23.07.2011

Evrimsel Psikolojiden Çıkış: Eleştiriler ve Yeni Fırsatlar


Geçen yıl “Evrimsel Psikolojiye Giriş” başlıklı bir yazı yayınlamıştık. Özel anlamıyla Evrimsel Psikoloji’yi savunucularının gözünden anlatmış ve biz de büyük ölçüde savunucu bir yaklaşım benimsemiştik. Bu sefer Evrimsel Psikoloji’ye daha eleştirel bakan yeni bir makalenin tanıtımını yapacağız.

Makale 19 Temmuz 2011’de PLoS Biology dergisinde yayınlandı. Yazarlar daha önce de evrimsel psikolojiye başka yerlerde benzer eleştiriler yöneltmiş bir grup psikolog, biyolog ve felsefeci. Yani söyledikleri şeyler tamamen yeni değil. Fakat bu eleştirileri tek bir yerde derli toplu ortaya koyması nedeniyle ve eleştiri yanında evrimsel psikolojinin önündeki yeni fırsatlara da yer vermesi nedeniyle bu makaleyi özel olarak tanıtmaya değer bulduk.

Öncelikle eleştirilen şeyin genel anlamda psikolojiye evrimsel yaklaşım olmadığını, özel olarak “Santa Barbara ekolü” diyebileceğimiz yaklaşım olduğunu söyleyelim. Bizim geçen yılki yazımızda tanıttığımız yaklaşım da buydu. Evrimsel psikolojiyi bu özel anlamıyla değil daha genel anlamda düşündüğümüzde makalenin yazarları da kendilerini “evrimsel psikolog” olarak tanımlamakta bir sakınca görmeyeceklerdir.

Makalede evrimsel psikolojinin temel prensiplerinden üç tanesi eleştiriliyor. Evrimsel biyoloji, gelişimsel biyoloji, genetik ve bilişsel nörobilim gibi alanlardaki son bulguların bu prensipleri yeniden düşünmeyi ve belki de bunlardan tamamen vazgeçmeyi gerektirdiği söyleniyor. Söz konusu prensipler şunlar:

1. İnsanın zihinsel süreçleri modern çevreye değil eski çevre şartlarına (özellikle Pleistosen Çağ şartlarına) uyum sağlayacak şekilde evrimleşmiştir. Yeni çevre şartlarına uyumu sağlayacak psikolojik mekanizmaların evrimleşmesi için henüz yeterli süre geçmemiştir. Slogan şeklindeki ifadesiyle “modern kafataslarımızın içinde taş çağından kalma zihinler taşıyoruz”.

Yazarlar son yıllardaki insan genetiği araştırmalarından hareketle son 10,000 yılda bile insan genomunda önemli değişiklikler olduğunu, bu değişikliklerin beyni de etkileyen cinsten olduğunu ve bunların önemli bir kısmının Darwinci seçilimden kaynaklandığını söylüyorlar. Bu genetik değişiklikler özellikle tarım ve hayvancılığa geçilmesi ve insan topluluklarının büyümesi sonucu oluştu. Yani muhtemelen son 10,000 yıl içinde ortaya çıkmış, insanın yeni çevresine uyum sağlamasına yönelik psikolojik adaptasyonlar var: Adaptasyonlar evrimsel psikologların düşündüğünden çok daha çabuk ortaya çıkabiliyor. [Bu konuyla ilgili olarak “Bizi İnsan Yapan Ne” başlıklı yazımıza da bakabilirsiniz.] Ayrıca insanlar çevrelerine pasif bir şekilde tepki vermekle kalmazlar; çevrelerini aktif bir şekilde inşa ederler. İnsanların kendi inşa ettikleri çevrenin şartlarına uyum sağlayabilmek için genetik değişiklik olmasını beklemeleri gerekmez.

2. Evrensel bir insan doğası vardır. Bu doğa insan türüne özgü olan ve doğuştan gelen evrimleşmiş psikolojik mekanizmalardan oluşur. İnsan davranışının kültürden kültüre fark göstermesi evrensel mekanizmaların değişik çevre şartlarında değişik davranışlar üretmesinden kaynaklanır.

Yazarlar buna cevaben birkaç araştırma bulgusunu öne çıkarıyorlar. Birincisi, insan genomundaki genlerin sayısının azlığıyla insan beyninin karmaşıklığı arasındaki tezat. Genomda beyindeki bağlantıları bütün ayrıntılarıyla belirleyecek ölçüde bilgi kodlanmış olamayacağına göre beynin yapısı önemli ölçüde gelişimsel süreçte belirleniyor olmalı. Dolayısıyla zihnin temel yapısı tamamen doğuştan geliyor olamaz. Ayrıca genlerle kültürün beraber evrimleştiği yönündeki alternatif evrimsel yaklaşımı göz önüne alırsak kültürden kültüre genlerin ve dolayısıyla zihinsel süreçlerin de farklılık göstereceğini söyleyebiliriz: Zihnin yapısı tamamen evrensel de olamaz. Son olarak, evrimsel psikologlar kadınların ve erkeklerin eş seçme kriterlerinin evrensel olduğunda ısrar etse de evrimsel biyolojideki (özellikle cinsel seçilim teorisindeki) son gelişmeler cinsiyet rollerinin çevre şartlarına göre kolayca değişebileceğini gösteriyor.

3. Zihin genel amaçlı bir bilgisayar gibi değil, bağımsız çalışan ve farklı işlevler gören modüllerden oluşan bir bilgisayar gibi çalışır. Her bir adaptif sorunun çözümüne yönelik ayrı bir zihinsel modül vardır.

Yazarlara göre nörobilimdeki son bulgular özellikle öğrenme, hafıza ve problem çözme gibi üst düzey bilişsel faaliyetlerde beynin büyük ölçüde genel amaçlı mekanizmalardan oluştuğuna işaret ediyor. Bunun için verdikleri örnek birleştirme yoluyla öğrenmeyi (yani klasik ve operant şartlanmayı) mümkün kılan mekanizma. Değişik hayvanlarda ve değişik öğrenme prosedürlerinde ortaya çıkan sonuçların büyük kısmının Rescorla-Wagner kuralı kullanılarak başarıyla modellenebileceğini söylüyorlar. Bu da yazarlara göre farklı öğrenme türlerinin genel bir mekanizmadan kaynaklandığını gösteriyor.

Bu eleştiriler için ne diyebiliriz? Evrimsel psikologların bahsedilen prensiplerden tamamen vazgeçmesini gerektiriyorlar mı? Aslında makalenin yazarları da bu kadar güçlü bir iddiada bulunmuyor. Sadece evrimsel psikologların kendilerini ilgilendiren diğer alanlardaki gelişmeleri takip etmesi ve bunlar ışığında kendi prensiplerini yeniden sorgulaması gerektiğini, prensiplerde ısrar etmek yerine yeni fikirleri denemenin evrimsel psikolojide verimli açılımlar meydana getirebileceğini söylüyorlar.

Söz konusu prensipleri değişmez dogmalar olarak değil de araştırmalara yön veren ve gerektiğinde vazgeçilebilecek olan pragmatik varsayımlar olarak düşünürsek daha kolay savunulabilir hale gelirler. Mesela insanlardaki adaptasyonların bugünkü şartlara değil geçmişteki çevre şartlarına yönelik olduğu prensibini ele alalım. Evrimsel psikologların zamanında neden böyle bir prensip belirlediklerinin aslında basit bir cevabı var: “Bir davranışın adaptif olmadığı gözleminden hareketle o davranışı üreten zihinsel mekanizmanın adaptasyon olamayacağı sonucuna varamayız” demeyi sağlıyor. Buna dair en sık verilen örneklerden biri yağdan ve şekerden hoşlanıyor olmamız. Etrafımızda istemediğimiz kadar yağlı ve şekerli besin maddesinin var olduğu günümüzde bu hoşlanma bizi çeşitli kalp ve damar hastalıklarına eğilimli hale getiriyor. Oysa bunlardan hoşlanmayı sağlayan mekanizma muhtemelen zamanında bizi açlıktan ölme tehlikesinden koruyan bir adaptasyon olduğu için seçilmişti. Dolayısıyla neyin adaptasyon olduğunun belirlenmesinde bugünkü şartlarda işe yarayıp yaramama tek kriter olarak kullanılamaz. Ama bu elbette dogmatik bir şekilde “modern dünyanın şartlarında işe yarayan hiçbir adaptasyon yoktur” diye ısrar etmeyi de gerektirmez.

Veya evrensel insan doğası prensibini ele alalım. “Bizi insan yapan nedir; zihnin bütün insanlarda ortak olan, bizi şempanzelerden ve dijital bilgisayarlardan farklı kılan yönleri nelerdir?” diye sorduğumuzda evrensel bir insan doğası olduğunu varsaymış oluyoruz zaten. Bu sorunun anlamlı bir soru olmadığını iddia etmek de mümkün tabii. Fakat yazarlar en azından bu makalede böyle bir şey ima etmiyorlar. Davranışla ve beyinle ilgili bazı genlerin evrensel olmadığı, kültürden kültüre fark gösterdiği bulgusu gerçekten çok ilginç ve çok önemli. Fakat bu evrensel insan doğası varsayımından vazgeçmeyi gerektirmiyor. Sadece nelerin evrensel olmadığını görmemizi sağlıyor.

Son olarak modüler zihin prensibini ele alalım. Tavşanlarda göz kırpma şartlanması, farelerde korku şartlanması ve insanlarda nedensel yargılarda bulunma gibi çok değişik öğrenme prosedürlerinde Rescorla-Wagner kuralının başarıyla uygulanıyor olması bu öğrenme türlerine yönelik farklı modüllerin olmadığı anlamına gelir mi? Gelmediğini görebilmek için algoritma-mekanizma ayrımını göz önüne almak yeterli. Modül dediğimizde zihinsel/beyinsel mekanizmaları kastediyoruz. Rescorla-Wagner kuralı ise bu mekanizmaların soyut düzeyde nasıl çalıştığını tasvir eden bir algoritma. Farklı mekanizmalar pekala benzer bir algoritmaya göre çalışıyor olabilir. Beyincikteki mekanizmalara dayanan göz kırpma şartlanmasının, amigdaladaki mekanizmalara dayanan korku şartlanmasının ve prefrontal korteksteki mekanizmalara dayanan nedensel yargıların, aynı algoritmaya göre çalışsalar bile, birbirlerinden farklı modüller olduğu hala savunulabilir. Modüler zihin anlayışını araştırma fikirlerine yön veren ve araştırma bulgularından hareketle değişebilecek olan bir varsayım olarak görmek gerekir.

Gene de yazarların makalenin son kısmındaki saptamalarına katılmamak elde değil. Bunlardan biri evrimsel psikolojik araştırmaların yöntemsel mantığına yönelik. Yazarlara göre evrimsel psikologlar genellikle kendi adaptasyoncu hipotezlerinden hareketle bir tahminde bulunuyorlar, araştırmalarının bulguları bu tahminle uyumlu olduğunda da hipotezlerini desteklenmiş sayıyorlar. Oysa modern bilimsel metodolojideki genel kabule göre hipotez test etme her zaman karşılaştırmalı olması gereken bir iştir. Tek bir hipotezden yola çıkıp elde edilen bulgular bunla uyumlu mu diye bakmak yerine, birden çok hipotezi göz önüne alıp bulgular en iyi hangisiyle açıklanabilir diye bakmak gerekir. “Bu bulgular adaptasyoncu olmayan hipotezlerle de uyumlu mu” sorusu evrimsel psikologların çoğu zaman es geçtiği bir soru.

Ayrıca evrimsel psikoloji gerçekten içine fazla kapalı bir alan. Evrimsel biyoloji ve genetik gibi evrimsel psikolojiyi çok yakından ilgilendirmesi gereken alanlarda hem kavramsal hem ampirik birçok yenilik olurken evrimsel psikolojideki araştırma sorularının ve kullanılan yöntemlerin bunlardan neredeyse hiç etkilenmemesi çok manidar. Bu kapalılığın bir diğer göstergesi de davranışa evrimsel açıdan bakan diğer yaklaşımlardan (mesela gen-kültür evrimi veya davranışsal ekoloji) kaynaklanan araştırmaların Science ve Nature gibi genel bilim dergilerinde sık sık boy gösterirken evrimsel psikolojik araştırmaların Evolution and Human Behavior gibi bir avuç özelleşmiş dergiye sıkışmış olması. Diğer evrimsel yaklaşımlarla tartışmak yerine onlarla işbirliği yapmak, yan alanları tanıyıp işe yarayacak yeni kavram ve yaklaşımları benimsemek evrimsel psikolojinin gelişmesine katkı sağlayacaktır. Geçen yılki yazımızın sonunda vardığımız bu sonuca ele aldığımız eleştirel makalenin yazarları da katılıyorlar.

Son olarak bilim bloglarından makaleyle ilgili iki yorum. Biyokimyacı Razib Khan’ın olumlu yorumu:

http://blogs.discovermagazine.com/gnxp/2011/07/the-end-of-evolutionary-psychology/

Santa Barbara ekolünün temsilcisi psikolog Robert Kurzban’ın eleştirel yorumu:

http://www.epjournal.net/blog/2011/07/new-paper-concludes-evolutionary-psychology-is-not-%e2%80%9cunfeasible%e2%80%9d/


Kaynak:

Bolhuis, J. J., Brown, G. R., Richardson, R. C., & Laland, K. N. (2011). Darwin in mind: New opportunities for evolutionary psychology. PloS Biology, 9(7): e1001109.

6 yorum:

kutlugunes dedi ki...

Orjinal makalenin yazarlarinin Rescorla-Wagner (RW) kuralinin literaturdeki ogrenme deneyleri sonuclarini aciklamasi konusundaki basarisi ile ilgili yorumuna katilmiyorum.

Rescorla-Wagner kurali ilk ortaya atildigi 1972 yilindan beri en nufuzlu ogrenme modellerinden biri olsa da yazarlarin one surdugu gibi bu nufuzunun kaynagi aciklayabildigi ogrenme olgularinin fazlaligi degildir. Cunku RW kurali konfigurasyon ve dikkat kavramlari gibi ek varsayimlar olmadan Pavlov’dan beri gosterilmis ogrenme olgularindan pek azini aciklama becerisine sahiptir. RW kuralinin alandaki nufuzunun asil nedeni ise gunumuzdeki Bayesci ve zamanlama modelleri haricindeki butun modellerin icine dahil edilmis olmasindan kaynaklanmaktadir (bknz. Mackintosh, 1975; Pearce ve Hall, 1980; Schmajuk, Lam, ve Gray, 1996; Stout ve Miller, 2007).

Orjinal makalenin bu elestirisinde de belirtildigi gibi RW kurali bircok ogrenme prosedurunde ve degisik hayvan turlerinde gecerli olsa da gunumuzde aciklama gucu acisindan daha basarili modeller dikkat, konfigurasyon, ve zamanlama mekanizmalarini barindiran modellerdir.
Norobilim alaninda Hollerman ve Schultz (1998) RW benzeri hata duzeltme (error correction) mekanizmalarinin orta beyindeki dopamin salgilamasiyla kodlandigini bulmustur. Buna karsilik diger calismalarda dikkat ile ilgili alanlar beynin Dorsolateral Prefrontal Kortex (Dunsmoor ve Schmajuk, 2009; Yamasaki ve arkadaslari, 2002), ve konfigurasyon ile ilgili alanlar Hipokampus ve Kortex (Rudy & Sutherland, 1995) olarak bulunmustur.

Bu acilardan RW kurali genel bir ogrenme kurali olsa bile bu tur algoritmik ve noroanatomik olarak bagimsiz mekanizmalarin varligi moduler bir yapinin varligina isaret etmektedir.

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

Merhaba Güneş. Öncelikle bu ayrıntılı yorumdan dolayı teşekkür ederiz. Yazarların Rescorla-Wagner kuralıyla ilgili söylediği şey aslında ilk bakışta senin söylediğin şeye yakın görülebilir. Orijinal makalede "... a simple learning theory rule, known as the Rescorla–Wagner rule, has proved extraordinarily useful in explaining the results of hundreds of experiments in diverse animals" ifadesi geçiyor. Bu ifade "R-W kuralı çok yararlıdır (ama tek başına yeterli değildir)" diye de okunabilir. Yazarların ana argümanı açısından R-W kuralının genel geçerliliği ne kadar önemlidir bilmiyorum.

Burada aslında iki ayrı konu tartışılabilir. Birincisi, öğrenmenin (R-W kuralıyla veya başka herhangi bir kuralla) başarıyla ve bütünüyle modellenebilecek genel özellikleri var mıdır? Bizim yazı ve gördüğüm kadarıyla senin yorumun buna "kesinlikle hayır" diye cevap vermiyor. Öğrenmeye Pavlovcu gelenekten değil de etolojik gelenekten yaklaşanlar bu soruya "kesinlikle hayır" cevabı vermeye daha eğilimli olacaklardır. Mesela ben bu konuda Onur'un ne düşündüğünü duymak isterim.

İkinci tartışılabilecek konu ise, değişik öğrenme türlerini başarıyla modelleyebilecek bir kuralın bulunması bu öğrenme türlerinin tek bir mekanizmadan kaynaklandığını, modüler bir yapıya sahip olmadığını gösterir mi sorusu. Bizim yazıda asıl ele alınan ve "hayır" cevabı verilen soru bu. Sanırım buna sen de itiraz etmiyorsun.

Hasan Bahçekapılı

Onur dedi ki...

Anladigim kadariyla Gunes’in temel sorunu Rescorla-Wagner (RW) kuraminin aciklamakda yetersiz kaldigi durumlarla ilgili. RW’yi elestiren literaturu derinlemesine bilmemekle birlikte farkli sebeplerden oturu Gunes’le ayni fikirdeyim. Gunes’in RW kuralini elestirdigi temel noktalardan biri beyindeki moduler yapilanmanin RW ile celiski icinde oldugu o yuzden daha yeni modellerin aciklayici gucunun daha yuksek oldugu yonunde. Ilke olarak moduler bir yapilanmanin matematiksel bir model icin sorun olusturacagini dusunmuyorum ama konuya evrimsel bir perspektiften bakildiginda ogrenme ile ilgili genel gecer bir model olusturalabilecegi fikrinin de cok olasalik dahalinde oldugunu dusunmuyorum. Yani benim icin sorun RW modelinde degil genel bir ogrenme modeli gelistirilebilecegi fikrinde. Teoride varligini sorunlu buldugum bir fikrin pratik uygulamasini tartismayi cok manidar bulmadigim icin RW’nin degil genel ogrenme modellerinin bir elestirisini yapacagim.

Modularite ve modelleme meselesine gelince, teori ve pratigi birbirinden dikkatli bir bicimde ayirmak gerekiyor. Bazi yapi ve davranislar birbirinden farkli zamanlarda ortaya ciksalarda buyuk benzerlik gosterebilirler. Bu dusunceyi desteklemek icin kullanilabilecek orneklerden birtanesi evrimsel olarak birbirinden tamamen farkli zamanlarda (ve kismen bicimlerde) ortaya cikan gozun farkli turlerde farkli norotransmiter sistemleri ve beyin yapilari kullanmasina ragmen benzer bir algoritma ile calismasidir. Yani, gorme ile ilgili matematiksel bir model kuran kisi prensipte farkli fizyolojik ozelliklere sahip bir yapi ile calisada kurmus oldugu model gayet gecerli olabilir.

Ancak prensipte cok problemli olmayan bu durum ogrenme ile iliskili orneklere bakildigi zaman gayet sorunlu hale geliyor. Mesela kuslarda sarki soylemeyi ogrenme sureci ile ilgili kurallar yakin turler arasinda bile o kadar farklidir ki, bu spesifik ogrenme davranisi ozelinde bile kuslar icin genel bir model olusturmak mumkun degildir. Daha da onemlisi kuslarda sarki soylemeyi ogrenme surecinin genel bir ogrenme modeli tarafindan aciklanmasini gayet olasilik disidir. Biraz kaba bir analoji olacak ama insanlarda dil ogrenme ile ilgili surecler uzerindeki bulgular nasil Skinnerci paradigmayi yiktiysa (bkz. Noam Chomsky, A Review of B. F. Skinner's Verbal Behavior) kuslarda sarki ogrenme ile ilgili sureclerde ayni sekilde genel ogrenme teorileri acisindan ciddi bir sorun icermektedir.

Onur dedi ki...

(Devam)

Tabi ki sorun sadece kuslarda sarki ogrenme ile sinirli degildir. Hayvanlar alemi butur ozel ogrenme bicimleriyle doludur. Bu durum da genel ogrenme modellerinin yararligini sorgulanir hale getiriyor. Kurali bozan orneklerin sayisi o kadar coktur ki, bu duruma ozel ogrenme bicimlerini aciklamak icin Gallistel genel ogrenme teorilerinin yerine dogal secilim sonucu ortaya cikmis spesifik ogrenme sistemlerinin calisilmasi gerektigini soyler. Hatta klasik kosullanmayi bile dogal secilim sonucu ortaya cikan farkli ogrenme durumlarindan herhangi biri olarak degerlendirilmesini onerir (Gallistel, 1995: The replacement of general-purpose theories with adaptive specializations).

(NOT :Burada bana gore problem olan durum, ogrenme modellerinin kendi bulgularini genelleme konusundaki bonkorlukleridir. Ozel bir durum uzerinde (bagimlilik vb.) ve norobilimden gelen bilgilerle ice ice olan modeller idaalarinin sinirlarini iyi cizdikleri surece davranisi anlamamiz konusunda gayet yardimci olabilirler.)

Aslina bakarsaniz yukarida tartisilan Santa Barbara ekolunun, Rescorla-Wagner gibi ogrenme modellerinin ya da Skinerci paradigmanin (liste uzatilabilir), temel sorunu davranisin tek bir seviyesine odaklanmalari. Halbuki davranisi ortaya cikaran olgular bir cok farkli seviyede incelenebilir. Davranisi aciklama idaasindaki kuramlar bu seviyelerin hepsini degerlendirmek durumundadir. Bu kuramlarin ortak problemleri davranisin tek boyutuna odaklanip konunun derinligini kacirmalaridir.

Bu durumdan kacinmanin bir yolu davranisi, Niko Tinbergen’nin de onerdigi gibi, tum boyutlariya incelemektir. Tinbergen davranisi anlamak icin 4 ayri boyutta sorularin cevap bulmasi gerektigini soyler: Davranisin fizyolojik mekanizmasi, organizmadaki gelisimsel sureci, evrimsel tarihi ve evrimsel fonksiyonu. Burada savundum arguman arastirma yapilirken ayni anda butun seviyelerinin arastirmasi gerektigi degil ama hic olmazsa bir seviyede uzmanlasmis arastirmacilarin diger seviyelerdeki bulgularin kendi arastirma konulari uzerindeki etkilerini iyi degerlendirmeleri gerektigidir. Ne yazik ki tarihsel olarak deneysel psikoloji etrafinda sekillenen ekoller davranisin incelenmesinde tek bir seviyeye odaklanarak hayvan davranisini anlama firsatini kacirmislardir.
(Tinbergen’nin davranisin seviyeleri ile ilgili daha ayrintili bilgi icin: http://en.wikipedia.org/wiki/Tinbergen%27s_four_questions )

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

Bu ayrıntılı yorumlara iki kısa not düşeyim. Birincisi, Randy Gallistel'ın öğrenme sistemleriyle ilgili söylediği şeyle Tooby ve Cosmides'in zihnin genel yapısıyla ilgili söylediği şey tamamen paralel. Gallistel'ın 2000'de The Cognitive Neurosciences kitabında yeniden yazdığı bölümün adı "The replacement of general-purpose learning models with adaptively specialized learning modules". Yani modül terimini kullanıyor. Yalnız diğer karşılaştırmalı psikologlar arasında Gallistel'ın fikirleri çok radikal bulunuyor. Mesela Animal Learning and Behavior listesindeki tartışmalarda Gallistel genellikle yalnız kalıyor. Gallistel'ın fikirlerini ben değerli buluyorum. Sadece alanın genelini temsil etmediğini söylüyorum.

İkinci olarak, Evrimsel Psikoloji (uygulamada olmasa bile prensipte) baştan beri Tinbergen'in farklı açıklama düzeylerine önem veriyor. Bu bakımdan da Evrimsel Psikoloji geleneksel deneysel psikolojiden ve "genel amaçlı öğrenme sistemleri" geleneğinden ayrılıyor. Santa Barbara mezunu Robert Kurzban Evrimsel Psikoloji'ye yönelik bu tür eleştirileri haksız buluyor mesela:

http://www.epjournal.net/blog/2011/08/more-on-darwin-in-mind/

Tabii "dört düzeyin de incelenmesi gerekir" demek başka, bunu bilfiil yapıp bir davranış sistemini hakkıyla açıklayabilen bir teori ortaya atmak başka.

Hasan Bahçekapılı

kutlugunes dedi ki...

Oncelikle RW veya herhangi benzeri bir kosullama modelinin dil ogrenme dahil butun ogrenme bicimlerini aciklayacak kapasitede oldugunu iddia edip daha evvel tartisilip kaybetmis Radikal Davranisci bir argumana kendimi hapsetmeyecegimi tahmin edebilirsiniz. Bu acilardan Onur’a katiliyorum.
Yalniz Onur’un “(…) kuslarda sarki ogrenme ile ilgili sureclerde ayni sekilde genel ogrenme teorileri acisindan ciddi bir sorun icermektedir.” yorumuna katilmadigimi belirtmek isterim. Kuslarda ve insanlarda dil ogrenme ile ilgili bulgular sadece birlestirme yoluyla ogrenme (associative learning, BYO) modellerine sorun cikarmaktadir. Bayesci kurala dayali neural network modelleri dil ogrenme konusunda BYO modellerinin hic iddia etmedigi kadar basarilidir. Bu anlamda Onur’un isaret ettigi bulgular genel ogrenme teorileri icin degil sadece onun bir alt dali olan BYO modelleri (RW ve diger hata duzeltme modelleri icin) icin problem teskil etmektedir. Yine Onur’un Gallistel’in 1995 kitap bolumunu referans vererek “Kurali bozan orneklerin sayisi o kadar coktur ki (…)” yorumuna da malesef katilmiyorum. Galistel’in o bolumde ornek verdigi uzaysal/mekansal (spatial) ogrenme ve yine zamanlama ile ilgili bulgulari basit BYO modelleri icin problem teskil etse de bu bulgulari biraz gelismis ve zamanlama kurallari barindiran BYO modelleri acilayabilmektedir (Schmajuk, Lam, Gray, 1996). Bu nedenle de dil ogrenmeyle ilgili bulgulari BYO modelleri icin daha buyuk bir problem olarak goruyorum. Onceki yorumumda da belirttigim gibi ben de tam bu yuzden genelgecer bir ogrenme modelinin sadece RW tipi bir error correction kuralini degil zamanlama, dikkat, konfigurasyon ve belki de olasilik ve rastlantisallik gibi olgulari da isin icine katma zorunlulugu olduguna inaniyorum. (Not: Bence boyle bir modeldeki en onemli sorulardan biri acaba bu degisik mekanizmalar bazi ogrenme turlerinde tamamen kapanip bazilarinda islevsellesir mi yoksa aralarindaki iliski hiyerarsik midir?).
Bu acidan bakildiginda da Gallistel’in kosullanmayi ve BYO modellerini ogrenme teorisinde bir alttip olarak tanimlamasina katilabilirim. Dedigim gibi BYO modelleri savunuculari halihazirda zaten butun ogrenme teorisini temsil ettiklerini iddia etmeyeceklerdir (ettikleri takdirde de akibetleri Skinner’inkiyle ayni olacaktir).
Son olarak uzmanlik alanim olmadigi icin Onur’a iki soru:
1) Onur yazinda “Mesela kuslarda sarki soylemeyi ogrenme sureci ile ilgili kurallar yakin turler arasinda bile o kadar farklidir ki, bu spesifik ogrenme davranisi ozelinde bile kuslar icin genel bir model olusturmak mumkun degildir.” diye yazmissin. Cok kesin olmasa da hatirladigim kadariyla hata duzeltme kurali kuslarda sarki ogrenme icin kullaniliyordu. Bayesci modeller dahil alt seviyede de olsa kuslarin sarki ogrenemsinde modellemeye yarayacak hicbir genelgecer kural yok mu? Ornegin imitasyon ile ogrenme gibi?
2) “Burada bana gore problem olan durum, ogrenme modellerinin kendi bulgularini genelleme konusundaki bonkorlukleridir.” Yorumuna ornekler nelerdir?

Yorum Gönder