıca bak. Statistics & Biogenesis).
3. Bir diğer temelsiz
varsayım ilk katalizörün uzunluğu (veya büyüklüğü) hakkında. Taslaman kendi
örneğinde 584 amino asitli serum albümini ele alıyor. Hayatın ortaya çıkmasını
sağlayan katalizör ise çok daha az amino asitten oluşuyor olabilir. David Lee
ve arkadaşları 1996’da 32 amino asitten oluşan ve kendi kendini eşleyebilen
peptitler üretmeyi başarmışlardı (Lee ve ark., 1996). Protein denemeyecek kadar
kısa amino asit dizilerine peptit adı veriliyor. Kendi kendini eşleyebilen bir
peptidi özel kılan şey hem DNA/RNA işlevine hem de temel protein yapısına sahip
olması. Bu tür basit bir peptit bizi tavuk-yumurta probleminden kurtarabilir.
Kendi kendine ortaya çıkma olasılığı da serum albümine göre çok daha yüksektir.
Bu peptit hayatın ortaya çıkışı sorununu çözmüyor tabii. Fakat Taslaman’ın
yaptığına benzer olasılık hesaplarının ne kadar temelsiz varsayımlara dayandığını
gösteriyor: Hayatın ortaya çıkmasını sağlayacak katalizörün minimum uzunluğunu
bilmediğimiz sürece yapacağımız hesap güvenilmez olacaktır.
4. Taslaman her bir amino
asidin başka herhangi bir amino asitle bağ yapma olasılığının eşit olduğunu
varsayıyor. Oysa fiziksel ve kimyasal kısıtlamalar yüzünden bazı bağlar daha
yüksek olasılıklı olabilir. Ayrıca bazı bağlar diğerlerinden daha sağlam ve
kalıcı olabilir. Dolayısıyla tamamen tesadüfi bir şekilde çarpışan amino
asitler hiç tesadüfi gibi görünmeyen dizilim örüntüleri ortaya çıkarabilirler.
5. Hayatın ortaya
çıkışının doğal açıklamasını vermek isteyenler proteinlerdeki amino asitlerin
eş-elli olmasının (homochirality) tesadüfen ortaya çıktığını varsaymak zorunda
değil. İlk canlı formlarında eş-ellilik yokken doğal seçilim sonucunda daha
kararlı oldukları için geriye sadece eş-elli proteinler kalmış olabilir. Veya
eş-ellilik canlı formlarının kendi kendilerini organize etmesi sonucu ortaya
çıkmış olabilir (bak. Blackmond, 2011). Dolayısıyla proteinlerin eş-elliliği olasılık
hesaplarına Taslaman’ın yaptığı gibi katılamaz.
Taslaman’ın makalesinde, alıntı yaptığı bilim adamlarının görüşlerini de çarpıttığını görüyoruz. Mesela
Steven Rose için şunu söylüyor:
Biyolog Steven
Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve
bu proteinin amino asit uzunluğunda 10 üzeri 300 olası form olabileceğini, bu
olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10 üzeri 280 gram
olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 10 üzeri 55 gram
olduğunu söyler. Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne
kadar imkansız olduğunu gösterir. (sayfa 13)
Buradan Steven Rose da
Taslaman’ın tasarımcının gerekliliği sonucuna katılıyor gibi bir anlam çıkıyor.
Oysa Rose ateist olduğu bilinen bir biyologdur. Böyle bir sonuca varıyor
olamaz. Nitekim Taslaman’ın referans verdiği Rose’un (1997) Lifelines kitabının 255. sayfasına baktığımızda
bambaşka bir sonuca ulaşıldığını görüyoruz. Rose mümkün olan onca organik
molekül ve reaksiyon içinde neden sadece çok küçük bir kısmının biyokimyasal
süreçlerde yer aldığını merak ediyor. Yukarıdaki tür hesaplamalardan hareketle
yaratılışçıların ve evrim karşıtlarının hayatın tesadüfen ortaya çıkmasının
imkansız olduğu sonucuna vardığını söylüyor. Oysa Rose’a göre biyokimyasal
süreçlerin tamamen tesadüf eseri ortaya çıktığını zaten kimse iddia etmiyor.
Mümkün olan süreçlerin sadece çok küçük bir kısmı fiilen ortaya çıkıyorsa bu
bir takım fiziksel ve kimyasal kısıtlamalar yüzündendir. İlgili kısmın başlığı
bile bu fikri açıkça belli ediyor: “Şans mı Zorunluluk mu?” Rose’un
yaratılışçılık karşıtı bir argümanını bir yaratılışçının alıntılayıp kendi
görüşüne destek olarak kullanmaya çalışması gerçekten çok ironik. (Benzer
şekilde Taslaman ateist fizikçi Roger Penrose’un yaptığı bir hesaplamayı da
Penrose bir yaratıcının varlığına inanıyormuş izlenimi verecek şekilde sunuyor;
sayfa 10.)
İlginç bir şekilde
Taslaman doğal seçilim denen sürecin ne olduğunu da anlamamış görünüyor. Doğal
seçilimin var olduğunu kabul ettiğini söylüyor. Ama bunun için verdiği örnekler
hastalık veya avlanma yüzünden bazı hayvan türlerinin yok olması (sayfa 16).
Buna biyolojide doğal seçilim değil soy tükenmesi denir. Doğal seçilim bir yapı
veya işlevin, üreme başarısını arttırdığı için, sonraki kuşaklarda popülasyon
içindeki sıklığının artmasıdır. Taslaman ise doğal seçilimi popülasyondan
elenip gitmek olarak anlıyor. En temel kavramlardaki cahillik bu derece derin
olunca makaledeki ana argümanın zayıflığına da şaşmamak gerek.
Sonuç
Taslaman (2013) doğaüstünü
peşinen reddeden, teist yaklaşımı destekleyen (tasarım delili dahil) bunca veri
varken bunları görmezden gelen ateist-natüralist bilim adamlarının tavrından
şikayet ediyor. Doğrudur, teist açıklamalar otomatik olarak bilimin dışına
atılamaz (bak. Akıllı Tasarımı Nasıl Eleştirmemeli). Fakat teistlerin de
ciddiye alınmak için bundan çok daha güçlü argümanlarla ortaya çıkmaları
gerekiyor. Nasıl bir teist argümanın başarılı bir açıklama sayılabileceği
konusunu dizinin bundan sonraki yazısında ele alacağız.
Kaynaklar
Blackmond, D. G. (2011). The
origin of biological homochirality. Philosophical
Transactions
of the Royal Society B, 366, 2878-2884.
Carrier, R. C. (2004).
The argument from biogenesis: Probabilities against a natural origin
of life. Biology and Philosophy, 19, 739-764.
Lee, D. H., Granja, J.
R., Martinez, J. A., Severin, K., & Ghadiri, M. R. (1996). A self-
replicating peptide. Nature, 382,
525-528.
Phillips, M. L. (2010).
The origins divide: Reconciling views on how life began. BioScience,
60, 675-680.
Ricardo, A., & Szostak,
J. W. (2009, Eylül). Origin of life on earth. Scientific American,
301, 54-61.
Rose, S. (1997). Lifelines: Biology beyond determinism.
Oxford: Oxford University Press.
Taslaman, C. (2013). Evrenden Allah’a: Modern bilimin ve
felsefenin verileriyle tasarım
delilinin savunulması. İstanbul: Etkileşim Yayınları.