doğalcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğalcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3.09.2013

Tasarım Argümanı Üzerine 3: Doğa Olaylarının Teist Açıklamaları


19. yüzyıldan itibaren bilimler açıkça veya örtülü olarak metodolojik doğalcılığı benimsedi. Yani doğal olayların açıklanmasında doğal sebeplerin ve mekanizmaların dışına çıkılmasının gerekmediği, şu anda olmasa bile herşeyin eninde sonunda doğal bir açıklamasının verilebileceği prensibi kabul edildi. Bu bilim adamlarının dine inanmaktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Fakat bilimde dinsel/doğaüstü/teist açıklamalara yer olmadığının kabulü anlamına geliyor.

Bu durum değişebilir mi? Tasarım argümanının iddia ettiği gibi doğa olayları için teist açıklamaların gerekli olabileceği fikri yeniden bilimsel saygınlık kazanabilir mi? Tanrı’yı işin içine sokan bir açıklama iyi bir açıklama sayılabilir mi? Dizinin bu son yazısında bu soruyu ele alacağız. Vereceğimiz cevap şu olacak: Prensipte evet fakat bunun fiilen gerçekleşmesi çok zor. Cevap verme sürecinde temel alacağımız kaynak Gregory Dawes’un 2009 basımı Theism and Explanation kitabı olacak.

Potansiyel Teist Açıklamalar

Dawes’a göre potansiyel bir açıklama abdüktif çıkarımın ikinci öncülü olabilen açıklamadır:

            Beklenmedik bir gözlem (G) yapıldı.
            Hipotez (H) doğruysa G beklenir hale gelir.
            Şu halde H’nın doğru olabileceğini düşünmek için sebep vardır.

H’nın yerine teist bir açıklama koyabilirsek elimizde potansiyel bir teist açıklama var demektir. Bir açıklamayı sadece potansiyel değil aynı zamanda başarılı bir açıklama sayabilmemiz için ise açıklamanın gerçekten doğru olduğunu düşünüyor olmamız gerekir. Bunu düşünmek için gereken şartları birazdan göreceğiz.

Teist açıklamaların üç özelliği var: Bunlar teorik açıklamalardır (doğrudan gözlenemeyecek bir varlık ileri sürerler); niyetsel açıklamalardır (tanrısal bir niyet ileri sürerler) ve nedensel açıklamalardır (bu niyetle doğal bir olay/durum arasında nedensel bir ilişki ileri sürerler).

Bu özellikler teist açıklamaların potansiyel açıklama bile sayılamamasına, doğrudan devre dışı bırakılmasına gerekçe oluşturur mu? Birinci özelliği ele alırsak, doğrudan gözlenemeyecek varlıklar (kuarklar, yerçekimi alanları, vs.) fiziksel açıklamalarda da kullanılır. Dolayısıyla teist açıklamaların bu anlamda teorik olması onları otomatik olarak başarısız saymak için yeterli bir sebep değildir. Niyetsel (intentional) açıklamalar tarih ve antropoloji gibi insan bilimlerinde de kullanılır. Dolayısıyla teist açıklamaların bu özelliği de onları otomatik olarak saf dışı bırakmaya yetmez.

Burada Tanrı kavramının tutarlılığına ve Tanrısal niyetin bir neden sayılabileceği fikrine itiraz edilebilir. Geleneksel teolojide Tanrı’ya atfedilen sıfatların (herşeyi bilme, herşeye gücü yetme, ahlaken kusursuz olma, vs.) tutarlı bir bütün oluşturmadığını düşünen felsefeciler var (mesela Howson, 2011). Fakat burada konuya din felsefesi açısından değil bilim felsefesi açısından baktığımız için bu sorunun çözülebileceğini varsayarak yolumuza devam edelim.

Mucize yaratabilen bir varlığın niyetleri bir açıklama teşkil edebilir mi? Dawes’a göre rasyonellik prensibini yerine getiriyorsa edebilir: Tanrı’nın amacına ulaşmasını sağlayacak en rasyonel/optimal yol nedir? Cevap gözlediğimiz doğa olayıysa önerilen açıklama en azından potansiyel bir açıklamadır.

Teist açıklamalar için asıl sorun olabilecek husus Tanrı’ya atfedilen niyetin çoğunlukla doğrudan ve sadece açıklanmak istenen doğal olayla ilgili olması. Mesela depremde bir ev hariç hepsi yıkıldıysa ve bunu açıklamak için geliştirilen teist açıklama “Tanrı o ev hariç hepsinin yıkılmasını istedi” şeklindeyse buna potansiyel bir açıklama bile diyemeyiz. Açıklamanın “Neden Tanrı özel olarak bunu istedi?” sorusuna cevap verebilecek daha genel bir tanrısal amaç içermesi gerekir.

Başarılı Teist Açıklamalar

Sadece potansiyel değil aynı zamanda başarılı bir açıklama olabilmesi ve kabul edilebilmesi için önerilen teist açıklamanın eldeki gözlemin en iyi açıklaması olduğunun gösterilmesi gerekir:

   Beklenmedik bir gözlem (G) yapıldı.
            Hipotez (H) doğruysa G beklenir hale gelir.
            Başka hiçbir hipotez G’yi H kadar iyi açıklamaz.
            Şu halde H’yı kabul etmek makuldür.

Bunu yapabilmek için teist açıklamanın bir takım özelliklere sahip olması gerekir. Burada bunlardan altısını ele alacağız:

1. Test edilebilirlik
2. Var olan bilgilerle uyumluluk
3. Geçmişteki açıklama başarısı
4. Basitlik
5. Ontolojik tutumluluk
6. Bilgi vericilik

1. Kabul edilebilmeleri için teorilerin testlerden başarıyla geçmiş olmaları gerekir. Bunun için de öncelikle test edilebilir olmaları gerekir. Test edilebilir bir teori açıklamaya çalıştığı gözlemlerin dışında öngörüler yapabilen bir teoridir. Mesela depremde neden bir ev hariç bütün evlerin yıkıldığıyla ilgili bir açıklama geliştirmek istiyorsak bu açıklamanın o evin neden yıkılmadığının dışında bazı öngörülerde de bulunması gerekir. Bu şekilde öngörülerin doğru çıkıp çıkmadığına bakarak açıklamayı test ederiz. Hiçbir öngörüde bulunmayan bir açıklamanın ampirik içeriği yoktur, yani boştur; başarılı bir açıklama değildir.

Deprem örneğiyle ilgili test edilebilir bir teist açıklama geliştirmeye çalışıyoruz diyelim. Daha önce bahsettiğimiz gibi böyle bir açıklama Tanrı’nın bir amacına/niyetine atıfta bulunan, bu amacın gerçekleştirilmesinin en optimal/rasyonel yolunun gözlenen olayın ortaya çıkması olduğunu iddia eden bir açıklamadır. Neden bir ev dışında bütün evlerin yıkıldığının açıklaması olarak “Çünkü Tanrı sadece o evin yıkılmasını istemedi” dersek test edilebilir bir açıklama sunmuş olmayız. Zira bu, açıklamaya çalıştığı şey dışında hiçbir öngörüde bulunmayan bir açıklamadır. Fakat “Tanrı'nın cinsel ahlaksızlığı cezalandırmak gibi bir amacı vardır ve o ev dışındaki bütün evler cinsel ahlaksızlık yuvasıydı” dersek açıklama test edilebilir hale gelmiş olur. Zira ortada artık genel bir amaç vardır ve buradan Tanrı’nın neler yapacağıyla ilgili başka öngörüler çıkarsanabilir.

Dolayısıyla test edilebilir teist açıklamalar geliştirebilir. Fakat sorun teistlerin genellikle bu tür açıklamalar geliştirmek, bunlardan test edilebilir öngörüler çıkarsamak, bunları gerçekten test edip doğru çıktıklarını göstermekle uğraşmamaları. Yani prensipte mümkün olsa da pratikte teist açıklamalar genellikle test edilebilir olmuyorlar.

2. Başarılı bir açıklamadan bekleyeceğimiz bir diğer özellik açıklamanın önerdiği mekanizmanın dünya hakkında bildiğimiz diğer şeylerle uyumlu olması. Burada teist açıklamaların ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu hemen görebiliriz: Maddi olmayan bir varlığın niyetlerinin olması ve bu niyetlerin maddi dünya üzerinde doğrudan etkide bulunması günlük hayatta ve bilimde aşina olduğumuz mekanizmaların hiçbirine benzemiyor. Hatta bu, teist anlayışın dışına çıkıldığında tasavvur edilmesi bile zor bir kavram.

3. Diğer bir özellik geçmişteki açıklama başarısı. Hipotezin parçası olduğu araştırma programı daha önce birçok doğal gözlemi başarıyla bir araya getirmişse o programdan çıkarsanacak hipoteze test sonucundan bağımsız olarak daha çok güveniriz. Burada teist açıklamalar gene ciddi bir sorunla karşılaşıyor çünkü son 200 yılda bilimde doğalcı araştırma programının çok başarılı olduğunu, teist açıklamaların çoğu kere gereksiz olduğunu gösterdiğini biliyoruz. Dolayısıyla önerilen yeni bir teist açıklamaya bilim camiası kuşkuyla yaklaşacaktır.

4. Basitlik bilimsel açıklamalarda genellikle aranan ama tanımlanması zor olan bir kavram. Burada Paul Thagard’dan (1978) yola çıkarak basitliği, bir teorinin açıklama yapabilmesi için ihtiyacı olan yardımcı hipotezlerin sayısı olarak tanımlayacağız. Açıklama için teoriye ek olarak ne kadar az yardımcı hipotez uydurmamız gerekiyorsa açıklama o kadar basit demektir. Teoriyi yanlışlanmaktan kurtarmak için arka arkaya yardımcı hipotezler eklenmesi gerekiyorsa teorinin ampirik içeriği ve test edilebilirliği azalıyor demektir. Yani bu anlamda karmaşık bir teorinin yanlışlanabilirliği daha düşüktür.

Dünyayla ilgili çok hassas tahminler yapmadığı ve yapmaya da çalışmadığı için teist açıklamalar genellikle çok karmaşık olmuyorlar. Fakat özel bir konuda, kötülüğün varlığının açıklanması konusunda, teist açıklamalar yanlışlanmaktan korunmak için gayet karmaşık hale gelebiliyor. Bu yüzden teist açıklamaların bu bakımdan da istenen düzeyde olmadığını söyleyebiliriz.

5. “Ontolojik tutumluluk” bazan basitlikten veya Ockham’ın usturasından bahsettiğimizde anlaşılan şeyle aynı. Yani açıklamanın kaç değişik tür varlık ileri sürdüğü. Gerekmedikçe ileri sürülen varlıkların sayısını arttırmamak bilimde arzu edilir bir şey. Bunun “var olan bilgilerle uyumluluk” prensibiyle ilişkili olduğu kolayca görülebilir: Bilmediğimiz türden varlıklar önermesi bir teori için kuşku verici bir özellik. Teist açıklamaların bu bakımdan da başarılı oldukları söylenemez.

6. Son olarak, bir açıklamanın bilgi verici olmasını, yani gözlenen olayın tam olarak nasıl ortaya çıktığını ayrıntılarıyla ortaya koymasını bekleriz. Doğa bilimlerini bu kadar değerli kılan şey çok hassas nicel öngörüler yapabilmeleri. Ama teist açıklamaları doğa bilimleriyle değil, günlük hayattaki veya insan bilimlerindeki açıklamalarla karşılaştırmak daha doğru olur. Zira niyetlere dayalı açıklamaları daha çok bu alanlarda kullanıyoruz.

Buradaki asıl sorun Tanrı’nın gizemli bir varlık olması. İnanç, istek, niyet gibi zihinsel durumlar ve konuşma, affetme, yöneltme gibi davranışlar Tanrı’ya ne anlamda atfedilebilir? Bildiğimiz kadarıyla bu tür zihinsel durumlar ve davranışlar ancak gelişmiş beyne sahip varlıklarda olabiliyor. Tanrı’nın beyninden bahsedemeyeceğimize göre bu durumları Tanrı’ya ancak mecazi olarak atfedebiliriz. Mecazi zihinsel durumlardan ve davranışlardan hareketle ayrıntılı açıklamalar ortaya koymak ise çok zor. Kriter olarak önümüze günlük hayattaki açıklamaları alsak bile. Bundan dolayı teist açıklamalar gerçek anlamda bir açıklama sunmaktan ve hassas öngörülerde bulunmaktan çok, var olanı içine alma amacı güdüyorlar. Yani hiçbir öngörüde bulunmadan muğlak bir mekanizmayla var olan herşeyi açıklamaya çalışıyorlar. Bu da başarılı bir açıklamada olmasını kesinlikle istemediğimiz bir özellik.

Sonuç

Birçok teist açıklama optimallik şartını sağlamadığı için potansiyel bir açıklama bile değil. Potansiyel açıklamalar da istenen özelliklere sahip olmadığı için başarılı açıklamalar değil. Diğer bir deyişle şu ana kadar ileri sürülen teist açıklamalar hiçbir şeyin en iyi açıklaması değil. Fakat bu analiz aynı zamanda bir teist açıklamanın ileride başarılı bir açıklama sayılma olasılığının sıfır olmadığı anlamına da geliyor. Yani bir açıklama sırf Tanrı’nın niyetlerini işin içine soktuğu gerekçesiyle peşinen reddedilemez. Başarılı bir açıklama olmadığının özel olarak gösterilmesi gerekir.

Diğer taraftan bu analiz doğal açıklamaları tercih etmemiz, henüz elimizde olmasa bile doğal olayların doğal açıklamalarını bulmaya çalışmamız gerektiği anlamına da geliyor. Teizm henüz modern bilimin metodolojik doğalcılık prensibini tehdit edebilecek güce sahip değil.

Kaynaklar

Dawes, G. W. (2009). Theism and explanation. New York: Routledge.

Howson, C. (2011). Objecting to God. Cambridge: Cambridge University Press.

Thagard, P. (1978). The best explanation: Criteria for theory choice. Journal of

            Philosophy, 75, 76-92.



11.08.2011

Akıllı Tasarımı Nasıl Eleştirmemeli: Metodolojik Doğalcılık Üzerine

 
İki yıl önce yazdığımız “Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi” başlıklı yazıda akıllı tasarım görüşüyle bilimdeki metodolojik doğalcılık prensibi arasındaki karşıtlığı ele almıştık. Metodolojik doğalcılığın dışında kaldığı için bugün akıllı tasarımın bilim dışı sayıldığını, fakat metodolojik doğalcılığın vazgeçilmez bir prensip olmadığını, diğer bilimsel prensipler gibi ampirik verilerden hareketle terk edilebileceğini söylemiştik. Akıllı tasarım görüşünün temel sorunu olarak da görüşün savunucularının evrim teorisine alternatif doğalcı olmayan açıklamalar getirmek için sundukları ampirik verilerin doğalcılığın terk edilmesini gerektirmekten çok uzak olmasını göstermiştik.

O yazıda sunduğumuz fikirlere benzer fikirler geçen yıl Foundations of Science dergisinde Belçikalı bir grup felsefeci tarafından yayınlanan bir makalede dile getirildi. Bu yazıda bu makaleyi kısaca ele alacağız.

Metodolojik doğalcılık (MD) dediğimizde bilimin sadece doğal olayları inceleyebileceğini, bunları açıklamaya çalışırken de sadece doğal sebepleri ve mekanizmaları kullanması gerektiğini söyleyen prensibi kastediyoruz. Yazarlar MD’ın iki değişik şekilde savunulabileceğini söylüyorlar. Bunlardan birincisine göre MD bilimin içkin bir özelliğidir; bilim “doğası” gereği doğaüstünü inceleyemez. Buna "içkin MD" (iMD) diyelim. İkincisine göre ise MD doğalcı açıklamaların bilim tarihindeki başarısından hareketle savunulabilecek ampirik temelli bir prensiptir. Buna göre bilim doğaüstü hipotezler hakkında söz söyleyebilir ve gerekirse MD’tan vazgeçebilir. Buna da "ampirik MD" (aMD) diyelim. Yazarlar makalede iMD’ı savunmak için geliştirilen argümanları eleştiriyorlar ve akıllı tasarım gibi doğaüstü temelli görüşleri eleştirirken aMD’tan hareket edilmesinin daha doğru olacağını söylüyorlar.

iMD genellikle bilim ve dini ayrı tutmak ve böylece aralarında bir çatışma olmasını en baştan engellemek isteyen bilim adamları ve teologlar tarafından savunuluyor. Mesela ABD’de National Academy of Sciences (NAS) tarafından 2000’li yılların başlarında akıllı tasarımın okullarda fen derslerinde okutulmasını sağlama girişimlerini engellemek amacıyla kullanılmıştı. NAS bu şekilde doğaüstünün var olup olmadığıyla ilgili herhangi bir iddiada bulunmadan doğaüstü görüşleri otomatik olarak bilimin dışında tutma amacını güdüyordu.

aMD görüşüne göre ise MD durup dururken ortaya çıkmış dogmatik bir prensip değildir. Rasyonel düzeyde savunulması gerekir. Bu savunma da pragmatik ve ampirik bir temelde yapılır: Bilim tarihi bize doğaüstü açıklamaların sürekli başarısız olduğunu, başta ne kadar imkansız görünse de bilimin eninde sonunda her konuda başarılı bir doğal açıklama getirebildiğini göstermektedir. Bu yüzden MD bilim adamlarına tavsiye edilebilecek bir prensiptir. Aynı sebeple bilimin gelecekteki gidişine göre vazgeçilmesi de mümkün olan bir prensiptir.

Şimdi iMD’ı savunmak amacıyla ileri sürülen bazı argümanlara ve yazarların bunlara yönelik eleştirilerine bakalım. Bu argümanlardan birine göre bilim tanımı gereği MD’ı içerir: MD’tan vazgeçildiği, doğaüstü olaylar ele alınmaya başladığı anda yapılan şey bilim olmaktan çıkar.

Fakat bu tanım bazı saygın bilim adamlarının ve paranormal iddia araştırmacılarının yaptığı çalışmaları da bilimin dışına atmış oluyor. Bu tür araştırmaların yakın zamandaki en ünlü örneklerinden biri Benson ve arkadaşlarının duanın by-pass ameliyatı hastaları üzerindeki etkisine bakan deneyi (Benson ve ark., 2006). Deneyin sonucunda duanın iyileşme üzerinde herhangi bir etkisi çıkmadı. Ama çıkması mantıksal olarak mümkündü. Ve çıksaydı doğaüstü bir hipotez desteklenmiş olacaktı. (Burada doğaüstünü “modern bilimin tarif ettiği uzay-zamanın ve onun içindeki madde ve enerjinin dışında kalan varlıklar ve süreçler” anlamında kullanıyoruz.) Dolayısıyla yazarlara göre iMD gereği bu deneyi anlamsız ve bilim dışı saymak yerine MD prensibini bu ve bunun gibi binlerce deneyin bulgularından hareketle savunmak gerekir.

Bir diğer argümana göre doğaüstü açıklamalar bilimsel olarak sınanabilir açıklamalar değildir. Sınanamayacak bir açıklama da bilimin dışında kalır. Bu yüzden doğaüstü açıklamaları daha en baştan bilimin dışına itebiliriz.

Fakat burada da söz konusu doğaüstü açıklamanın ne olduğuna bakmadan sınanamaz olduğuna hükmetmek yanlış olacaktır. Açıklama “Falanca olay Tanrı istediği için öyle oldu; Tanrı istediği şeyi istediği zaman yapar” şeklindeyse bu elbette sınanamayacak ve aslında hiçbir şey söylemeyen bir açıklamadır. Bilimsel açıdan hiçbir değeri yoktur ve bilim adamları tarafından değerlendirilmesine de gerek yoktur. Fakat Darwin’in Türlerin Kökeni kitabında kendi görüşüyle karşılaştırdığı rakip görüşleri hatırlayalım. Darwin fosil bulgularının türlerin ayrı ayrı yaratıldığı görüşünü değil, kendi "ortak atadan türeyip ayrışma" görüşünü desteklediğini söylüyordu. Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Türlerin doğaüstü bir varlık tarafından şu andaki halleriyle yaratıldığı görüşü bilimsel açıdan pekala sınanabilir ve bilimsel bulgular pekala bu görüşü destekleyebilirdi. Mesela topraktan fosil olarak hiçbir eski türe benzemeyen yepyeni türler çıkıyor olabilirdi. Bütün tarihleme yöntemleri dünyanın 6000 yıl önce bir anda ortaya çıktığına işaret ediyor olabilirdi. Canlıların ve canlılığın önerilen bütün doğal açıklamaları ardarda başarısızlığa uğrayabilirdi. Hatta daha da ileri gidelim: insan DNA’sındaki dizilimin kutsal kitaplarda en ince ayrıntısına kadar şifrelenmiş olduğunu keşfedebilirdik. Bütün bunlar olmadığı için bugün doğalcılığa bu kadar güveniyoruz ve bilim adamlarına doğal açıklamaların peşinden gitmelerini tavsiye ediyoruz. Bu da doğalcılığı iMD temelinde değil aMD temelinde savunduğumuz anlamına geliyor.

Yazarlar son olarak pragmatik bir sebeple de aMD’ı savunuyorlar. Yaratılışçılar ve akıllı tasarım savunucuları genellikle bilim adamlarını dogmatik bir şekilde MD’a bağlı olmakla ve doğaüstünü destekleyen veriler olmasına rağmen bunları görmezden gelmekle suçluyorlar. iMD gerçekten dogmatizme yaklaşıyor. Bu yüzden yazarlara göre bilimin açık fikirli olduğunu göstermek amacıyla evrimcilerin doğalcılığı aksi düşünülemez olduğu için değil ampirik verilerden hareketle savunması gerekir. Bu tavsiyenin bizim iki yıl önceki yazımızdaki şu tavsiyeye ne kadar benzediğini belirtmeden geçemeyeceğiz:

“Astroloji bugün yanlışlanamaz olduğu için değil, tam tersine öngörüleri defalarca test edildiği ve yanlış çıktığı için bilim dışı sayılmaktadır. Aynı stratejiyi akıllı tasarıma karşı kullanmak, prensipte yanlışlanabilir bir teori olduğunu varsayarak bilimsel açıdan ciddiye almak, ve yaptığı öngörülerin sürekli yanlış çıktığını ampirik verilere dayanarak göstermek akıllı tasarıma karşı çok daha güçlü bir eleştiriyle ortaya çıkmayı sağlayacaktır.”


Kaynaklar:

Benson, H., ve ark. (2006). Study of the therapeutic effects of intercessory prayer (STEP) in cardiac bypass patients: A multicenter randomized trial of uncertainty and certainty of receiving intercessory prayer. American Heart Journal, 151, 934-942.

Boudry, M., Blancke, S., & Braeckman, J. (2010). How not to attack Intelligent Design Creationism: Philosophical misconceptions about methodological naturalism. Foundations of Science, 15, 227-244.


27.07.2011

Bilim ve Din Uzlaşabilir mi? Dennett ve Plantinga


Biri ateist biri Hıristiyan iki felsefecinin oturup bu konuyu tartıştıklarında ortak bir cevaba ulaşacaklarını düşünebilir misiniz? Ama oluyor işte. Yeni ateist ve “brightDaniel Dennett da, Protestan Alvin Plantinga da soruya “evet” cevabı veriyorlar.

Söz konusu tartışma ilk olarak American Philosophical Association’ın Chicago’da 2009’da yapılan toplantısında gerçekleşmişti. Tartışma Plantinga’nın başlıktaki soruya cevap veren bir konuşması ve Dennett’ın ona cevabından oluşuyordu. Daha sonra bu tartışmanın kitap hali Plantinga’yla Dennett’ın birbirlerine verdikleri ikişer ek cevap da eklenerek bu sene Oxford University Press’ten Science and Religion: Are They Compatible? başlığıyla çıktı. Bizim sayfanın da ana temalarından olan doğalcılık prensibini ve evrim teorisini sık sık tartışmanın merkezine alan bu kitabı kısaca tanıtmaya çalışacağız.

Plantinga ilk konuşmasında analitik felsefe geleneğinin temsilcisi olarak hemen tartışmanın başlığındaki terimleri sınırlıyor ve şu şekilde ifade ediyor: Modern evrim teorisiyle geleneksel teizmdeki Tanrı inancı uzlaşabilir mi? Plantinga soruya evet cevabı vermekle kalmıyor, evrim teorisiyle asıl uyumlu metafiziksel görüşün teizm olduğunu, doğalcılığın evrim teorisiyle uyuşamayacağını iddia ediyor.

Plantinga’nın modern evrim teorisine bir itirazı yok. Fakat evrimin materyalist yorumunu değil teist yorumunu kabul ediyor. Yani evrimsel biyolojideki mutasyonlar ve seçilim gibi süreçleri kabul ediyor, ama bunları Tanrı’nın yönlendirdiğini söylüyor. Bilimsel bir teori materyalizm-teizm tartışmasıyla ilgili doğrudan bir şey söyleyemeyeceğine göre bilimsel bir teori olarak evrim Tanrı’nın varlığıyla uyumludur. Tabii Tanrı’nın varlığıyla mutasyonların tamamen rastgele, amaçsız bir şekilde ortaya çıktığı fikri uyumlu değil. Ama Plantinga’ya göre mutasyonların tamamen rastgele ve amaçsız bir şekilde ortaya çıktığı fikri evrim teorisinin zorunlu bir parçası değil.

Bundan sonra Plantinga’nın ünlü “Doğalcılığa Karşı Evrimsel Argüman”ı (DKEA) geliyor. Bu Plantinga’nın ilk olarak 1990’ların başında geliştirdiği, zaman içinde gözden geçirerek bugün hala savunduğu bir argüman. Göstermeye çalıştığı şey, evrim teorisi doğruysa metafiziksel doğalcılığın (doğaüstü varlıkların varolmadığı fikrinin) doğru olamayacağı. Argüman felsefe camiası içinde o kadar büyük bir ilgi uyandırdı ki 2002’de sırf bu argümanı ele alan derleme bir kitap yayınlandı (Beilby, 2002).

Şimdi bu argümanın formel haline bakalım. E evrim teorisinin doğru olduğu, D doğalcılık prensibinin doğru olduğu, G ise bilişsel kapasitelerimizin güvenilir olduğu önermelerine karşılık geliyor.

Öncül 1: P(G|E&D) düşüktür. (Yani evrimin Tanrı tarafından yönlendirilmeyen bir süreç
            olduğunu kabul edersek bu sürecin sonunda güvenilir bilgi üreten bilişsel
            kapasitelere sahip varlıkların ortaya çıkma ihtimali düşüktür.)
Öncül 2: E&D’yi kabul eden ve Öncül 1’in doğru olduğunu gören biri artık G’ye inanamaz.
Öncül 3: G’ye inanamayan biri artık sahip olduğu hiçbir inanca güvenemez, ki buna E&D de
   dahildir.
Sonuç: Dolayısıyla E&D’ye inanmak rasyonel değildir.

Argüman sağlam görünüyor. İtiraz edilebilir gibi görünen tek öncül birincisi. Plantinga bunu savunmak amacıyla kısaca şunu söylüyor: Doğal seçilim açısından önemli olan şey hayatta kalma ve üremedir. Üreme başarısını arttıracak davranış tamamen yanlış inançlardan da kaynaklanabilir. Dolayısıyla adaptif davranışın ortaya çıkması güvenilir bilişsel kapasitelerin evrimleşmiş olacağını garanti etmez. Güvenilir bilişsel kapasitelerin, dünyayla ilgili doğru inançların ortaya çıkmasını ancak Tanrı tarafından yönlendirilmiş bir evrimsel süreç garanti edebilir. Bu yüzden evrimle asıl uzlaşamayacak olan görüş teizm değil doğalcılıktır.

En başta söylediğimiz gibi Dennett ilk cevabında Plantinga’nın uyumluluk tezini kabul ediyor: Evrim teorisi teist inançla uyumludur. Evrimsel biyoloji Tanrı’nın evrimsel sürece hiçbir şekilde müdahale etmediğini gösteremez. Tanrısal tasarımın var olmadığını iddia edebilmek için evrim teorisiyle beraber metafiziksel doğalcılık prensibini de kabul etmek gerekir. Ve metafiziksel doğalcılık elbette bilimin zorunlu bir parçası değildir.

Dennett bunları kabul etse de bunun Plantinga’nın asıl amacına (yani teizmin doğalcılıktan daha rasyonel olduğunu gösterme amacına) hizmet edemeyeceğini söylüyor. Verdiği karşı örnek ise Süpermen! Evrim teorisi Tanrı’nın evrimsel sürece karışmadığını nasıl kesin olarak gösteremezse Süpermen’in 530 milyon yıl önce Krypton gezegeninden dünyaya gelip Kambriyen Patlaması dediğimiz süreci bilinçli olarak başlatmadığını da gösteremez. Yani evrim teorisi teizm görüşüyle mantıksal olarak uyumlu ama Süpermen görüşüyle ve bunun gibi saçma sapan başka binlerce görüşle de uyumlu. Bilimle uyumlu olmak teizmi (ve Süpermen’i) makul hale getirmeye yetmiyor.

Dennett’ın DKEA’a karşı cevabı ise çok kısa. Öncül 1’in yanlış olduğunu, bilinçli olarak yönlendirilmemiş evrimsel sürecin pekala güvenilir bilişsel kapasiteler üretebileceğini ve bunla ilgili argümanları daha önceki kitaplarında ayrıntılı olarak verdiğini söylüyor.

Bundan sonra yazarların birbirlerine verdiği ikişer kısa cevap daha var. Buralarda yazarlar sanki birbirlerini çok iyi anlamıyorlar veya anlamak için en baştaki kadar çaba sarfetmiyorlar. Mesela Plantinga Süpermen örneğine cevabında Süpermen görüşünün bariz bir şekilde saçma olduğunu, teizm görüşünün ise Süpermen’le aynı kategoriye sokulamayacağını söylüyor. Fakat Dennett’ın örneğinin amacı zaten teizmin Süpermen gibi saçma bir görüş olduğunu göstermek değil. Amaç Süpermen gibi saçma bir görüş bile bilimle uyumluyken teizmin bilimle uyumlu olduğunu söylemenin fazla bir değeri olmadığını göstermek.

İlerleyen kısımlarda Dennett teizme giderek daha küçümseyici ve alaycı tarzda yaklaşıyor. Bu da Plantinga’nın dikkatinden kaçmıyor ve bir zamanlar Richard Dawkins’in evrim teorisini inanılmaz bulanlara karşı söylediği şeyi Dennett’a karşı söylüyor: Teizmin inanılmaz, çocukça, irrasyonel olduğunu söyleyip alaycı tavır takınmak teizme karşı bir argüman geliştirmek anlamına gelmez. Dennett ise gerekli argümanları ilk kısımlarda ve başka kitaplarda geliştirdiğini düşünüyor ve burada kendini fazla yormuyor.

Tabii kitapta burada yer veremediğimiz başka birçok argüman ve renkli örnek var. Şu ana kadar anlatılanlardan tahmin edilebileceği gibi yer yer mizah da var. Önemli meselelerin sloganlar yoluyla değil felsefi argümanlar yoluyla tartışılmasından hoşlananlara ve kendi dünya görüşünü sarsmaya yönelik argümanlarla karşılaşmaktan çekinmeyenlere ama ağır argümanların arasına biraz mizah da katılmasını isteyenlere bu kitabı tavsiye ediyoruz.


Kaynaklar:

Beilby, J. K. (ed.) (2002). Naturalism defeated? Essays on Plantinga’s evolutionary argument against naturalism. Ithaca: Cornell University Press.

Dennett, D. C., & Plantinga, A. (2011). Science and religion: Are they compatible? Oxford: Oxford University Press.



6.11.2009

Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi

   

Bilim ve Ütopya, Kasım 2009 tarihli yazımız..
 
Modern akıllı tasarım düşüncesi ABD’de 1990’larda ortaya çıktı. Bunun başlıca sebebi yaratılışçıların 1980’lerin başlarından itibaren mahkemelerde ardarda yenilgiye uğramalarıydı. Yaratılışçıların okullarda evrim teorisinin öğretilmesini engellemek, o olmayınca evrim teorisiyle beraber yaratılışçılığın da öğretilmesini sağlamak amacıyla yaptıkları girişimler hep ABD’de anayasanın 1. maddesindeki laiklik ilkesine takıldı. Mahkemeler hep evrim teorisinin bilimsel bir teori olduğu için fen derslerinde okutulabileceğine, yaratılışçılığın ise dinsel bir görüş olduğu için laik devlet okullarının fen derslerinde okutulamayacağına hükmetti.
     
Bunun üzerine hedef evrim teorisindeki maddeci ve doğalcı çağrışımlara sahip olmayan, yaratılışçı dünya görüşüyle kolayca uzlaşabilecek bir alternatif görüşün evrim teorisine rakip bilimsel bir teori olarak lanse edilmesi haline geldi. Bu çabanın sonucu akıllı tasarım görüşünün ortaya atılması oldu. Son 10 yıldır evrim karşıtlarının hukuk düzeyindeki çabaları akıllı tasarımın da evrim teorisi gibi bilimsel bir teori olduğunu ve bilimsel açıdan en az onun kadar sağlam olduğunu, aynı zamanda evrim teorisiyle uzlaşamayacağını ve dolayısıyla onun rakibi olduğunu kabul ettirmeye yönelik. Bu sayede evrim teorisine yer verilen derslerde bilimdeki tartışmaları yansız bir şekilde yansıtmak ve evrime eleştirel bakabilmeyi sağlamak adına akıllı tasarım görüşünün de okutulmasını sağlamayı amaçlıyorlar. Evrim teorisi savunucuları ise akıllı tasarımın kendisinden önceki yaratılışçılık gibi bilimsel bir teori değil dinsel bir görüş olduğunu, bu sebeple yaratılışçılık gibi akıllı tasarımın da fen derslerinde yeri olmadığını savunuyorlar.
 
Bu yazıda akıllı tasarımın okullarda öğretilmesinin uygun olup olmadığı konusunu doğrudan ele almıyoruz. Onun yerine tartışmaların merkezinde yer alan, akıllı tasarımın “bilimsel” olup olmadığı konusunu, bilimselliğin ve bilimsel yaklaşımın ne olduğunu modern bilim felsefesinden hareketle sorgulayarak ele alıyoruz. Amacımız günlük hukuki ve siyasi tartışmalardan bir adım geriye gelerek konuya daha felsefi bir açıdan yaklaşmak, bu sayede günlük tartışmaların iki taraf için de daha rasyonel yürümesini ve daha verimli olmasını sağlamak.

                                                        Akıllı tasarımcıların iddiaları
 
William Dembski, Michael Behe, Philip Johnson gibi akıllı tasarım savunucularının görüşlerini savunmak için kullandıkları ana argüman şu şekilde özetlenebilir (Sarkar, 2007):
  
1. Evrim teorisindeki kavramsal araçlar biyolojik özelliklerin kalıtımı, yönlendirilmemiş çeşitlilik ve doğal seçilimden ibarettir.
2. Evrim teorisinin açıklayamadığı birçok biyolojik olgu vardır ve bunların başında karmaşık biyolojik yapılar gelmektedir.
3. Evrim teorisi sadece geçici olarak değil, elindeki kavramsal araçlar söz konusu olduğunda prensip itibariyle bu tür yapıların ortaya çıkışını açıklayamaz.
4. Eldeki veriler akıllı (yani ancak bilinçli bir varlığın işe karışması sonucu oluşabilecek) tasarım fikrinin yeterli bir açıklamaya ulaşabilmek için kaçınılmaz olduğuna işaret etmektedir.
 
Ayrıca akıllı tasarımcılar evrim teorisi savunucularının, açıklayıcı gücü bakımından akıllı tasarım fikri evrim teorisinden üstün olmasına rağmen bunu kabul etmeye yanaşmamalarını evrimcilerin “doğalcılık” (naturalism) fikrine dogmatik bir şekilde bağlı olmalarına bağlamaktadırlar. Dolayısıyla akıllı tasarımcıların felsefi düzeydeki argümanları büyük ölçüde doğalcılık fikrini metafiziksel bir dogma sayıp reddettikleri eleştirilerden oluşur.
        
Bilimde doğalcılık ve diğer metafiziksel prensipler
     
Akıllı tasarımcıların iddialarını değerlendirebilmek için önce kısaca doğalcılıktan ne kastedildiğine, bilim tarihinde nasıl bir rol oynadığına ve gerçekten bilim adamları tarafından dogmatik bir şekilde savunulup savunulmadığına bakmak yararlı olur.
 
Doğalcılık modern bilim felsefesinde en az iki ayrı anlamda kullanılmaktadır. Metodolojik doğalcılık bilimin inceleme alanına sadece doğal yollarla incelenebilecek olayların girdiğini, bunların açıklanmasında da sadece doğal mekanizmaların kullanılmasını öngörür. Yani metodolojik doğalcılık bilimin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili bir tezdir. Ontolojik doğalcılık ise evrende sadece doğal olayların ve mekanizmaların var olduğunu öngörür. Yani ontolojik doğalcılık neyin gerçekten var olduğuyla ilgili metafiziksel bir tezdir. Ontolojik doğalcılık da zaman zaman bilim adamları ve bilim felsefecileri tarafından savunulsa da modern bilim açısından asıl vazgeçilmez sayılan metodolojik doğalcılıktır. Akıllı tasarıma yöneltilen başlıca eleştiri de metodolojik doğalcılığın dışında kaldığı için bilim dışı olduğudur.

17. yüzyıldan itibaren önem kazanan metodolojik doğalcılığın modern bilim için nasıl bu kadar önemli bir prensip haline geldiğine ve neden aslında vazgeçilmez bir dogma olmadığına bilim tarihinde kısa bir yolculuk yaparak bakalım.

Metafiziksel prensipler tarih boyunca bilimsel açıklama geliştirme çabalarına yol göstericilik etmiştir. Bunun en ünlü örneklerinden biri 17. yüzyıl mekanistik felsefesindeki cisimler arasında uzaktan etkinin mümkün olmadığı prensibidir. Newton’ın 17. yüzyılın sonlarında ortaya attığı evrensel çekim yasası ise gök cisimlerinin birbirlerini uzaktan etkilediğini öngörür. Newton’ın kendi ifadesiyle (“hypotheses non fingo”) nasıl mümkün olduğunu açıklayamadığı bu etki ve onu içeren yasa açıklama ve öngörü gücü bakımından o kadar başarılı olmuştur ki bilim dünyası kısa sürede yasayla beraber uzaktan etki prensibini de kabul etmek zorunda kalmıştır. Yani teorinin ampirik verileri açıklama gücü metafiziksel prensipten vazgeçilmesi sonucunu getirmiştir.

Bir diğer örnek klasik fizikteki zaman ve mekanın birbirinden bağımsız olduğu ve Eukleides geometrisinin mekanın doğru bir tasviri olduğu prensibidir. Bunlar doğrudan test edilebilecek fikirler olmamalarına rağmen aksini iddia etmek sağduyuya o kadar aykırı görünüyordu ki felsefeci Kant tarafından bile bilimin temelinde yatan ve onu mümkün kılan çok temel doğrular olarak görülmüşlerdir. Fakat bilindiği gibi 20. yüzyılda Einstein’ın genel relativite teorisi bu prensiplerden vazgeçerek o ana kadar fizik için açıklanamayan bir sorun olarak görünen Merkür’ün yörüngesinden sapması gibi olguları açıklamıştır. Teori metafiziksel görüşlerimizde çok radikal bir değişiklik gerektirmesine rağmen açıklama ve öngörü başarısı nedeniyle kısa zamanda bilim dünyasında kabul edilir hale gelmiştir.

Son olarak, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisi de o zamana kadar sorgulanmadan kabul edilen bazı prensiplerden vazgeçilmesini gerektirmiştir. Bunların başında da adaptasyonun, işlevselliğin amaçlılık olmadan ortaya çıkabileceği kabulü gelir. Darwin çevreye uyum sağlayan, hayatta kalma ve üreme işlevlerine hizmet eden karmaşık yapıların bilinçsiz, amaçsız, mekanistik bir süreç sonucunda ortaya çıkabileceğini önerdiği teorik mekanizmayla ve onu destekleyen verilerle göstermiştir. Bu sayede de “tasarımcı olmadan tasarımın mümkün olamayacağı” prensibinin terkedilmesini sağlamıştır.

Görüldüğü gibi bilimde yöntemsel ve metafiziksel prensipler zamanında ne kadar vazgeçilmez görülürse görülsün ampirik kanıtlardan hareketle değişebilmektedir. Doğalcılık prensibi de bu bakımdan farklı değildir. 17. yüzyılda bilimsel devrim dediğimiz dönemden beri doğaüstü açıklamaların bir kenara bırakılmasını sağlayan doğalcılık prensibi o zamandan günümüze kadar bilimin göz kamaştırıcı başarılarına eşlik etmiştir. Fakat daha büyük başarıların önünü açacaksa bilim dünyası doğalcılığın terk edilmesine de razı olacaktır. Burada belirleyici olan gene eldeki ampirik verilerin en iyi nasıl açıklanacağıdır. Ve birazdan göreceğimiz gibi akıllı tasarım savunucularının evrim teorisine alternatif doğalcı olmayan açıklamalar getirmek için sundukları ampirik veriler doğalcılığın terk edilmesini gerektirmekten çok uzaktır.
  
İndirgenemez karmaşıklık ve akıllı tasarım
     
Karmaşık biyolojik yapılar evrim teorisyenleri için yeni bir kavram değil. Doğal seçilim yoluyla evrim karmaşık yapıların doğal yollarla nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklama potansiyeli taşıdığı için Darwin’in zamanından beri bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Ve Darwin’den bu yana geçen zaman içinde evrim teorisi birçok karmaşık yapının ortaya çıkışını başarıyla açıklamıştır.

Akıllı tasarımcılara göre indirgenemez karmaşıklık özel bir karmaşıklık türüdür. Buna göre indirgenemez derecede karmaşık bir sistem birbiriyle koordinasyon içinde çalışması gereken birçok parçadan oluşur ve bu parçalardan bir tanesinin eksik olması durumunda bile sistem tamamen iş göremez hale gelir. Dolayısıyla böyle bir sistemin evrimsel süreç içinde tesadüf eseri ortaya çıkan yararlı mutasyonların seçilmesi yoluyla adım adım oluşması mümkün değildir. Böyle bir sistem akıllı bir tasarımcı tarafından belli bir amaca yönelik olarak bilinçli bir şekilde tasarlanmış izlenimi vermektedir. Ve ortada daha iyi bir doğal açıklama yoksa gerçekten akıllı bir tasarımcının işe karıştığını en iyi açıklama olarak kabul etmek bilimsel yaklaşımın gereğidir. Açıkça söylemeseler de akıllı tasarım savunucularının akıllı tasarımcı derken doğaüstü, tanrısal bir varlığı kastettikleri herkes tarafından tahmin edilebilir.

İndirgenemez karmaşıklık prensipte ciddiye alınabilecek bir eleştiridir. Gerçekten de biyolojik bir yapının indirgenemez derecede karmaşıklığa sahip olduğunun ispatlanması ortodoks Darwinci (yani doğal seçilime dayalı) yaklaşım için ciddi bir sorun oluşturabilir. Bununla birlikte bu ilkenin temel sorunu henüz indirgenemez karmaşıklıktaki bir yapının gösterilememiş olmasıdır. Örneğin, akıllı tasarımcıların ikonu haline gelmiş olan bakteri kamçısının biyolojik fonksiyonlarını gerçekleştirebilmesi için 30 kadar proteinin aynı anda işlevsel olması gerekmektedir. Behe’nin iddiasına göre, herhangi bir bileşeninin eksikliği durumunda çalışmayacak ve bu sebeple daha az bileşene sahip fonksiyonel bir yapıya indirgenemeyecek olması yüzünden bakteri kamçısının varlığı doğal seçilim süreçlerince açıklanamaz. Oysa bakteri kamçısının homologu olan 3. tip sekretuar sistemi, bakteri kamçısında da bulunan 10 temel protein bloğu ile çalışır. Buna ek olarak, yeni çalışmalar bakteri kamçısının kullandığı protein gruplarının içinde başka işlevsel protein grupları da saptamıştır. Başka bir deyişle bakteri kamçısının çalışma sistemi çok karmaşık olmasına rağmen indirgenemez değildir (Miller, 2008).

Bir başka ünlü örnek kanın pıhtılaşmasıda rol oynayan biyolojik süreçlerle ilgilidir. Benzer bir biçimde bu süreçlerin de indirgenemez bir karmaşıklığa sahip olduğu iddia edilmiştir. Ancak yapılan genetik çalışmalar yunus ve balinalarda kanın pıhtılaşmasına yönelik faktörlerden birinin, kirpi balığında ise üçünün eksik olduğunu, ancak bu canlıların pıhtılaşmayla ilgili bir sorun yaşamadığını göstermiştir. Bu bulgular, karmaşık bir sistemin daha basit bir parçasının da benzer işlevler taşıyabileceğini göstermiş ve sistemin evrimsel tarih içinde adım adım gelişebileceği fikrini desteklemiştir (Miller, 2008). İndirgenemez karmaşıklıkla ilgili örnekler bunlarla sınırlı değildir ancak şimdiye kadar ortaya atılan her örnek evrim teorisi çerçevesinde açıklanabilir durumdadır.

Diğer taraftan, gerçekten indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin keşfedilmesi de  evrim teorisi için aşılamayacak bir sorun olmayabilir. İndirgenemez karmaşıklığa Darwinci açıdan iki tür açıklama getirilebilir. Bunlardan birincisine göre adım adım ortaya çıkan bir sistem sonradan indirgenemez derecede karmaşık hale gelmiş olabilir. Mesela A yapısının bir işlevi mükemmel bir şekilde olmasa da yerine getirebildiğini varsayalım. Daha sonra buna B yapısı ekleniyor ve ortaya çıkan AB sistemi işlevi daha iyi yerine getiriyor. Bir sonraki aşamada A mutasyona uğrayarak A’ haline geliyor ve A’B sistemi söz konusu işlevi daha da iyi yerine getirdiği için evrim tarafından seçiliyor. Fakat artık sistemin parçaları olan A’ ve B tek başlarına işlevi yerine getirebilecek durumda değiller. Diğer bir deyişle A’B sistemi indirgenemez derecede karmaşık hale geldi. Sistemi ilk olarak bu aşamada gözleyen biri bunun adım adım Darwinci bir süreç sonunda ortaya çıkamayacağını düşünebilir. Oysa sistem aslında tam da bu şekilde ortaya çıkmıştır (Sarkar, 2007).
  
İkinci Darwinci açıklamaya göre indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin daha az karmaşık önceki halleri başka bir işlevi yerine getirdikleri için seçilmiş olabilir. Dolayısıyla bugünkü karmaşık sistem daha az karmaşık eski formlardan evrimleşmiş olabilir. Buna verilebilecek en iyi anlaşılmış örneklerden biri kuştüyüdür. Kuştüyüne sahip olmayan hiçbir kuş bilindiği kadarıyla uçamamaktadır. Kuşların dinozorlardan, kuştüyünün de dinozor pullarından evrimleştiğini biliyoruz. Fakat pul-kuştüyü arası yapılar uçmayı sağlayacak aerodinamik özelliklere sahip değildir. Bu durumda kuştüyleri bir tür indirgenemez derecede karmaşık sistem olarak görülebilir. Fakat gene biliyoruz ki kuştüyü uçmayı sağlama dışında ısı kaybına karşı yalıtım özelliğine de sahiptir. Pul-kuştüyü arası formlarda da bu özellik kısmen vardır. Dolayısıyla pullardan kuştüyüne adım adım geçiş muhtemelen yalıtım avantajı kazandırdığı için başlamıştır ve belli bir aşamada kuştüyü artık bir başka işlev olan uçmayı da sağlar hale gelmiştir (Sarkar, 2007).
  
Özet olarak, Darwinci görüşün prensip itibariyle açıklayamayacağı indirgenemez derecede karmaşık bir sistem henüz keşfedilmiş değildir. Bu da eldeki verilerin, Darwinci görüşün ve benzeri doğalcı açıklamaların dışına çıkılmasını ve akıllı tasarım görüşünün benimsenmesini gerektirmediği anlamına gelmektedir.
 
Akıllı tasarıma karşı kullanılmaması gereken eleştiriler
 
Akıllı tasarım görüşünün ampirik ve kavramsal açılardan ne şekilde eleştirilebileceğini kısaca görmüş olduk. Bu kısımda evrim teorisi savunucularının akıllı tasarımı özellikle felsefi yönden eleştirmeye giriştiklerinde sık kullandıkları ve zayıf oldukları için aslında kullanmamalarının daha uygun olacağı bazı argümanlara bakacağız.
 
Başta da gördüğümüz gibi, akıllı tasarımın fen derslerinde okutulmasının uygun olup olmadığının tartışıldığı bir ortamda akıllı tasarım görüşünün ve savunucularının dinsel bir motivasyona sahip olduğunu göstermek etkili bir strateji olabilir. Fakat akıllı tasarım görüşünün bilimselliğinin bilim felsefesi açısından tartışıldığı bir ortamda bu sağlam bir argüman değildir. Bilim felsefesinde bilimsel bir görüşün kaynağıyla gerekçelendirilmesi arasında bir ayrım yapılır. Ve görüşün bilimselliğiyle, sağlamlığıyla, doğruluğuyla ilgili bir tartışma ancak gerekçelendirme düzeyinde yapılabilir. Yani görüş ortaya atıldıktan sonra savunulması/gerekçelendirilmesi ampirik veriler ve bilimsel düşünüş kullanılarak yapılır. Bu açıdan zayıf olan bir görüşün bilimselliği sorgulanabilir. Fakat kaynağı (ortaya atılma sebebi) bir kutsal kitap olduğu, dayanaksız bir tahmin olduğu, hatta bir rüya olduğu gerekçesiyle bir görüşün bilimselliği sorgulanamaz. Bu bakımdan akıllı tasarımın bilimselliğinin felsefi açıdan tartışıldığı bir ortamda dinsel kaynaklı olma eleştirisi sağlam bir argüman değildir.
  
Akıllı tasarımı ortaya çıkaran akıllı tasarımcının gözlenemiyor olması da kendi başına akıllı tasarım görüşünün bilimselliğini zedeleyen bir husus değildir. Bilimde doğrudan gözlenemeyen mekanizmaların açıklama amaçlı olarak sık sık kullanıldığını görürüz. Modern fizikte gözlenemeyen parçacıkların, fizik deneylerinde ortaya çıkan etkilerin açıklanması amacıyla kullanılması buna bir örnektir. Burada önemli olan, gözlenemeyen mekanizmayı ileri süren teorinin bu mekanizmanın ne tür şartlarda ne tür gözlenebilir sonuçlar ortaya çıkaracağıyla ilgili test edilebilir tahminler yapabilmesidir. İşte bu bakımdan akıllı tasarım düşüncesi gerçekten sorunludur. Zira akıllı tasarımcının zihnini okuyabilecek bağımsız bir yönteme sahip olmadığımız için akıllı tasarım görüşü zaten gözlediğimiz etkilerin ötesinde başka ne gibi etkiler gözlememiz gerektiğiyle ilgili kolayca tahmin yapamamaktadır. Bu yüzden de bu görüş kamuoyunda bu kadar ses getirmesine rağmen bilimsel alanda hala önemli bir araştırmaya kaynaklık edebilmiş değildir.
 
Son olarak, Popper’ın “yanlışlanabilirlik” prensibinin basit halinin akıllı tasarıma karşı kullanılması da güçlü bir eleştiri niteliğinde değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi doğrudan yanlışlanamayacak metafiziksel ve metodolojik prensipler bilimin kendisinde de vardır. Dolayısıyla yanlışlanamayacak yönleri olan bir teori doğrudan “bilim dışı” olarak sınıflandırılamaz. İkincisi, modern bilim felsefesi bize, yaptığı tek bir öngörünün bile yanlış çıkması durumunda bilimsel bir teorinin anında reddedilmesi gerektiğini söylememektedir. Duhem-Quine tezi olarak bilinen prensibe göre teorinin öngörüsüyle ampirik veri arasındaki uyuşmazlık teorinin yanlış olması dışındaki sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir (Godfrey-Smith, 2003). Bu yüzden bir teorinin yanlışlanması Popper’ın zannettiği kadar basit bir süreç değildir. Son olarak, akıllı tasarımı yanlışlanamaz olduğu gerekçesiyle bilim dışı saymak ve daha öte bir değerlendirmeye tabi tutmamak bu görüşün bilimin kıskacından fazla kolay bir biçimde kurtulması anlamına gelmektedir. Astroloji bugün yanlışlanamaz olduğu için değil, tam tersine öngörüleri defalarca test edildiği ve yanlış çıktığı için bilim dışı sayılmaktadır. Aynı stratejiyi akıllı tasarıma karşı kullanmak, prensipte yanlışlanabilir bir teori olduğunu varsayarak bilimsel açıdan ciddiye almak, ve yaptığı öngörülerin sürekli yanlış çıktığını ampirik verilere dayanarak göstermek akıllı tasarıma karşı çok daha güçlü bir eleştiriyle ortaya çıkmayı sağlayacaktır (Pigliucci, 2002).

Sonuç: Bilimsel tavır

Günümüz bilim felsefesinde bilimin doğasıyla ilgili görüşler son derecede çeşitlidir (Godfrey-Smith, 2003). Bu yüzden bilimin amacıyla veya bilimselliğin kriterleriyle ilgili 20. yüzyılın ilk yarısında mantıksal pozitivizmin hakim görüş olduğu zamanlardaki gibi rahatça iddialar ortaya atabilecek durumda değiliz. Fakat gene de birçok bilim felsefecisi bilimin ana amaçlarından birinin ampirik verileri ve bilimsel yöntemin mantığını kullanarak varolanın en iyi açıklamasını sunmak olduğunu kabul edecektir. Bu yüzden bilimsellik adına evrim teorisi savunulurken gözden kaçırılmaması gereken şey bilimsel tavrın evrim teorisine değil bilimsel düşünüşe bağlı kalmayı gerektirdiğidir. Diğer bilimsel teoriler gibi evrim teorisi de ispatlanmış, doğruluğu kesin olarak gösterilmiş bir teori değildir. Yakın gelecekte elde edilecek araştırma bulgularının birikerek bizi evrim teorisinden vazgeçip yerine başka bir teoriyi benimsemeye sevketmesi ihtimal dahilindedir. Bu yüzden evrim teorisini dogmatik bir şekilde savunmaktan ziyade şu anda varolanın en iyi açıklaması olduğu için savunmak, daha iyi bir açıklama ortaya çıktığında da evrim teorisini terketmeye hazır olmak gerekir. Bilimsel tavrın gereği budur.


Kaynaklar
Godfrey-Smith, P. (2003). Theory and reality: An introduction to the philosophy of 
          science. Chicago: The University of Chicago Press.
Miller, K. (2008). Only a theory: Evolution and the battle for America’s soul. New York:
          Viking Books.
Pigliucci, M. (2002). Denying evolution: Creationism, scientism, and the nature of 
          science. Sunderland, MA: Sinauer Associates.
Sarkar, S. (2007). Doubting Darwin? Creationist designs on evolution. Oxford: Blackwell
          Publishing.