dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8.03.2018

Memetik ve İletişim Psikolojisi


Bu yazı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı sayısında Mehmet A. Sökmen imzasıyla yayınlandı.

Saygıdeğer bilim insanları Stephan Hawking ve Leonard Mlodinow Büyük Tasarım adlı kitapta, hiçbir öne sürülmüş modelin, gerçeği açıklama çabasında tek başına yeterli olamayacağını öne sürerler. Bundan dolayı da, farklı koşullarda farklı açıklama modelleri geliştirilebilir derler. Modele bağlı gerçekçiliğin anlatmak istediği şudur: Beynimiz dünyaya ilişkin bir model oluşturur ve duyu organlarımızdan gelen girdileri yorumlar. Eğer, seçilen model olayları ve olguları açıklamakta başarılı oluyor ise, o model için gerçek bir modeldir tanımını kullanırız. Oysa, aynı fiziksel durum için model oluşturmanın birden fazla yolu olabilir. Yani, örneğin, iki teorik fizik teorisi veya modeli aynı olayı veya olguyu doğru biçimde öngörebilir. Bu durumda biri diğerinden daha gerçektir diyemeyiz, yapacağımız şey en kolay ve basit olanı seçip gönlümüzce kullanmaktır. Benim, birazdan, iletişimi dayandıracağım memetik konusunu ele alış biçimim de, bu kolaylığa ve basitliğe dayanmaktadır.

Bunu zihnin üzerine işlettiğimiz zaman, en kolay ve basit olan model zihin diye bir şeyin aslında olmadığını açıklayan modeldir. Evet, zihin diye bir şey yoktur. Bu sözcük, söylenişi kısa olduğu ve kolay olduğu için seçilmiştir. Her şey, ateşlemeye geçen nöronlara ve sinaptik aralıklarda seyahat eden kimyasallara bağlıdır. Tümü birden oldukça karmaşık kalıplar olarak ortaya çıkarlar ve biz bu karmaşıklığı zihin diyerek kolaylaştırmaya çalışırız. Gerçekte olan ise, beyindir.

Zihnin aslında beyinden ibaret olduğunu açıkladıktan sonra, şimdi, rahat bir biçimde zihnimizde bizleri etkileyen şeye veya şeylere göz gezdirebiliriz. Leyla Gencer, Aziz Sancar veya Giordino Bruno bunlar sıradışı ve seyrek rastlanan becerilerdir. Zihinde ise bizi asıl hayrete düşürmesi gereken şeyler, günlük olarak uyguladığımız ve hatta bazen sıkıcı bulabildiğimiz beceriler ve faaliyetlerdir. Annemizin ve babamızın yüzünü tanımak, meyve suyu kutusunun içinde ne kadar meyve suyu kaldığını anlamak için kutuyu çalkalamak, günaydın demek, gün içinde yapacaklarımızı kahvaltı masasında kritik etmek gibi. Bize kör saatçi evrim tarafından beklenmedik biçimde bahşedilen bu yetenekler, henüz bir robot için zor beklentilerdir. Yine bu örneklerden hareketle, jestlerin ve mimiklerin konuşmadan çok daha önce evrimleştiğini çekinmeden dile getirebiliriz. Konunun cazibesine kapılarak bahsi geçen becerileri ve davranışları tek tek ele almak ve incelemek çok hoş olurdu; ama, şu an için iletişim üzerine yoğunlaşacağım.

Önce Beyin!

Konuya başlamadan önce belirtmek isterim ki, doğanın daha büyük beyinli varlıklar evrimleştireceği yönünde bir amacı olmamıştır. Daha büyük beyinli olmak ise, en mükemmel ve kusursuz olmak veya önceden tasarlanmış olmak anlamına hiç gelmez. Kusur vardır ve bu bizi, direk olarak, evrimin kusurları ile var olduğu gerçeğine götürür. Daha da somutlaştırmak gerekir ise, Homo habilis'in Homo sapiens beynine evrimleşmek gibi bir gayesi asla olmamıştır. Zaten, hiçbir tür evrimleşmek istemez. Modern herhangi bir tür de, bir diğer modern türe evrimleşmez. Geç Homo erectus örnekleri için dişler daha Homo sapiens demek ne kadar saçma ise, Homo habilis için de beyin yakında Homo sapiens beyni olmak için hazırlanıyor demek o kadar saçmadır. Dahası bizim Homo habilis'e doğru eksiksiz fosil örneğimiz olsa idi, birini diğerinden ayırt etmemiz çok güçleşirdi. Sahte bilim üreticisi aklın düşmanları kendi açılarından bunu kullanışlı bulsa da, asıl kullanışlılığı gerçek bilim üreticileri ve gerçek bilimi anlamak isteyenler içindir.

P. Rakic beynimizin büyüklük nedenini oldukça basit bir sürece bağlar. Ventriküler zon büyüklüğü, burada yerleşim gösteren öncü hücrelerin simetrik bölünmeleri sayesinde artış göstermiştir. Her bir simetrik bölünme ile birlikte öncü hücre sayısı ikiye katlanmıştır ve bu da beynin büyüklüğünü ikiye katlamıştır. Dolayısıyla, beynimizin büyük oluşunun nedeni, üç veya dört ek simetrik bölünme geçirmiş olması olabilir. Simetrik bölünme evresi, insanlarda üçten fazla bölünmenin gerçekleşmesi için yeterli bir süreyi sağlar bir biçimde, yaklaşık, iki gün daha uzun sürer. İnsan korteksinin %15 daha kalın olduğunu gösterir bir biçimde, periyodik asimetrik bölünme periyodu, aslında daha uzundur. Dolayısıyla, insanlarda beyin büyüklüğünün artmış olmasının nedeni, simetrik ve asimetrik gelişim periyodlarının sonlanmasında ortaya çıkan gecikmeler olabilir. Bu gecikmelerin nedeni ise, beyin gelişimini kontrol eden genlerde ortaya çıkan basit mutasyonlar olabilir (Rakic 1988, s. 1988 - 1995).

Dilin doğuşunu anlamaya yönelik küçük ama umut verici ayak sesleri ise, FOXP2 üzerine yürütülen genetik çalışmalardan gelir. FOXP2, 715 aminoasit uzunluğunda olan protein zincirini kodlamaktadır. Genin fare ve şempanze (şempanze maymun değildir, şempanze bizim gibi kuyruksuz bir maymundur) versiyonları arasındaki fark, bir aminoasittir. İnsan versiyonunun bu iki varlıktan farkı, fazladan iki aminoasittir. Bu, şu anlama gelir: İnsanlar ve şempanzeler genetik olarak çok yakın akrabadırlar. Ama, FOXP2 geni, insanlar ve şempanzeler birbirinden ayrıldıktan kısa bir zaman sonra evrimleşmiştir (insanlar şempanzelerden evrimleşmemiştir, insan ve şempanze sadece ortak bir atayı paylaşırlar). O halde, saygıdeğer bilim insanı Richard Dawkins'in de dediği gibi, dilin evrimini anlamaya çalışıyorsak, aramamız gereken gen, bize doğru kör saatçi biçimde evrimleşen soy içinde bir yerde, ama şempanzelerden ayrıldıktan sonra değişen bir gendir. Bu çaba bizleri belki Homo habilis veya Homo erectus kesinlikle konuşuyordu sonucuna götürmez, sadece bizlere evrimleşen dili anlamada mantıklı bir yöntem sunar.

Sözcük Üreten, Kavrayan, Anlamlandıran Beyin!

Anlamlı olan sözcükler üretebilmek, beyinde, birçok bölgenin işbirliği içinde çalışmasına dayanır. Geçmişi ve şimdiyi, anlamlı cümlelere dönüştürmenin kavşağı frontal lobdur. Eğer beyninizin ön frontal lobu (buraya Broca bölgesi denir) hasar görür ise, konuşma beceriniz bozulur. Bu türden bozuklukları olanlar, sözcüklerinin devamını getirmekte zorlanırlar, hatta, sözcükleri gruplandırmaya çalışırlar. Diğer yandan, gramer bilgisi gerektiren sözcükleri dile getirmekte de büyük sıkıntılar yaşarlar. Kelimeleri türetemezler; ama, gelişkin olmasa da, kelime türetmekten daha iyi anlama kapasiteleri vardır. Yine, Broca bölgesi hasarlı kişiler, kelimeleri bulmada ve doğru harfi doğru yerde kullanmakta güçlük çekerler.

Algılama, sol yarımküremizdeki üst temporalin orta ve arka kısımlarındaki sinirsel dolaşımlarla gerçekleşir. Bu bölgeye Wernicke bölgesi denir. Wernicke bölgesi hasarlı olan kişiler, rahat ve akıcı konuşabilirler; ama, doğru telaffuza ve doğru kelimeyi seçmeye özenli değillerdir. Seslerini düzenli olarak yükseltebilirler ve alçaltabilirler. Kavrama yeterlilikleri ise, düşüktür.

Savana kelimesinin anlamını bilmek, savanaların fiziksel görünümleri hakkında şiir yazabiliyor veya savanaları yağlı tabloda betimleyebiliyoruz anlamına gelir. Ayrıca, savanalar hakkında bilgi sahibi olmak demek, savananın anlamını da bilmek demektir: Faunası ve florası. İşte, tüm bu bilgiler beynin konuşmadan sorumlu olan birincil bölgelerinde değil, beynin çağrışım kortekslerinin bulunduğu bölgelerde raflara kaldırılmaktadır. Farklı raflardaki farklı bilgiler farklı bölgelerde depolanırlar; ama, savana kelimesini duyduğumuz andan itibaren, tüm bu bölgeler harekete geçerler (birbiriyle ilişkili bilgileri bir araya getirmek, hipokampusun görevleri arasındadır).

Günümüz savanaları, silahsız Homo sapiens için oldukça tehlikelidir. Milyonlarca yıl öncesinin savanaları aynı tehdidi Homo habilis'e veya Homo erectus'a yöneltiyordu. Kas yığını olan, uzun sivri dişler ile güçlü pençelere sahip herhangi bir diğer hayvan türü ile karşılaşmak, türün devamı için, grubu uyarmayı veya partneri uyarmayı da zorunlu kılıyordu. Günümüzde bu uyarı, imdat seslenişi ile tanımlanabilir. Milyonlarca yıl öncesindeki tehlikeyi tanımlayan sesi veya kelimeyi bilmiyoruz; ama, buna yönelik herhangi bir sesin olduğunu güçlü bir biçimde düşünebiliriz. Ritmik, empatik ve melodik konuşma özelliklerini aruz şeklinde tanımlıyoruz. O halde, bizim, Shakespeare okurken duraksadığımız veya duygusal ton ile aktardığımız soneler atalarımızın ölüm tehdidi, kur yapma, çiftleşme, heyecan durumlarından evrimleşmiş olabilir mi?

Memetik ve İletişim Psikolojisi

Düşünme yeteneğine sahip bir gezegende yaşıyor olsaydık, 4.5-5 milyar yıl yaşındaki gezegenimiz açısından en sıradışı varlıklar bizler olurduk. En başta, geri görüş kibrine sahibiz. Geri görüş kibrimiz, dünya üzerinde olduğu kadar, evrende de bizden daha akıllısının olmadığını düşündürüyor. Diğer yandan, kendimizi anlamaya çalışmamızda da büyük bir engel!

Bizi bu kadar farklı yapanın ne olduğunu her sorduğumuzda, büyük bir çoşku ile aklımız olduğunu ileri süreriz. Yazının başında açıkladığım cümleler sizi tatmin etti ise, artık bu duruma daha farklı yaklaşabileceğinizi, en azından, birçok alternatifinizin olduğunu düşünüyorum. Hemen ardından, hem zihnimiz hem de kullandığımız dil sıralanır.

Satrançın büyük ustası Garry Kasparov, 1997 yılında, Deep Bulue adındaki yapay zekaya satrançta yenilmiştir. O halde, zekada biricik değiliz. Zihin ise, üzerinde hala hararetle tartışmaların devam ettiği ve yazının girişinde biraz bahsettiğimiz oldukça kaygan bir alan. Peki, dilimiz? Evet, şempanzeler cümle oluşturabilirdi. Ya da, en azından, şempanze dünyasının yeni yıldız sanatçısı bunu yapabilirdi. Bu, Kanzi adıyla tanınan bir pigme şempanze idi. Kanzi'nin öğrenme süreci, konuşulan bir sözcüğü ve onun işaret ettiği nesneyi anlamayı ve sonra bilgisayar klavyesi üzerinde onunla ilgili sembolü öğrenmeyi içeriyordu. Altı yaşına geldiğinde Kanzi, söylenen sözcüğü duyarak 150 farklı sembolü tanımlayabilecek duruma gelmişti. Farklı kelimelerin bir araya dizilmesiyle oluşan ve daha önce karşılaşılmamış yeni istekler belirten cümleleri de anlayabilmekteydi. Sekiz yaşına geldiğinde, Kanzi'nin dil yetileri iki yaşındaki Alia adlı bir kız çocuğunkilerle resmen karşılaştırılabiliyordu. İkisinin dil yetileri dikkat çekecek ölçüde benzer görünüyordu (Mithen, 1996, s.100). Bu durum elbette şempanzelerin bizden daha iyi konuşabilecekleri anlamına gelmez; bu şempanzelerin doğru bir eğitim ile neler başarabileceklerine ve kapasitelerine ışık tutar.

Nedir bizi farklı yapan? Bu yazının asıl amacı, bizi farklı yapanın taklit etme yeteneğimiz olduğunu anlatmaktır ve bunun iletişim psikolojisine etkisini açıklamaktır. Konu oldukça taze. Evrimsel psikoloji, memetik ile işbirliğinde iletişim psikolojisi açısından, son yıllarda, konuyu ele almaya başladı ve bu soru aynı zamanda bizlerin neden geveze olduğunu, önyargılarımızı ve iletişim psikolojisi ile cinsel seçilim arasındaki işbirliğini de anlamamıza yardımcı olacak.

Taklit Etme ve İletişim Psikolojisi

Birini taklit ettiğinizde size birşey aktarılır. Bu bir şey sonrasında tekrar tekrar aktarılabilir ve böylece kontrol edilemeyecek duruma gelir. Bu şeyi bir fikir (iyi veya kötü bir fikir), bir yönetmelik, bir davranış, bir parça bilgi olarak açıklayabiliriz; ancak üzerinde çalışmaya devam edeceksek onu adlandırmak zorundayız.

Neyse ki bir ismi var: Mem (Blackmore, 2011, s.5).

Mem terimini tarihsel açıdan ele aldığımız zaman, ilk defa Richard Dawkins tarafından Gen Bencildir adlı kitapta kullanıldığını görürüz. Dawkins kitabında genlerin anlaşılabilmesi için, kendi aralarındaki rekabetin anlaşılması gerektiğini sık sık vurgular. Daha modern olan gen bakış açısına göre evrim, bireyin çıkarı veya türün yararı doğrultusunda ilerlemiş gibi görünebilmesine rağmen aslında genler arasındaki rekabetle yönlendirilmektedir (Blackmore, 2011, s. 6).

Bencillik ile anlatılmak istenen nedir? Bunun da iyi anlaşılması gerekiyor. Genlerin bencil oluşu, kendilerini bir sonraki soya aktarıp aktaramamaları demektir. Genler, sadece, kopyalanabilirliği olan kimyasal paketlerdir ve kopyalandıkları ölçüde başarılı olabilirler. Bu işlem esnasında, kendi yararlarına hareket ettiklerinden, kopyalanamazlar ise elenirler. Bencillikleri bu demektir; kişiyi kesinlikle, her davranışta ve daima bencil yaparlar demek değildir.

Dawkins, konuyu daha anlaşılır kılmak açısından eşleyiciler ve araç terimlerini geliştirmiştir. Örneğin, DNA bir eşleyicidir ve kendisinin kopyalanmasını ister. Araç ise, çevresi ile etkileşimde bulunma özelliğine sahip olan varlıktır (Dawkins, 2014, s.36-42).

Dawkins kitabında şu soruyu da sorar: Gezegenimizde başka eşleyiciler olabilir mi? Ve, kışkırtıcı sorusuna şu şekilde cevap verir: Evet. Yeni eşleyici için, bir ada ihtiyacımız var; bir kültürel iletim birimi ya da bir taklit birimi fikrini nakleden isme. ''Mimeme'' uygun bir Yunanca kökten gelir; fakat, ben ''gen'' sözcüğüne bir parça benzeyen tek heceli bir sözcük istiyorum. Mimeme sözcüğünü mem olarak kısaltırsam klasik edebiyatçı dostlarımın beni affedeceğini umuyorum.

Mem örnekleri ezgiler, fikirler, sloganlar, giysi modaları, çanak çömlek yapımı veya kemer inşaası gibi yöntemlerdir. Tıpkı genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda kendilerini çoğaltmaları gibi, memler de geniş anlamda taklit denilebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini mem havuzunda çoğaltırlar (Dawkins, 2014, s. 212-213).

Jingle bells, jingle bells, jingle all the way şarkısını ele alalım. Milyonlarca insan (muhtemelen milyarlarcası) bu şarkıyı bilir. Kısa bir süre sonra kendi kendinize mırıldanmanız için yalnızca o üç kelimeyi söylemem yeterli olacaktır. Bu kelimeler olasılıkla hiçbir bilinçli kasıt olmaksızın sahip olduğunuz anıları harekete geçirerek sizi etkiler. Peki, bu nereden geldi? Diğer milyonlarcası gibi siz de bunu taklit edinmeyle öğrendiniz. Bir şeyler, bir çeşit bilgi, bir çeşit yönetmelik tüm o beyinlerde konaklar haline geldi ve şimdi hepimiz aynı tekrarı yapıyoruz. Biz, bu bir şeye mem adını veriyoruz (Blackmore, 2011, s. 9). İşte, iletişim psikilojisine etkisi de buradan geliyor.

İletişim psikolojisi açısından, altının önemle çizilmesi gereken konu şudur: Nasıl ki eşleyici olarak kabul ettiğimiz DNA bencilce kendisinin kopyalanıp yaşatılmasını araç vasıtasıyla kayırıyorsa, eşleyici olarak kabul edeceğimiz iletişim de aracı veya araçları vasıtasıyla kendisinin kopyalanmasını kayırıyor. İletişimin kimi de, genler kadar bencildirler ve tek amaçları etrafa yayılmaktır ve bu durum ise, araç olanın psikolojisini olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Bilimsel bir fikir faydalarından ötürü hızla yayılabilir; ama, jingle bells gibi bir şarkı da sinir bozucu olduğu halde beyne yapıştığı kadar dile de yapışıp kalabilir. Hayatta kalma değerini ölçen ve biçen şey, psikolojik çekiciliğidir. Genlerin doğal seçilimi ile şekillenmiş olan beyin, iletişime kendi psikolojisini oluşturma olanağı tanır. Doğal seçilim en güçlü olandan değil de en iyi uyum sağlayandan söz açarken, memetik evrim iletişim psikolojisinde en fazla kopyalananın hayatta kalacağından bahseder.

Memler zamanla evrimleşmenin etkisinde çok daha fazla büyüyebilirler. Örneğin, ana memi, alt memler destekleyebilir. Şöyle söyleyeyim; bir çanak çömlek neolitik çağda çok daha basit tekniklerle yapılırken, kalkolitik çağda temelde aynı; ama, daha gelişkin tekniklerle yapılır. Bu durum neolitikteki fikirlerin, kalkolitik çağa kadar evrimleştiğini, dahası çanak çömlek üreticisinden çok, çanak çömleğin kendisinin yayıldığını gösterir. Yani; kalkolitik çağa ait bir çanak çömlek ustası, neolitik çağa ait bir çanak çömlek ustasından daha zeki olmak zorunda değildir! Söz konusu olan, çanak çömleği oluşturan fikirlerin kendilerini kopyalamadaki başarılarıdır! O halde fikir (mem), yapıcısı ile birlikte birbirini güçlendirmiştir. Tabii, her zaman güçlendirmek gibi bir zorunluluğu da yoktur.

Gevezeyiz!

Beynimiz oldukça masraflı bir organımızdır. Vücut ağırlığımızın %2'si kadar olan bu organ, harcadığımız enerjinin %20'sini tüketmektedir. Bu, şu anlama gelir; kapladığı alanın, 10 katından çok daha fazla bir enerjiyi harcıyor (Sekman, 2011, s.32).

Bazı araştırmalar, sohbetlerin üçte ikisinin sosyal sorunlarla alakalı olduğunu göstermiştir (Dunbar, 1996). Beyin için harcanan masrafa benzer bir masraf, konuşma ile alakalı olarak karşımıza çıkar. Deyim yerinde ise, her fırsatta konuşuruz. Hasta yatağımızda olmamız, çoğu zaman, iletişim kurmamıza engel olamaz!

O halde, evrimsel psikoloji açısından bu derece konuşkan varlıklar olarak evrilmemizin nedeni nedir? Bir evrim psikoloğu, şu şekilde yanıt verir: Sorunun cevabı için, ilk avcı toplayıcılar açısından çok konuşmanın avantajları veya dezavantajları saptanabilmelidir. İşte, memetik tam bu noktada devreye girer ve şu soruyu yöneltir: Evet, genler açısından pek bir önemi kalmayan bu gevezelik, memler açısından ne gibi kazanımlar sağlar? Konuşmak memleri yaymaktadır. Başka bir deyişle, çok konuşmamızın nedeni, memlerimizi yaymak içindir. Böylece kendilerini konuşturabilen memler, bunları yapamayanlara kıyasla daha sık kopyalanacaktır. Derken bu tip memler, mem havuzunda yayılacak ve hepimiz çok konuşan bireyler olup çıkacağız (Blackmore, 2011, s.109).

Yine, herhangi bir reklam cingılı da dilimize yapışıp kalabilir. İyi reklamcılar beynimizde konakçılar haline gelip, sık sık dil ile tekrarlanacak sözcükleri veya cümleleri bulmakta ustalaşmışlardır. Amaç, tekrarın iletişim ile yayılması ve reklamda işaret edilen ürünün hayatta tutulmasıdır. Ama, mem de kendisini hayatta tutmuş olur! Bu durum, zincirleme türden bir psikolojiye götürür: Sık tekrar kişinin sinirini bozar, iletişim psikolojisi ile mem havuzunda korunur, alışverişe zorlar.

Önyargılarımız Var!

İletişim psikoljisindeki önyargılar da, fevkalade, memetikçidir.

Bireyler mem havuzunda yer edinmiş yaygın bir fikri (konumuz açısından bu önyargıdır), sonuçlarını düşünmeksizin kabul ederek tekrar tekrar yayabilirler. Bu, psikolojik önyargıdır.

Önyargı, genellikle saygın kişiler veya bireyin içinde bulunduğu toplumsal grubunun çoğunluğu tarafından benimsenen özellikler konusunda olabilir (Bu sürece konformist aktarım denir). Ancak hızlı bir benimseme süreci için, benzer bir önyargının çok fazla insanda var olması gerekir. Yeniliklerin her kültürde kendini göstermesi bir gruptaki kişilerin inanç ve değerlerini paylaşmak üzere bir araya gelmelerinde kültürel iletimin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Böylece, iletişim psikolojisindeki bilginin toplumsal iletiminin önemli olduğu ve evrimsel psikoloji sürecinde göz ardı edilmemesi gerektiği sonucunu çıkartabiliriz (Aunger, 2011, s.47).

Taklit yeteneği olan ve gen havuzlarında yontulmuş olan beyinlerimize giren memler, önyargılar söz konusu olduğunda oldukça acımasız olabilirler. Günlük yaşantımızda, buna örnek olarak gösterilebilecek birkaç deyiş de vardır: Adın çıkacağına, canın çıksın! Adın çıkmış dokuza, inmez sekize... Bu, açık ara, ipleri taklitçi beyinlerde ele alan memlerin dünyasıdır! Bencil genlerin evrimsel ürünü olmamız, konakçılar haline gelmiş olan memleri değiştiremeyeceğimiz anlamına da gelmez.

İletişimin Cinsel Çekiciliği!

Atalarımız, daha kibar iletişim kuranları çiftleşmede daha fazla tercih etmiş olabilir mi? Bu soru oldukça kışkırtıcı bir soru ve iletişimin evrimsel psikolojisini anlamada önemli kavşaklardan birinin üzerinde duruyor.

Memetik açıdan ele alındığı zaman, oldukça yaygın olan bir mem türü olduğu göze çarpar.

Erkek tavuskuşunun kuyruğu olabildiğine renklidir. Oysa, moleküler biyoloji ilksel atalarının kuyruğunun fırında kızarmış bir tavuk kuyruğu kadar olduğunu göstermiştir. Erkek bir tavuskuşunun kuyruğu, doğada, gel ve beni avla dercesine cafcaflıdır! Bu belirgin tehlikeye rağmen, bu evrimleşme! Dişiler görece daha parlak olan kuyruklu erkekleri çiftleşmede seçtikleri için, evrimin bir mekanizması olan cinsel seçilim daha fazla canlı ve renkli olan kuyruklu erkekleri kayırmıştır. O halde, kibar erkekler veya kibar kadınlar kibarlık memlerini yayarak çiftleşmede daha başarılı olmuş olabilirler mi? Eğer durum böyle ise, iletişimin cinsel psikolojisine, memetik açıdan yaklaşmak da olasıdır. Belirttiğim gibi; ana memin alt memler tarafından desteklenebileceğini düşünür iseniz, bu durum son derece mantıklı gelecektir.

Bu sayede memetik, iletişim psikolojisi açısından gevezeliği, iletişim psikolojisi açısından önyargıları ve iletişim psikolojisindeki cinselliği anlamaya yönelik basit bir yanıt sağlar: Konuşma olayı, her ne kadar bazen aksi yönde davransa da, ne genlerimizin faydasına ne bizim faydamıza ne de mutluluğumuz içindir. Bu, yalnızca konuşmayı taklit edebilen bir beyne sahip olmanın kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Yalnız, beyin kimi zaman iletişimin cinsel psikolojik etkilerinde olduğu gibi bilinçsizce başlasa da bilinçli bir şekilde de süregelebilir. Bu evrimsel iletişim psikolojisi ile ilgilenen evrimsel psikologları doğrudan iki önemli konuya sürükler: Bizler neden ve nasıl ilk başta konuşmayı edindik (Blackmore, 2011, s.113)? Ben buna evrimsel psikoloji ile ilgilenen biri olarak primatları da dahil ederim; hem günümüz primatlarını hem de evrimsel atalarını.

Özetle, biz insanların iletişimi mem kaynaklıdır ve iletişim psikolojisini anlamanın yolu konakçı memleri anlamadan geçer. Evet, Newton'ın veya Einsteın'ın bir veya iki geni şu an hayatta kalmış olabilir; ama, mem kompleksileri hala çok iyi çalışmaktadır.


KAYNAKÇA
Aunger, R., 2011, s.47; Memetik Evrim, Alfa Yayınları, İstanbul.
Blackmore, S., 2011, s.5-6-9-109-113; Mem Makinesi, Alfa Yayınları, İstanbul.
Dawkins, R., 2014, s.36-42, 212-213; Gen Bencildir, Kuzey Yayınları, İstanbul.
Dunbar, R., 1996; Grooming, Gossip and the Evolution of Language. London, Faber and Faber.
Mithen, S., 1996, s.100; Aklın Tarihöncesi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Rakic, P., 1988, s.241, 170-176; Specification of cerebral cortical areas, Science.
Rakic, P., 1195, s.18, 383-388; A small step for the cell, a giant leap for mankind: A hypothesis of neocortical expansion during evolution. Trends in Neuroscience.
Sekman, M., 2011, s.32; Herşey Beyinde Başlar, Alfa Yayınları, İstanbul.









10.11.2011

Alışmadan Kültüre Öğrenmenin Evrimi

  
Bu yazı M. Güneş Kutlu imzasıyla Bilim ve Ütopya'nın Kasım 2011 sayısında yayınlandı.


Doğada bulunun canlıların hayatta kalabilmesi ve üreme yoluyla sonraki nesillere genlerini ulaştırabilmesi için gerek duyduğu davranışlar iki farklı kaynaktan beslenmektedir. Bunların ilki refleksler gibi evrimsel yolla gelişmiş ve nesiller arası sabit davranışlardır.  Diğeri ise klasik koşullanma, gözlemsel ve nedensel öğrenme gibi tecrübe ve çevre ile etkileşim yoluyla kazanılmış “esnek” davranışlardır. Genel anlamda öğrenme sabit evrimsel işleyişin kırılmadan esnemesini sağlayan ve yine evrimin ortaya çıkardığı bir bilişsel mekanizmadır. Bu iki tip davranış da canlıların sahip olduğu tek bir problemi çözmek için kullanılır: hayatta kalma. Bu problem canlıların yaşamak için gerekli besin kaynaklarını bulabilmesi, besin zincirinde kendinden üstte olan canlı türlerinden korunabilmesi ve üreme ile kendi türünü devam ettirmesini kapsar. Buna göre ilk kaynaktan gelen sabit davranışlar canlının çevresine uygun olmaktan çıktığı takdirde canlının bu davranışı değiştirme şansı kendi nesli içinde bulunmaz. Bu davranışa sahip canlıların soyu tükenir; uyumsuz davranışa sahip olmayan türler ise genlerini bir sonraki nesile aktarma şansı bulurlar. Bunun aksine, öğrenme yoluyla edinilmiş davranışlar çevreye uygunluklarını kaybettikleri takdirde nesil içinde yeni bir davranış kalıbı edinilmesi yoluyla değiştirilebilir. Bu açıdan öğrenme “fenotipik esneklik” olarak adlandırılabilir (Dukas, 2004). Bu iki tür davranış aynı problemi değişik seviyelerde çözmeye yönelik olarak gelişmiş olsalar dahi modern insanın ve dolayısıyla uygarlığın ve kültürün ortaya çıkışıyla birbirlerine zıt sonuçlar doğurmaya başlamışlardır.

Öğrenme ve Kültür Bağlantısı

 Modern insan atalarından miras kalmış evrimsel mekanizmalarla atalarınınkinden çok farklı bir çevrede sağ kalabiliyorsa bunun nedeni kültürün öğrenme yoluyla insanı her nesilde tekrardan şekillendirmesidir. Bu süreç kültür ve uygarlığın evrime paralel şekilde gelişimine ve insan davranışı üzerinde bu iki etkinin çekişmesine dönüşmüştür. Örneğin, atalarımızın yaşadığı çevrenin aksine modern ve uygar toplumlarda çok eşlilik ve şiddet gibi bireyin hayatta kalma ve genlerinin devam şansını arttıran davranışlar kabul görmemekte ve bu tür davranışlar cezalandırılmaktadır. Kısacası uygarlığın öğretisi çoğu zaman bize evrimin itici güçlerinin tam aksini öğütlemektedir. Bu durum birçok bilim adamı tarafından evrim tarafından programlanmış modern insanın isyanı olarak yorumlanır. Kültür öğrenilmiştir ve öğrenme olmadan kültürün ortaya çıkması düşünülemez. Bu açıdan evrimin şekillendirdiği öğrenme mekanizmasının nasıl kontrolden çıkıp insanda evrimsel anlamda irrasyonel davranışların doğuşuna neden olduğu sorusunun cevabı yine öğrenmenin evriminde saklıdır.

Birçok bilim adamı tarafından kültür son bir milyon yılda sadece insanların ortaya çıkardığı bir olgu olarak görülmek yerine daha basit formlarını da dahil edecek şekilde tanımlanmaktadır. Bu anlamda kültür, dil ve öğrenme/öğretme yoluyla nesiller arası devredilebilen topluma özel davranışlar, inanışlar ve yargılar anlamına gelmektedir (Shettleworth, 2010).  Kültürün tam olarak ne kadar geniş tanımlanması gerektiği hususunda tam bir fikir birliği olmasa da birçok bilim adamı hayvanlarda kültüre benzer sosyal mekanizmaların ipuçlarını göstermişlerdir.   Örneğin, birbirinden bağımsız bölgelerde yaşayan şempanze gruplarının bazılarının kullandığı termit avlama yöntemlerinin diğerlerinde olmamasını, gruplar arası genetik farklılık bulunmamasından dolayı, araştırmacılar farklı gruplarda ortaya çıkan icatların sosyal olarak iletilmesine bağlamışlardır (Whiten ve arkadaşları, 1999). Şempanzelerde görülen bu sosyal davranışlar insan kültürünün de öncülleri olarak görülürler. Bu örnekte de görülebileceği gibi kültürün en önemli göstergelerinden biri bireyler ve nesiller arası bilgi alışverişidir.  Bu açıdan kültürün ortaya çıkabilmesi için gerekli koşul sosyal öğrenmenin evrimleşmesidir. Sosyal öğrenme bir birey tarafından öğrenilen bilgi veya becerinin bir diğer bireye iletilmesi olarak tanımlanır. Bu açıdan dilin evrimi kritik bir önem taşır. Dilin evrimi sadece topluluk bireyleri arasındaki bilgi alışverişini daha etkin hale getirmekle kalmaz. Dil sayesinde bilişsel anlamda sembol kullanma ve soyut düşünme becerisine sahip daha verimli bir zihin ve arkasından önce sözlü sonra yazılı bir dış bellek aracı olarak kültür de ortaya çıkabilmiştir.

Alışmadan Dile Öğrenmenin Evrimi

Dilin ve kültürün ortaya çıkmasına kadar geçen sürede öğrenme de basit bir mekanizmadan daha karmaşık ve çok yönlü bir hale doğru evrilmiştir. Sosyal öğrenme ve dilin evriminin kabaca

Alışma à Pavlovcu ve Operant Koşullanma à Gözlemsel Koşullanma à Vokal Taklit à Dil

yolunu takip ettiğini söyleyebiliriz. Daha önce bahsi geçen sabit tepkilerin öğrenme yoluyla değişmesine en basit seviyede örnek alışmadır. Alışma, tekrarlı uyarılma sonucunda organizmanin sabit tepkisinin azalmasi olarak tanımlanır (Harris, 1948) ve bugüne kadar birçok çalışma ile basit yaşam formları dahil bütün hayvan türlerinde gösterilmiştir. Örneğin, göz kırpma refleksi yüksek sese karşı evrimleşmiş sabit bir tepkidir. Buna rağmen, aynı yüksek sesin hiçbir neticeye neden olmaksızın tekrarı göz kırpma refleksinin azalarak yok olmasına neden olacaktır. Yine alışmaya benzer olarak duyarlılaşma genellikle tiksindirici/itici bir uyarana karşı organizmanın tepkisini arttırmasıdır. Bu tür öğrenmeye örnek olarak acı verecek şiddetteki bir sesin ardından daha düşük bir sese karşı göz kırpma tepkisinin artması gösterilebilir. Herhangi bir uyaranın hiçbir sonuca yol açmaması karşısında o uyarana uygun gelişmiş refklekslerin alışma sonucunda azalması (ya da duyarlılaşma sonucu artması) ve organizmanın o uyaranı göz ardı etmesi yine aynı organizmanın hayatta kalması için öğrenilmesi gereken bir bilgidir.
  
Alışma ve duyarlılaşma esnasında herhangi iki uyaran arasında bir ilişki öğrenilmez. Peki ya uyaran güvenilir bir şekilde organizma için pozitif veya negatif bir sonucu haber veriyorsa? Alışmadan farklı olarak bu tür uyaran-ödül ya da uyaran-ceza ilişkilerinin öğrenilmesi ünlü Rus bilim adamı ve koşullanmanın kurucusu İvan Pavlov’un adıyla Pavlovcu koşullanma olarak adlandırılır. Pavlov klasik koşullanma deneyinde denek olarak kullandığı köpeklere yemek vermeden önce bir zili çalarak bu zili yemeğin bir öncülü olarak belirlemiştir. Tekrarlanan zil-yemek eşleşmesi sonucunda ortaya çıkan ve tek başına zile gösterilen tükürük salgılama tepkisi artık evrimle sabitleşmiş bir refleks değil, koşullu uyarana gösterilen koşullu bir tepki halini almıştır (Pavlov, 1924). Duyarlılaşma ve Pavlovcu koşullanma arasında tek bir ara mekanizmanın evrimleştiği düşünülebilir. Bu ara mekanizmanın uzun sureli duyarlılaşma veya kısa-süreli birleştirme mekanizmalarından biri olduğu düşünülmektedir (Moore, 2004).  Bu aşamada elimizde bulundurduğumuz Pavlovcu koşullanma yetisi canlılara ilk defa evrimin sabit yollarını gerçek anlamda esnetme olanağı sunmuştur. Tabii bu yetinin sınırlı olduğunu da görmemiz gerekir. Koşullanma sabit reflekslerimizi başka uyaranlara yönlendirse de varolan refleksler halen “hayatta kalma ve üreme”  amaçlarına hizmet etmektedir.  Örneğin, artık zile tükürük salgısı refleksi gösteren bir köpek bunu hala yemek beklentisi nedeniyle gerçekleştirmektedir.  Buna rağmen koşullanma yetisine sahip canlı türleri sadece alışma yetisine sahip daha basit canlı türlerinin aksine “yanlış davranma” sorunuyla da ilk kez karşı karşıyadırlar. Bu tür davranışlara koşullanmanın bir diğer türü olan “operant” koşullanmada sıkça rastlanılır. Operant koşullanmada denek yemeğe ulaşabilmek ya da şok benzeri bir cezadan kaçabilmek için bir levyeye basmak gibi bir davranışta bulunmayı öğrenir. İşte bu aşamada birçok canlı öğretilmeye çalışılan davranış yerine reflekslerine uygun davranışlara yatkınlık gösterir. Yemek için çelik bir levyeye basmayı öğrenen bir sıçanın bu süreç içinde yemekle bağdaştırdığı levyeyi ısırmaya çalışmasını bu yanlış davranışlara örnek gösterebiliriz. Bu tür yanlış davranışların kültürün bir parçası olan batıl inançların ortaya çıkmasında da etkili olduğu düşünülmektedir.

Sosyal Öğrenme: Gözlemsel Koşullanma ve Taklit

Öğrenmenin bu ilk adımları henüz gelişmiş bir kültürü ortaya çıkarabilecek karmaşıklıktan uzaktır. Bu anlamda en ileri öğrenme mekanizması koşullanma olan hiçbir canlı türünde bugün sahip olduğumuz türde bir kültürden söz etmek de mümkün olmayacaktır.  Şüphesiz bu yeti ileri derecede sosyal öğrenme gerektirmektedir. Sosyal öğrenmenin en basit formu olan taklit canlının bir davranışı gözlemlemesini, bir iç temsil oluşturmasını ve davranışı tekrarlamasını gerektirir. Taklidi mümkün kılan yetilerden biri de yine bir koşullanma çeşidi olan gözlemsel koşullanmadır. Kedi yavrularının ancak annelerinin bir saldırgana karşı korku tepkisi gösterdiğini gözlemledikten sonra aynı saldırgana karşı korku geliştirmeleri bu tip koşullanmaya bir örnektir.  Sıçanlarda ise bir sıçanın önünde bulunan iki yemek kabı seçeneğinden birini seçip bunun sonucunda ölmesini gözlemleyen bir başka sıçanın diğer kabı seçmeyi öğrenmesi de yine bu tip bir sosyal öğrenmeye örnek gösterilebilir.

Taklidin en yaygın ve üstünde en çok çalışılmış örneklerinden biri de kuşların birbirlerinden şarkı söylemeyi öğrenmeleri, yani vokal taklittir. Şarkı genellikle erkek kuşlar tarafından üreme dönemlerinde söylenen ve kuş cinsine özel bir seslendirmedir. Şarkı söyleme yetisi ve dolayısıyla vokal taklit 9000’den fazla kuş türünde gözlemlenebilmekte ve bazı kuş türlerinde erkek kuşlar 100’den fazla birbirinden farklı şarkıyı barındıran bir repertuara sahip olabilmektedir. Sadece bu örnek bile ötücü kuşlarda şarkı söylemenin ne kadar önemli bir özellik olduğunu göstermeye yeterlidir. Kuşlarda şarkı öğrenmenin iki safhası vardır. İlk safhada kuşlar diğer kuşlardan duydukları şarkıların algısal özelliklerini pasif bir biçimde hafızalarına depolarlar ve ikinci safhada bu bilgiyi kullanarak öğrendikleri şarkıların kendilerine özgü versiyonlarını söylemeye başlarlar. Bu anlamda vokal taklit hem gözlemsel koşullanmadan daha özelleşmiş ve daha karmaşık bir sosyal öğrenme çeşididir hem de insan dilinin evrimi için bir temel hazırladığı düşünülmektedir.   

Dile Geçiş ve Robotların İsyanı

Daha önce de belirttiğimiz gibi dil en önemli sosyal öğrenme aygıtı olarak evrimleşmiştir. Dil, vokal taklit, ayrıştırma, iki nötr uyaran arasında birleştirme ve beceri öğrenme gibi birçok zihinsel ve dolayısıyla evrimsel sureci barındırır. Şüphesiz sadece dilin veya vokal taklidin evrimi üzerine ayrıntılı yazılar yazmak mümkündür. Ancak kısaca belirtecek olursak, dilin tamamının bir adaptasyon mu yoksa tümünün ya da bir kısmının bir “eksaptasyon”1 mu olduğuyla ilgili tartışma devam etmektedir. Saka kuşlarının yeni şarkı öğrenmek için, insanlarda mutasyona uğraması konuşma ve dil bozukluklarına yol açtığı bulunan FOXP2 genini kullandığının gösterilmesiyle dil ve vokal taklit arasındaki bağlantı daha açık hale gelmiştir. Hauser, Chomsky ve Fitch 2002 yılında yayınladıkları makalelerinde dili geniş ve dar anlamda olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Buna göre geniş anlamda dil, dilin tüm bilişsel, motor ve algısal özelliklerini kapsar ve bu özellikleri insanlar diğer canlılarla da paylaşmaktadır. Dar anlamda dil ise dilin sadece insanın sahip olduğu özelliklerini kapsamaktadır. Buna göre sadece insanların sahip olduğu düşünülen dilin “özyineleme” (recursion) özelliği dar anlamda dile gösterilebilecek tek örnektir.  Bu özellik bize cümle içine yeni sözcük grupları ekleyerek sonsuz uzunlukta cümleler yaratma ve böylece düşünce içine eklenmiş düşünceler şeklinde düşünme yetisi verir. Dilin harici iletişim fonksiyonunun yanında dahili bilişsel bir fonksiyonu da bulunmaktadır. Dil sayesinde insan dış dünyayı daha kolay ve verimli bir şekilde temsil etme ve modelleme şansına da sahip olmuştur.
  
Böylece dilin de evrimiyle kültürün oluşumu için gereken 3 önemli yetiye sahip olmuş oluruz: öğrenme yoluyla dış dünyadaki ilişkileri gözlemlemek, içsel olarak dış dünyayı modellemek, öğrenilmiş bilgileri toplumun diğer bireylerine ve gelecek nesillere aktarmak. Ünlü evrimsel biyolog Richard Dawkins’e göre kültürün ortaya çıkışıyla birlikte kültürel evrim biyolojik evrime paralel bir şekilde ilerlemeye başlamıştır. Burada Dawkins’in önerdiği kültürel evrim kavramlar, semboller, fikirler ve benzeri kültürel birimlerin, yani Dawkins’in verdiği isimle memlerin, Darwinci bir seçilim süreci izleyerek kendilerini zihinden zihine kopyalayarak hayatta kalmalarıdır. Buna örnek olarak şiirleri gösterebiliriz.  Sevilen şiirler kendilerini daha çok sayıda zihne kopyalayabildikleri için hayatta kalmaları daha az sevilen bir şiire göre daha kolaydır. Dilin evrimi, yazının ve daha sonrasında sosyal iletişim araçlarının ortaya çıkışıyla insan zihni en karmaşık sosyal öğrenme araçlarını kontrol etmeyi basarmış ve kültürel evrim bugünkü çok hızlı formunu almıştır. Bu kopyalama esnasında daha önce bahsettiğimiz şekliyle yanlış öğrenme sonucu oluşmuş batıl inançlar da tekrar deneyimlenmeye gereksinim duymadan hayatta kalabilirler. Bu aşamada artık kültürel evrimin biyolojik evrimle uyuşma zorunluluğu da ortadan kalkmıştır.
  
Dawkins’in “Gen Bencildir“ kitabının (1976) ana fikri bütün canlıların, genlerinin hizmetindeki robotlar olduğudur. Buna karşın Keith Stanovich 2004 yılında çıkan kitabi “Robotun İsyanı”nda artık biz robotların genlerimizin emrine uyma zorunluluğu hissetmediğimizi anlatmaktadır2. Öğrenme işte tam bu noktada çok merkezi bir rol oynamakta. İnsan, öğrenme ve bunun sonucunda ortaya çıkmış kültür sayesinde herşeyi her nesilde tekrar keşfetme yükünden kurtulmuştur. Uygarlık belki de batıl inançlarımız (ve bunun karşısında bilim) sayesinde insan davranışını evrimden daha güçlü bir şekilde etkilemeyi başarmıştır. Uygarlığın gerçek anlamı evrimin yarattığı hayvan içgüdülerimizi toplumun yararına baskılamak, kısaca evrime boyun eğmemektir. Modern insan için bu dönüşüm bazen tek eşlilik, bazen doğum kontrolü, bazen de toplumsal tepkilerimizin evrimsel reflekslerimizin yerini almasıdır. Ve Kanadalı-Amerikan psikolog Steven Pinker’ın da dediği gibi eğer genlerimiz bundan hoşlanmıyorlarsa gidip kendilerini göle atabilirler (Pinker, 1997). 


Notlar
1 Eksaptasyon (Exaptation) bir özelliğin asıl evrimleşmesine neden olan fonksiyonundan farklı bir fonksiyona geçiş yapmasıdır. En genel örneği kuşlarda sıcaklık düzenlemesi özelliği için evrimleşen tüylerin daha sonra uçmak için kullanılmaya başlamasıdır.)

2 Stanovich kitabında insanların memlere karşı isyanda olduğunu da anlatır. Bu fikrine şahsi olarak katılmadığım için sadece insanın biyolojik evrime isyanı fikrini yazıma almayı uygun buldum.


Kaynakça

Dawkins, R. (1976). The selfish gene. Oxford: Oxford University Press.

Dukas, R. (2004). Evolutionary biology of animal cognition. Annu. Rev. Ecol. Evol. Syst., 35, 347374.

Harris, J. D. (1943). Habituatory response decrement in the intact organism. Psychological Bulletin, 40, 385–422.
  
Hauser, M. D., Chomsky, N. & Fitch, W. T. (2002) The faculty of language: What is it, who has it, and how did it evolve? Science, 298, 1569–79.
  
Moore, B. R. (2004). The evolution of learning. Biological Review, 79, 301–335.
  
Pavlov, I. P. (1927). Conditioned Reflexes. Oxford: Oxford University Press.
  
Pinker, S. (1997). How the mind works. Londra: Penguin.
  
Shettleworth, S. J. (2010). Cognition, evolution, and behavior. New York: Oxford University Press.
  
Stanovich, K. E. (2004). The robot’s rebellion: Finding meaning in the age of Darwin. Chicago: The University of Chicago Press.
  
Whiten, A., Goodall, J., McGrew, W. C., Nishida, T., Reynolds, V., Sugiyama, Y., Tutin, C. E. G., Wrangham, R. W. & Boesch, C. (1999). Cultures in chimpanzees. Nature, 399, 682–85.
   
 


18.05.2009

İnsan Sosyalliğinin Evrimi Paneli

Konuşmacılar: Dr. Hasan G. Bahçekapılı, Sinem Silay, Onur Iyilikçi, Dilek Çelik, Şule Güney

Panelin Amacı:

Bu panel biyoloji, psikoloji ve antropolojideki son çalışmalar ve fikirler ışığında insan sosyal hayatının üç önemli bileşeni olan dil, ahlak ve din konularına getirilen evrimsel açıklamaları tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Burada özel olarak kastedilen dil yetisinin, ahlaki yargılarda bulunma yetisinin, ve dinsel düşüncenin evrimsel kökenidir. Panelde bu üç yetinin evrimi “zihin teorisi” (veya “zihin okuma” modülü) denen yetinin evrimi bağlamında tartışılacak, zihin teorisinin ortaya çıkışının insan türü bir sosyal hayatı mümkün kıldığı önerilecek, sosyal hayatın getirdiği evrimsel baskıların da (işbirliği ve rekabet) dil, ahlak ve din dediğimiz olguları “adaptasyon” veya “yan-ürün” olarak ortaya çıkardığı dile getirilecektir. Panel bu konulardaki literatürdeki son gelişmeleri tanıtmanın yanında, evrimsel yaklaşımın sadece milyonlarca yıl önce olup bitmiş olaylarla ve basit düzeydeki biyolojik süreçlerle ilgili konularda değil, günlük hayatımızda içiçe olduğumuz, insanı insan yaptığını düşündüğümüz konularda da açıklama potansiyeline sahip olduğunu göstermeyi hedeflemektedir.

1. Sosyal Zihin ve Evrim: Zihin Teorisinin Evrimsel Kökenleri
Sinem Silay

Panelin ilk kısmında, zihin teorisinin (veya zihin okuma modülünün) temel öğelerinin insanlardaki ve diğer primatlardaki evrimsel gelişimi, panelin diğer sunumlarına zemin oluşturacak şekilde tartışılacaktır. Zihin teorisi, ilk olarak Premack ve Woodruff (1978) tarafından şempanzelerin birbirlerinin zihinsel durumlarını anlayabilmelerini tanımlamak için kullanılmıştır. Literatürde, zihin teorisi yetisi başka insanların zihinsel durumlarını anlayabilme yetisi veya bilişsel kapasitesi olarak tanımlanmaktadır (Leslie, 1987; Baron-Cohen, 1988). İnsanlar zihin teorisi yetisini kullanarak başka insanların duyguları, hedefleri, bilgileri, inançları, vb. hakkında çıkarsamalar yapmaktadırlar. Tartışma çerçevesinde insan sosyal zihninin diğer primatlarla paylaşılan veya paylaşılmayan unsurlarından bahsedilecek, zihin teorisinin grup içi yaşam adaptasyonundaki rolüne değinilecektir. Zihin teorisinin simülasyon, teorik-yapılandırma ya da modüler olgunlaşma yoluyla geliştiğine dair farklı araştırma yönelimleri bulunmaktadır. Primat evriminde ise zihin teorisinin ne zaman geliştiğiyle ilgili tartışmalar sürmektedir. Sürmekte olan teorik tartışmalar sinirbilim ve gelişim psikolojisinin ampirik bulguları ışığında açıklanacaktır. Tartışmayı sonlandırırken zihin teorisiyle ilgili gelecek vadeden araştırma yöntemleri ele alınacaktır.

2. İnsan Dilinin Evrimsel Tarihi
Onur İyilikçi

Panelin bu kısmında, insan evriminin en ilginç fenomenlerinden biri olan dilin evrimi son yıllardaki teorik ve ampirik çalışmaların ışığında tartışılacaktır. Evrimsel tarihe dikkatli bir bakış, evrim geçiren her olgunun aslında tek başına değil, aynı evrimsel dönemlerde seçilen diğer olgularla ilişki içinde ortaya çıktığını gösterir. Bu bağlamda dilin evrimi panelin diğer konu başlıkları olan zihin okuma modülü, ahlak ve dinin evrimi ile ilişki içinde değerlendirilecektir. Öncelikle dilin bilişsel nişimize bir adaptasyon olduğunu savunan Pinker’ın görüşlerine genetik ve antropolojik bulgulara dayanılarak yer verilecektir. Bu görüş zihin okuma modülüne oyun teorisi yaklaşımı ile bağlanacaktır. Yine bu alt başlık altında Arbib’e göre dilin ortaya çıkışında ayna nöronlarının etkisinin zihin okuma modülüyle ilişkisi değerlendirilecektir. Öte yandan Hurford’un dilin kökenine öğrenme odaklı dilsel adaptasyonlar açısından yaklaşımı ahlakın evrimi ile ilişki içinde incelenecek ve Hauser’in “Evrensel Ahlaki Gramer” hipotezi ile karşılaştırılacaktır. Bahsi geçen bütün temalar Dunbar’ın grup dinamiklerini temel alan dilin evrimi görüşüyle ilişkilendirilecek ve işbirliği kavramına klasik Darwinci yaklaşım ile bağlanacaktır.

3. Ahlak ve Evrim: Zaruri, Meşru ve Yasak Yargılarının Evrimsel Kökeni
Dilek Çelik

Panelin bu bölümünde ahlaki yargılarda bulunabilme yetisinin evrimsel kökenleri irdelenecektir. Evrimsel yaklaşımda, toplumsal yaşayışın gereği olan işbirliği, özgecilik gibi stratejik sosyal ilişki biçimleri evrimleşirken bir yandan da bu ilişki biçimlerini bozanları saptama ve cezalandırma eğilimi gibi adaptif değeri olan yetilerin evrimleştiği, ve bu yetilerin ahlaki yargılarda bulunabilme yetisinin temel taşlarını oluşturduğu savunulmaktadır. Suçluluk, minnettarlık, sempati, dayanışma, borçluluk gibi insanlara özgü ahlaki duyguların deneyimlenebilmesi, “zihin okuma” modülü denen yetinin evrimi sonucu ortaya çıkmış olan, olayları başkalarının perspektifinden değerlendirebilme ve duygusal özdeşim kurabilme kapasitesinin bir sonucudur. Evrimsel süreçte sembolik dil kullanımı, bireyler arası stratejik sosyal ilişki dinamiklerinde önemli farklar yaratarak ahlaki normların paylaşımını mümkün kılmıştır. Ayrıca Hauser tarafından ortaya atılmış olan “Evrensel Ahlaki Gramer” kavramı tanıtılarak bu konuyu destekler nitelikteki deneysel ve nöropsikolojik kanıtlar ortaya koyulacaktır. Son olarak din ve ahlak kavramları arasındaki ilişki ele alınarak dinin ahlaki yargı, muhakeme ve davranışlar üzerinde etkisi olup olmadığı literatürdeki gelişmeler ışığında tartışılacaktır.

4. Dinsel Düşüncenin Evrimsel Kökeni
Şule Güney

Dinsel düşünce ve davranış son yıllarda psikologlar, biyologlar ve antropologlar tarafından evrimsel perspektif üzerinden incelemeye tabi tutulmuştur. Bu incelemeler üzerinden yapılan tartışmalarda genel olarak iki hakim görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerin ilkinde, bir sosyal fenomen olarak dinsel düşünce ve davranışın evrimsel süreç tarafından tasarımlanmış bir adaptasyon olduğu ve bu tasarımın insanların oluşturduğu gruplar içindeki işbirliğini ve sosyal bağlılığı geliştirmeye/güçlendirmeye hizmet ettiği savunulmaktadır (Wilson, 2002). Bir diğer deyişle, dinsel düşüncenin “grup seçilimi”nden ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Diğer görüş ise dinsel düşünce ve davranışı, evrimsel sürecin ürünü olan insan zihninin temel yapısının bir “yan-ürün”ü olarak ele almamız gerektiğini öne sürer (Boyer, 2001; Atran, 2002). Bu görüşe göre, dinsel fenomeni anlayabilmemiz için ilgili görünen ve aslen başka amaçlar için evrimleşmiş diğer bilişsel mekanizmaları incelememiz gerekmektedir. Konuşmada Bering’den (2006) hareketle ruh, ölümsüzlük ve doğaüstü varlık gibi kavramların herkeste varolan zihin teorisi yetisinden nasıl kaynaklanmış olabileceği tartışılacak ve dinsel törenlerin amacı zihin teorisi temelinde açıklanacaktır.