16.07.2011

Stephen Jay Gould, Bilimde Taraflılık ve Biyolojik Determinizm


Stephen Jay Gould’u uzun uzun tanıtmaya gerek yok. 20. yüzyılın en ünlü evrimsel biyologlarından ve en popüler bilim yazarlarından biriydi. Ününü bilimsel buluşları kadar ideolojik açıdan sakıncalı gördüğü görüşlere yönelttiği eleştirilerle de yapmıştı. Bu görüşler arasında bilimsel ırkçılığı, adaptasyonculuğu, sosyobiyolojiyi ve genetik determinizmi sayabiliriz. 2002’de öldüğünde belki de başyapıtı olan The Structure of Evolutionary Theory’yi yeni bitirmişti. Gould’un eserlerinin çoğuna şuradan ulaşılabilir:


Gould’un en çok tartışma yaratan kitaplarından biri 1981’de yayınladığı The Mismeasure of Man (İnsanın Yanlış Ölçümü) idi. Gould bu kitapta tarih boyunca zeka ölçümünde kullanılan iki yöntem olan kafatası ölçümlerini ve IQ testlerini eleştiriyordu. Amacı bu yollarla insan gruplarını değerleri bakımından kategorize etmeye çalışanların bilimsel taraflılıklarını ve gizli ideolojilerini ortaya koymaktı.



Kitapta en ağır eleştiriye maruz kalanlardan biri 19. yüzyılda yaşayan Amerikalı fiziksel antropolog Samuel George Morton’dı. Morton sahip olduğu büyük kafatası koleksiyonunu kullanarak değişik ırkların kafatası büyüklüklerini karşılaştırmıştı. Vardığı sonuç Gould’a göre Morton’ın araştırmadan önce sahip olduğu taraflılığa tamamen uyuyordu: En büyük kafatasına sahip olan ırk beyazlardı; onları Amerikan yerlileri, onları da Moğollar ve zenciler takip ediyordu. Gould Morton’ın ham verilerinin aslında vardığı sonucu desteklemediğini, Morton’ın ham verilerle çeşitli istatistiksel yöntemler kullanarak oynadığını iddia etti. Mesela Gould’a göre Morton Amerikan yerlilerini tek bir grup gibi ele alıp ortalama kafatası büyüklüklerinin beyazlardan düşük olduğunu iddia etmişti. Oysa mesela Iroquois yerlilerinin kafatası büyüklüğü beyazların ortalamasının üstündeydi. Gould’un iddiasına göre Morton büyük kafatasına sahip yerli gruplarını örneklemine fazla katmayarak sonuçlarının kendi ırkçı önyargılarına uygun çıkmasını sağlamıştı.



Gould’un kitabı çeşitli hatalar içerdiği için 1981’den bu yana zaman zaman eleştirilere uğradı. Gould’un hata iddialarına kayıtsız kalması ve kitabın 1996’da çıkan ikinci baskısında vardığı sonuçlarla uyuşmayan yeni araştırmaları görmezden gelmesi de ayrıca eleştiri konusu oldu. Fakat herhalde şu ana kadarki en yıkıcı eleştiri 7 Haziran 2011’de PLoS Biology dergisinde çıkan makale oldu. Bu makalede bir grup antropolog Gould’un Morton’a yönelttiği suçlamaların tamamen temelsiz olduğu gösteriyor:


Araştırmacılar Morton’ın kullandığı 670 kafatasından 308’inin hacmini yeniden ölçmüşler. İstatistiksel analizleri de tekrar kontrol etmişler. Sadece 7 kafatasının ölçümü Morton’ın ilk ölçümünden önemli derecede farklı çıkmış. Bu sapmaların hangi kafataslarında ve ne yönde olduğuna baktıklarında Morton’ın ırkçı önyargılarını destekleyecek yönde olmadığını görmüşler. Yani hatalar Morton tarafından bilinçli olarak yapılmış gibi görünmüyor ve vardığı genel sonuçları değiştirmiyor. Ayrıca analizler Amerikan yerlilerinin genel ortalamasını düşürmek için Morton’ın yerli gruplarında herhangi bir oynama yapmadığını gösteriyor. Tam tersine, asıl büyük hatalar Gould’un yaptığı hesaplamalarda var. Gould herhangi bir açıklama vermeden Morton’ın örneklemindeki bazı grupları hesaplamalardan çıkarmış ve bunun sonucunda bütün ırkların kafatası büyüklüğünün eşit olduğunu iddia etmiş. Gould ayrıca Morton’ın bilimsel yöntemiyle ilgili başka suçlamalarda da bulunuyor ve bunlar aslında Morton’ın kitabına bakıldığında asılsız olduğu kolaylıkla görülebilecek suçlamalar.
  
Burada araştırmacıların analizinin Morton’ı ne yönden temize çıkardığının, ne yönden çıkarmadığının net olarak ortaya koyulması gerekir. Morton kendi zamanındaki birçok bilim adamı gibi ırkçıydı ve bunu saklamıyordu. Dolayısıyla analiz Morton’ın ırkçı olmadığını gösterme amaçlı değil. Morton’ın ırkçı önyargılarının vardığı bilimsel sonuçları çarpıtıp çarpıtmadığını gösterme amaçlı. İkincisi, araştırmacılar Morton’ın bulgularından hareketle onun bahsettiği ırk kategorilerinin (zenciler, Moğollar, vs.) gerçekten varolduğunu ve bu ırkların kafatası hacmi bakımından gerçekten farklı olduğunu iddia etmiyorlar. Kadın ve erkekler ortalama vücut büyüklükleri gibi ortalama kafatası büyüklükleri bakımından da farklı ve örneklemdeki ırkların hangisinde ne kadar kadın olduğunu bilmeden ırkları anlamlı olarak karşılaştırmak ve bir sıraya dizmek mümkün değil. Dolayısıyla araştırmacılar beyazların büyük kafatasına, zencilerin küçük kafatasına sahip oldukları iddiasını da doğrulamış olmuyorlar. İddia sadece Morton’ın elindeki verileri kitabında doğru bir biçimde yansıttığı şeklinde.

Araştırmacılar makaleyi bir ironiye dikkat çekerek bitiriyorlar. Gould’un kitabının yayınlanmasından bu yana Morton’ın çalışması önyargıların ve taraflılığın bilimsel sonuçları nasıl çarpıtabileceğinin örneği olarak görüldü. Gould ideolojinin ve kültürel bağlamın bilimi etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu, bu tür çarpıtmaların bilimde yaygın olarak görüldüğünü iddia etmişti. Araştırmacılara göre ise Gould’un kendi yaptığı hatalar ve çarpıtmalar bu taraflılığın çok daha iyi bir örneği. Araştırmacılar bilim adamı taraflı olsa da vardığı sonuçların taraflı olmasının gerekmediğini, bilimsel yaklaşımın güçlü olan yönünün objektif olmayan bir araştırmacının bile kültürden ve ideolojiden bağımsız objektif sonuçlara varmasını mümkün kılması olduğunu söylüyorlar.

Makalenin haberi popüler basında ve bilim bloglarında yer buldu ve genellikle olumlu tepkiler aldı. The New York Times’ın konuyla ilgili haberi:


Fiziksel antropolog John Hawkes’un blogundan:


Evrimsel biyolog Jerry Coyne’un blogundan:


Fakat herkes makalenin yazarlarından Ralph Holloway’in verdiği demeçte Gould’u “ideolojisini bilimin önüne geçiren bir şarlatan” olarak nitelendirmesinden hoşnut olmadı. Bilim yazarı John Horgan Scientific American dergisinin Web sayfasındaki blogunda Gould’un biyolojik determinizme karşı verdiği savaşı savunmaya girişti:


Horgan Morton’ın verilerinin yorumunda Gould’un haksız olabileceğini kabul ediyor, ama biyolojik determinizme tehlikeli bir ideoloji olarak karşı çıkışında tamamen haklı olduğunu söylüyor. Biyolojik determinizmden kastettiği (Gould’dan yaptığı alıntıya göre) şu: “Değişik insan grupları (ırklar, cinsiyetler, sınıflar) arasındaki sosyal ve ekonomik farklar doğuştan gelen biyolojik özelliklerden kaynaklanır ve bu yüzden toplumsal farklılıklar biyolojik farklılıkların doğru bir yansımasıdır.”  Bu şekilde bakıldığında bir değer yargısı ima etmesi (“toplumu değiştirmeye çalışmak anlamsızdır”) nedeniyle biyolojik determinizm gerçekten bir ideoloji ve birçok insanı ahlaken rahatsız edecek bir ideoloji. Fakat Horgan’ın modern bilimde biyolojik determinizmin hala varolduğu iddiası için verdiği örnekler tuhaf: İnsandaki savaş eğiliminin kökenlerinin şempanzeyle ortak atamıza kadar uzandığı iddiası; bazı insanların genetik sebeplerle saldırganlığa daha eğilimli olduğu iddiası; beyindeki bilinçsiz süreçlerin bilinçli kararlardan önce gelmesi nedeniyle özgür iradenin varolmadığı iddiası, vs. Birincisi, bu iddialarda bir değer yargısı yok. Bunlar bilimsel araştırma yoluyla (çok yakın gelecekte olmasa bile) doğru olup olmadığı saptanabilecek iddialar. Dolayısıyla bunlar ideolojik iddialar değil. İkincisi, bunların (özellikle ilk ikisinin) doğru olması davranışlarımızın tamamen genler tarafından belirlendiği ve değiştirilemeyeceği anlamına gelmiyor. Bir zamanlar tamamen sosyal etkilerle ortaya çıktığı zannedilen davranış eğilimlerinde genlerin de rolü olduğu anlamına geliyor. Bilişsel yetenek ve sosyal davranış farklılıklarında genlerin hiçbir rolü olamayacağına hala inanan ve buna gerekçe olarak genetik determinizmin kötülüklerini gösteren birinin Steven Pinker’ın The Blank Slate kitabını (özelikle 6. bölümü) acilen okuması gerekiyor demektir.

Gould’un hatalarını en başta ve en ağır şekilde orijinal anlamıyla biyolojik determinizme karşı savaşanların eleştirmesi gerekiyor. Çünkü öyle görünüyor ki Gould kendi ideolojisini savunabilmek amacıyla bilimi çarpıtma yoluna gitti. Bilimi kullanmayan, bilime güvenmeyen, işine gelmediğinde bilimi kabul etmeyen birinin kendi ideolojisini savunmaya kalktığında hiçbir inanılırlığı kalmaz. Bu yüzden Horgan gibilerin öncelikle neye karşı çıkmak anlamlıdır, neyi kabul etmek gereklidir, hangi bilimsel sonuç ne amaçla kullanılabilir konularını daha iyi düşünmesi gerekir. Ahlaki ve politik ideallerin tehdit altında olduğunu düşünmek rasyonel düşünceden vazgeçmeyi gerektirecek bir bahane değil.

Kaynaklar:

Gould, S. J. (1981). The mismeasure of man. New York: W. W. Norton.

Lewis, J. E., DeGusta, D., Meyer,M. R., Monge, J. M., Mann, A. E., & Holloway, R. L. (2011). The mismeasure of science: Stephen Jay Gould versus Samuel George Morton on skulls and bias. PLoS Biology, 9(6), 1-6.

Pinker, S. (2002). The blank slate: The modern denial of human nature. Londra: Penguin.


2 yorum:

Ege Özen dedi ki...

Güzel bir yazi olmus. Sanirim bu noktada üzerinde durulmasi gereken konulardan biri de nature vs. nurture tartismasindaki alinan pozisyon nedeniyle bazi durunlarda bilim insanlarinin tartismada taraf olduklari grubun kavramlari veya teorileri ile bir fenomeni aciklayabileceklerine inanmaları olabilir. Bir insan grubunun baska bir insan grubuna gore herhangi bir konuda (IQ testi elestirileri kesinlikle çok önemli) daha az kabiliyete sahip oldugunu iddia etmek kendi basina salt biyolojik determinizm degildir. Bilimsel anlamda iddia edilen bu önermenin nedenlerini tamamen biyolojiye dayandirmak farkli birseydir ve asil biyolojik determinizm budur. Ancak diger yandan tartismanin genelde nurture tarafinda yer alan insanlarin bu tip konulari calisan insanlarin yaptiklarinin bilim olmadigini iddia etmeleri, ya da ideolojik pozisyon sahibi olmadan yapilabilecek bir bilime kesinlikle inanmadiklarini belirtmeleri de elestirdikleri biyolojik determinizm kadar tehlikelidir. Sonuc olarak burada iki farkli tartisma var gibi gorunuyor; birincisi insan topluluklari arasindaki farkliliklarin bilimsel olarak incelenmesi, ikincisi ise bu bilimsel arastirmalardan cikacak sonuclarin yorumlanmasi ya da genellestirilebilir neden-sonuc iliskilerinin ortaya konması, baska bir deyisle bu bilimsel bilgi ile ne yapacagimiz sorusu... Son kertede simdilik bu tartismada benim gordugum en ikna edici taraf her iki taraftan da yararlanan bilim insanlarinin bulundugu yer; hem nature hem de nurture hatta ikisi birbirinden ayri dusunulemez diyenler...

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

Merhaba Ege. İdeolojik anlamda biyolojik determinizmden bahsedebilmemiz için "bu bilimsel bilgi ile ne yapacağız, toplumsal politikaları nasıl şekillendireceğiz" sorusunun devreye girmesi gerektiği fikrine katılıyorum. Ama bu şekilde baktığımızda davranışsal bir fenomeni veya bilişsel bir kapasiteyi (veya bunların bozukluklarını) tamamen biyolojik/genetik düzeyde açıklamak zorunlu olarak biyolojik determinizm kapsamına girmiyor. Akla gelebilecek en basit örneklerden biri Huntington hastalığı. Bu davranışsal ve bilişsel bozukluğa tek bir gen sebep oluyor. Bu genin anormal kopyasına sahip olan biri kesinlikle Huntington hastalığına yakalanıyor. Bu anlamda tamamen genlerin belirlediği bir hastalık. Diğer taraftan, tamamen çevrenin belirlediği, genlerin hiç rol oynamadığı durumlar da var. Gene hemen akla gelebilecek örneklerden biri insanın konuştuğu dil. Dil becerisinin genetik temeli vardır ama insanın hangi dili konuşacağının belirlenmesinde genlerin hiçbir rolü yoktur. Bu tamamen çevreden duyulan dil tarafından belirlenir. Dolayısıyla inceleme konusu olan fenomenin ortaya çıkışında genlerin rolü var mıdır, çevrenin rolü var mıdır, ikisinin de rolü varsa bu roller ayrı ayrı mı yoksa etkileşim içinde mi katkı yapmaktadır sorularını cevapları en baştan varsayılacak sorular olarak değil ampirik araştırma sonucunda cevaplanacak sorular olarak görmek gerekir.

Hasan Bahçekapılı

Yorum Gönder