Bu yazı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı sayısında Mehmet A. Sökmen imzasıyla yayınlandı.
Saygıdeğer bilim insanları Stephan Hawking ve Leonard Mlodinow Büyük Tasarım adlı kitapta, hiçbir öne sürülmüş modelin, gerçeği açıklama çabasında tek başına yeterli olamayacağını öne sürerler. Bundan dolayı da, farklı koşullarda farklı açıklama modelleri geliştirilebilir derler. Modele bağlı gerçekçiliğin anlatmak istediği şudur: Beynimiz dünyaya ilişkin bir model oluşturur ve duyu organlarımızdan gelen girdileri yorumlar. Eğer, seçilen model olayları ve olguları açıklamakta başarılı oluyor ise, o model için gerçek bir modeldir tanımını kullanırız. Oysa, aynı fiziksel durum için model oluşturmanın birden fazla yolu olabilir. Yani, örneğin, iki teorik fizik teorisi veya modeli aynı olayı veya olguyu doğru biçimde öngörebilir. Bu durumda biri diğerinden daha gerçektir diyemeyiz, yapacağımız şey en kolay ve basit olanı seçip gönlümüzce kullanmaktır. Benim, birazdan, iletişimi dayandıracağım memetik konusunu ele alış biçimim de, bu kolaylığa ve basitliğe dayanmaktadır.
Bunu zihnin üzerine işlettiğimiz zaman, en kolay ve basit olan model zihin diye bir şeyin aslında olmadığını açıklayan modeldir. Evet, zihin diye bir şey yoktur. Bu sözcük, söylenişi kısa olduğu ve kolay olduğu için seçilmiştir. Her şey, ateşlemeye geçen nöronlara ve sinaptik aralıklarda seyahat eden kimyasallara bağlıdır. Tümü birden oldukça karmaşık kalıplar olarak ortaya çıkarlar ve biz bu karmaşıklığı zihin diyerek kolaylaştırmaya çalışırız. Gerçekte olan ise, beyindir.
Zihnin aslında beyinden ibaret olduğunu açıkladıktan sonra, şimdi, rahat bir biçimde zihnimizde bizleri etkileyen şeye veya şeylere göz gezdirebiliriz. Leyla Gencer, Aziz Sancar veya Giordino Bruno bunlar sıradışı ve seyrek rastlanan becerilerdir. Zihinde ise bizi asıl hayrete düşürmesi gereken şeyler, günlük olarak uyguladığımız ve hatta bazen sıkıcı bulabildiğimiz beceriler ve faaliyetlerdir. Annemizin ve babamızın yüzünü tanımak, meyve suyu kutusunun içinde ne kadar meyve suyu kaldığını anlamak için kutuyu çalkalamak, günaydın demek, gün içinde yapacaklarımızı kahvaltı masasında kritik etmek gibi. Bize kör saatçi evrim tarafından beklenmedik biçimde bahşedilen bu yetenekler, henüz bir robot için zor beklentilerdir. Yine bu örneklerden hareketle, jestlerin ve mimiklerin konuşmadan çok daha önce evrimleştiğini çekinmeden dile getirebiliriz. Konunun cazibesine kapılarak bahsi geçen becerileri ve davranışları tek tek ele almak ve incelemek çok hoş olurdu; ama, şu an için iletişim üzerine yoğunlaşacağım.
Önce Beyin!
Konuya başlamadan önce belirtmek isterim ki, doğanın daha büyük beyinli varlıklar evrimleştireceği yönünde bir amacı olmamıştır. Daha büyük beyinli olmak ise, en mükemmel ve kusursuz olmak veya önceden tasarlanmış olmak anlamına hiç gelmez. Kusur vardır ve bu bizi, direk olarak, evrimin kusurları ile var olduğu gerçeğine götürür. Daha da somutlaştırmak gerekir ise, Homo habilis'in Homo sapiens beynine evrimleşmek gibi bir gayesi asla olmamıştır. Zaten, hiçbir tür evrimleşmek istemez. Modern herhangi bir tür de, bir diğer modern türe evrimleşmez. Geç Homo erectus örnekleri için dişler daha Homo sapiens demek ne kadar saçma ise, Homo habilis için de beyin yakında Homo sapiens beyni olmak için hazırlanıyor demek o kadar saçmadır. Dahası bizim Homo habilis'e doğru eksiksiz fosil örneğimiz olsa idi, birini diğerinden ayırt etmemiz çok güçleşirdi. Sahte bilim üreticisi aklın düşmanları kendi açılarından bunu kullanışlı bulsa da, asıl kullanışlılığı gerçek bilim üreticileri ve gerçek bilimi anlamak isteyenler içindir.
P. Rakic beynimizin büyüklük nedenini oldukça basit bir sürece bağlar. Ventriküler zon büyüklüğü, burada yerleşim gösteren öncü hücrelerin simetrik bölünmeleri sayesinde artış göstermiştir. Her bir simetrik bölünme ile birlikte öncü hücre sayısı ikiye katlanmıştır ve bu da beynin büyüklüğünü ikiye katlamıştır. Dolayısıyla, beynimizin büyük oluşunun nedeni, üç veya dört ek simetrik bölünme geçirmiş olması olabilir. Simetrik bölünme evresi, insanlarda üçten fazla bölünmenin gerçekleşmesi için yeterli bir süreyi sağlar bir biçimde, yaklaşık, iki gün daha uzun sürer. İnsan korteksinin %15 daha kalın olduğunu gösterir bir biçimde, periyodik asimetrik bölünme periyodu, aslında daha uzundur. Dolayısıyla, insanlarda beyin büyüklüğünün artmış olmasının nedeni, simetrik ve asimetrik gelişim periyodlarının sonlanmasında ortaya çıkan gecikmeler olabilir. Bu gecikmelerin nedeni ise, beyin gelişimini kontrol eden genlerde ortaya çıkan basit mutasyonlar olabilir (Rakic 1988, s. 1988 - 1995).
Dilin doğuşunu anlamaya yönelik küçük ama umut verici ayak sesleri ise, FOXP2 üzerine yürütülen genetik çalışmalardan gelir. FOXP2, 715 aminoasit uzunluğunda olan protein zincirini kodlamaktadır. Genin fare ve şempanze (şempanze maymun değildir, şempanze bizim gibi kuyruksuz bir maymundur) versiyonları arasındaki fark, bir aminoasittir. İnsan versiyonunun bu iki varlıktan farkı, fazladan iki aminoasittir. Bu, şu anlama gelir: İnsanlar ve şempanzeler genetik olarak çok yakın akrabadırlar. Ama, FOXP2 geni, insanlar ve şempanzeler birbirinden ayrıldıktan kısa bir zaman sonra evrimleşmiştir (insanlar şempanzelerden evrimleşmemiştir, insan ve şempanze sadece ortak bir atayı paylaşırlar). O halde, saygıdeğer bilim insanı Richard Dawkins'in de dediği gibi, dilin evrimini anlamaya çalışıyorsak, aramamız gereken gen, bize doğru kör saatçi biçimde evrimleşen soy içinde bir yerde, ama şempanzelerden ayrıldıktan sonra değişen bir gendir. Bu çaba bizleri belki Homo habilis veya Homo erectus kesinlikle konuşuyordu sonucuna götürmez, sadece bizlere evrimleşen dili anlamada mantıklı bir yöntem sunar.
Sözcük Üreten, Kavrayan, Anlamlandıran Beyin!
Anlamlı olan sözcükler üretebilmek, beyinde, birçok bölgenin işbirliği içinde çalışmasına dayanır. Geçmişi ve şimdiyi, anlamlı cümlelere dönüştürmenin kavşağı frontal lobdur. Eğer beyninizin ön frontal lobu (buraya Broca bölgesi denir) hasar görür ise, konuşma beceriniz bozulur. Bu türden bozuklukları olanlar, sözcüklerinin devamını getirmekte zorlanırlar, hatta, sözcükleri gruplandırmaya çalışırlar. Diğer yandan, gramer bilgisi gerektiren sözcükleri dile getirmekte de büyük sıkıntılar yaşarlar. Kelimeleri türetemezler; ama, gelişkin olmasa da, kelime türetmekten daha iyi anlama kapasiteleri vardır. Yine, Broca bölgesi hasarlı kişiler, kelimeleri bulmada ve doğru harfi doğru yerde kullanmakta güçlük çekerler.
Algılama, sol yarımküremizdeki üst temporalin orta ve arka kısımlarındaki sinirsel dolaşımlarla gerçekleşir. Bu bölgeye Wernicke bölgesi denir. Wernicke bölgesi hasarlı olan kişiler, rahat ve akıcı konuşabilirler; ama, doğru telaffuza ve doğru kelimeyi seçmeye özenli değillerdir. Seslerini düzenli olarak yükseltebilirler ve alçaltabilirler. Kavrama yeterlilikleri ise, düşüktür.
Savana kelimesinin anlamını bilmek, savanaların fiziksel görünümleri hakkında şiir yazabiliyor veya savanaları yağlı tabloda betimleyebiliyoruz anlamına gelir. Ayrıca, savanalar hakkında bilgi sahibi olmak demek, savananın anlamını da bilmek demektir: Faunası ve florası. İşte, tüm bu bilgiler beynin konuşmadan sorumlu olan birincil bölgelerinde değil, beynin çağrışım kortekslerinin bulunduğu bölgelerde raflara kaldırılmaktadır. Farklı raflardaki farklı bilgiler farklı bölgelerde depolanırlar; ama, savana kelimesini duyduğumuz andan itibaren, tüm bu bölgeler harekete geçerler (birbiriyle ilişkili bilgileri bir araya getirmek, hipokampusun görevleri arasındadır).
Günümüz savanaları, silahsız Homo sapiens için oldukça tehlikelidir. Milyonlarca yıl öncesinin savanaları aynı tehdidi Homo habilis'e veya Homo erectus'a yöneltiyordu. Kas yığını olan, uzun sivri dişler ile güçlü pençelere sahip herhangi bir diğer hayvan türü ile karşılaşmak, türün devamı için, grubu uyarmayı veya partneri uyarmayı da zorunlu kılıyordu. Günümüzde bu uyarı, imdat seslenişi ile tanımlanabilir. Milyonlarca yıl öncesindeki tehlikeyi tanımlayan sesi veya kelimeyi bilmiyoruz; ama, buna yönelik herhangi bir sesin olduğunu güçlü bir biçimde düşünebiliriz. Ritmik, empatik ve melodik konuşma özelliklerini aruz şeklinde tanımlıyoruz. O halde, bizim, Shakespeare okurken duraksadığımız veya duygusal ton ile aktardığımız soneler atalarımızın ölüm tehdidi, kur yapma, çiftleşme, heyecan durumlarından evrimleşmiş olabilir mi?
Memetik ve İletişim Psikolojisi
Düşünme yeteneğine sahip bir gezegende yaşıyor olsaydık, 4.5-5 milyar yıl yaşındaki gezegenimiz açısından en sıradışı varlıklar bizler olurduk. En başta, geri görüş kibrine sahibiz. Geri görüş kibrimiz, dünya üzerinde olduğu kadar, evrende de bizden daha akıllısının olmadığını düşündürüyor. Diğer yandan, kendimizi anlamaya çalışmamızda da büyük bir engel!
Bizi bu kadar farklı yapanın ne olduğunu her sorduğumuzda, büyük bir çoşku ile aklımız olduğunu ileri süreriz. Yazının başında açıkladığım cümleler sizi tatmin etti ise, artık bu duruma daha farklı yaklaşabileceğinizi, en azından, birçok alternatifinizin olduğunu düşünüyorum. Hemen ardından, hem zihnimiz hem de kullandığımız dil sıralanır.
Satrançın büyük ustası Garry Kasparov, 1997 yılında, Deep Bulue adındaki yapay zekaya satrançta yenilmiştir. O halde, zekada biricik değiliz. Zihin ise, üzerinde hala hararetle tartışmaların devam ettiği ve yazının girişinde biraz bahsettiğimiz oldukça kaygan bir alan. Peki, dilimiz? Evet, şempanzeler cümle oluşturabilirdi. Ya da, en azından, şempanze dünyasının yeni yıldız sanatçısı bunu yapabilirdi. Bu, Kanzi adıyla tanınan bir pigme şempanze idi. Kanzi'nin öğrenme süreci, konuşulan bir sözcüğü ve onun işaret ettiği nesneyi anlamayı ve sonra bilgisayar klavyesi üzerinde onunla ilgili sembolü öğrenmeyi içeriyordu. Altı yaşına geldiğinde Kanzi, söylenen sözcüğü duyarak 150 farklı sembolü tanımlayabilecek duruma gelmişti. Farklı kelimelerin bir araya dizilmesiyle oluşan ve daha önce karşılaşılmamış yeni istekler belirten cümleleri de anlayabilmekteydi. Sekiz yaşına geldiğinde, Kanzi'nin dil yetileri iki yaşındaki Alia adlı bir kız çocuğunkilerle resmen karşılaştırılabiliyordu. İkisinin dil yetileri dikkat çekecek ölçüde benzer görünüyordu (Mithen, 1996, s.100). Bu durum elbette şempanzelerin bizden daha iyi konuşabilecekleri anlamına gelmez; bu şempanzelerin doğru bir eğitim ile neler başarabileceklerine ve kapasitelerine ışık tutar.
Nedir bizi farklı yapan? Bu yazının asıl amacı, bizi farklı yapanın taklit etme yeteneğimiz olduğunu anlatmaktır ve bunun iletişim psikolojisine etkisini açıklamaktır. Konu oldukça taze. Evrimsel psikoloji, memetik ile işbirliğinde iletişim psikolojisi açısından, son yıllarda, konuyu ele almaya başladı ve bu soru aynı zamanda bizlerin neden geveze olduğunu, önyargılarımızı ve iletişim psikolojisi ile cinsel seçilim arasındaki işbirliğini de anlamamıza yardımcı olacak.
Taklit Etme ve İletişim Psikolojisi
Birini taklit ettiğinizde size birşey aktarılır. Bu bir şey sonrasında tekrar tekrar aktarılabilir ve böylece kontrol edilemeyecek duruma gelir. Bu şeyi bir fikir (iyi veya kötü bir fikir), bir yönetmelik, bir davranış, bir parça bilgi olarak açıklayabiliriz; ancak üzerinde çalışmaya devam edeceksek onu adlandırmak zorundayız.
Neyse ki bir ismi var: Mem (Blackmore, 2011, s.5).
Mem terimini tarihsel açıdan ele aldığımız zaman, ilk defa Richard Dawkins tarafından Gen Bencildir adlı kitapta kullanıldığını görürüz. Dawkins kitabında genlerin anlaşılabilmesi için, kendi aralarındaki rekabetin anlaşılması gerektiğini sık sık vurgular. Daha modern olan gen bakış açısına göre evrim, bireyin çıkarı veya türün yararı doğrultusunda ilerlemiş gibi görünebilmesine rağmen aslında genler arasındaki rekabetle yönlendirilmektedir (Blackmore, 2011, s. 6).
Bencillik ile anlatılmak istenen nedir? Bunun da iyi anlaşılması gerekiyor. Genlerin bencil oluşu, kendilerini bir sonraki soya aktarıp aktaramamaları demektir. Genler, sadece, kopyalanabilirliği olan kimyasal paketlerdir ve kopyalandıkları ölçüde başarılı olabilirler. Bu işlem esnasında, kendi yararlarına hareket ettiklerinden, kopyalanamazlar ise elenirler. Bencillikleri bu demektir; kişiyi kesinlikle, her davranışta ve daima bencil yaparlar demek değildir.
Dawkins, konuyu daha anlaşılır kılmak açısından eşleyiciler ve araç terimlerini geliştirmiştir. Örneğin, DNA bir eşleyicidir ve kendisinin kopyalanmasını ister. Araç ise, çevresi ile etkileşimde bulunma özelliğine sahip olan varlıktır (Dawkins, 2014, s.36-42).
Dawkins kitabında şu soruyu da sorar: Gezegenimizde başka eşleyiciler olabilir mi? Ve, kışkırtıcı sorusuna şu şekilde cevap verir: Evet. Yeni eşleyici için, bir ada ihtiyacımız var; bir kültürel iletim birimi ya da bir taklit birimi fikrini nakleden isme. ''Mimeme'' uygun bir Yunanca kökten gelir; fakat, ben ''gen'' sözcüğüne bir parça benzeyen tek heceli bir sözcük istiyorum. Mimeme sözcüğünü mem olarak kısaltırsam klasik edebiyatçı dostlarımın beni affedeceğini umuyorum.
Mem örnekleri ezgiler, fikirler, sloganlar, giysi modaları, çanak çömlek yapımı veya kemer inşaası gibi yöntemlerdir. Tıpkı genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda kendilerini çoğaltmaları gibi, memler de geniş anlamda taklit denilebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini mem havuzunda çoğaltırlar (Dawkins, 2014, s. 212-213).
Jingle bells, jingle bells, jingle all the way şarkısını ele alalım. Milyonlarca insan (muhtemelen milyarlarcası) bu şarkıyı bilir. Kısa bir süre sonra kendi kendinize mırıldanmanız için yalnızca o üç kelimeyi söylemem yeterli olacaktır. Bu kelimeler olasılıkla hiçbir bilinçli kasıt olmaksızın sahip olduğunuz anıları harekete geçirerek sizi etkiler. Peki, bu nereden geldi? Diğer milyonlarcası gibi siz de bunu taklit edinmeyle öğrendiniz. Bir şeyler, bir çeşit bilgi, bir çeşit yönetmelik tüm o beyinlerde konaklar haline geldi ve şimdi hepimiz aynı tekrarı yapıyoruz. Biz, bu bir şeye mem adını veriyoruz (Blackmore, 2011, s. 9). İşte, iletişim psikilojisine etkisi de buradan geliyor.
İletişim psikolojisi açısından, altının önemle çizilmesi gereken konu şudur: Nasıl ki eşleyici olarak kabul ettiğimiz DNA bencilce kendisinin kopyalanıp yaşatılmasını araç vasıtasıyla kayırıyorsa, eşleyici olarak kabul edeceğimiz iletişim de aracı veya araçları vasıtasıyla kendisinin kopyalanmasını kayırıyor. İletişimin kimi de, genler kadar bencildirler ve tek amaçları etrafa yayılmaktır ve bu durum ise, araç olanın psikolojisini olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Bilimsel bir fikir faydalarından ötürü hızla yayılabilir; ama, jingle bells gibi bir şarkı da sinir bozucu olduğu halde beyne yapıştığı kadar dile de yapışıp kalabilir. Hayatta kalma değerini ölçen ve biçen şey, psikolojik çekiciliğidir. Genlerin doğal seçilimi ile şekillenmiş olan beyin, iletişime kendi psikolojisini oluşturma olanağı tanır. Doğal seçilim en güçlü olandan değil de en iyi uyum sağlayandan söz açarken, memetik evrim iletişim psikolojisinde en fazla kopyalananın hayatta kalacağından bahseder.
Memler zamanla evrimleşmenin etkisinde çok daha fazla büyüyebilirler. Örneğin, ana memi, alt memler destekleyebilir. Şöyle söyleyeyim; bir çanak çömlek neolitik çağda çok daha basit tekniklerle yapılırken, kalkolitik çağda temelde aynı; ama, daha gelişkin tekniklerle yapılır. Bu durum neolitikteki fikirlerin, kalkolitik çağa kadar evrimleştiğini, dahası çanak çömlek üreticisinden çok, çanak çömleğin kendisinin yayıldığını gösterir. Yani; kalkolitik çağa ait bir çanak çömlek ustası, neolitik çağa ait bir çanak çömlek ustasından daha zeki olmak zorunda değildir! Söz konusu olan, çanak çömleği oluşturan fikirlerin kendilerini kopyalamadaki başarılarıdır! O halde fikir (mem), yapıcısı ile birlikte birbirini güçlendirmiştir. Tabii, her zaman güçlendirmek gibi bir zorunluluğu da yoktur.
Gevezeyiz!
Beynimiz oldukça masraflı bir organımızdır. Vücut ağırlığımızın %2'si kadar olan bu organ, harcadığımız enerjinin %20'sini tüketmektedir. Bu, şu anlama gelir; kapladığı alanın, 10 katından çok daha fazla bir enerjiyi harcıyor (Sekman, 2011, s.32).
Bazı araştırmalar, sohbetlerin üçte ikisinin sosyal sorunlarla alakalı olduğunu göstermiştir (Dunbar, 1996). Beyin için harcanan masrafa benzer bir masraf, konuşma ile alakalı olarak karşımıza çıkar. Deyim yerinde ise, her fırsatta konuşuruz. Hasta yatağımızda olmamız, çoğu zaman, iletişim kurmamıza engel olamaz!
O halde, evrimsel psikoloji açısından bu derece konuşkan varlıklar olarak evrilmemizin nedeni nedir? Bir evrim psikoloğu, şu şekilde yanıt verir: Sorunun cevabı için, ilk avcı toplayıcılar açısından çok konuşmanın avantajları veya dezavantajları saptanabilmelidir. İşte, memetik tam bu noktada devreye girer ve şu soruyu yöneltir: Evet, genler açısından pek bir önemi kalmayan bu gevezelik, memler açısından ne gibi kazanımlar sağlar? Konuşmak memleri yaymaktadır. Başka bir deyişle, çok konuşmamızın nedeni, memlerimizi yaymak içindir. Böylece kendilerini konuşturabilen memler, bunları yapamayanlara kıyasla daha sık kopyalanacaktır. Derken bu tip memler, mem havuzunda yayılacak ve hepimiz çok konuşan bireyler olup çıkacağız (Blackmore, 2011, s.109).
Yine, herhangi bir reklam cingılı da dilimize yapışıp kalabilir. İyi reklamcılar beynimizde konakçılar haline gelip, sık sık dil ile tekrarlanacak sözcükleri veya cümleleri bulmakta ustalaşmışlardır. Amaç, tekrarın iletişim ile yayılması ve reklamda işaret edilen ürünün hayatta tutulmasıdır. Ama, mem de kendisini hayatta tutmuş olur! Bu durum, zincirleme türden bir psikolojiye götürür: Sık tekrar kişinin sinirini bozar, iletişim psikolojisi ile mem havuzunda korunur, alışverişe zorlar.
Önyargılarımız Var!
İletişim psikoljisindeki önyargılar da, fevkalade, memetikçidir.
Bireyler mem havuzunda yer edinmiş yaygın bir fikri (konumuz açısından bu önyargıdır), sonuçlarını düşünmeksizin kabul ederek tekrar tekrar yayabilirler. Bu, psikolojik önyargıdır.
Önyargı, genellikle saygın kişiler veya bireyin içinde bulunduğu toplumsal grubunun çoğunluğu tarafından benimsenen özellikler konusunda olabilir (Bu sürece konformist aktarım denir). Ancak hızlı bir benimseme süreci için, benzer bir önyargının çok fazla insanda var olması gerekir. Yeniliklerin her kültürde kendini göstermesi bir gruptaki kişilerin inanç ve değerlerini paylaşmak üzere bir araya gelmelerinde kültürel iletimin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Böylece, iletişim psikolojisindeki bilginin toplumsal iletiminin önemli olduğu ve evrimsel psikoloji sürecinde göz ardı edilmemesi gerektiği sonucunu çıkartabiliriz (Aunger, 2011, s.47).
Taklit yeteneği olan ve gen havuzlarında yontulmuş olan beyinlerimize giren memler, önyargılar söz konusu olduğunda oldukça acımasız olabilirler. Günlük yaşantımızda, buna örnek olarak gösterilebilecek birkaç deyiş de vardır: Adın çıkacağına, canın çıksın! Adın çıkmış dokuza, inmez sekize... Bu, açık ara, ipleri taklitçi beyinlerde ele alan memlerin dünyasıdır! Bencil genlerin evrimsel ürünü olmamız, konakçılar haline gelmiş olan memleri değiştiremeyeceğimiz anlamına da gelmez.
İletişimin Cinsel Çekiciliği!
Atalarımız, daha kibar iletişim kuranları çiftleşmede daha fazla tercih etmiş olabilir mi? Bu soru oldukça kışkırtıcı bir soru ve iletişimin evrimsel psikolojisini anlamada önemli kavşaklardan birinin üzerinde duruyor.
Memetik açıdan ele alındığı zaman, oldukça yaygın olan bir mem türü olduğu göze çarpar.
Erkek tavuskuşunun kuyruğu olabildiğine renklidir. Oysa, moleküler biyoloji ilksel atalarının kuyruğunun fırında kızarmış bir tavuk kuyruğu kadar olduğunu göstermiştir. Erkek bir tavuskuşunun kuyruğu, doğada, gel ve beni avla dercesine cafcaflıdır! Bu belirgin tehlikeye rağmen, bu evrimleşme! Dişiler görece daha parlak olan kuyruklu erkekleri çiftleşmede seçtikleri için, evrimin bir mekanizması olan cinsel seçilim daha fazla canlı ve renkli olan kuyruklu erkekleri kayırmıştır. O halde, kibar erkekler veya kibar kadınlar kibarlık memlerini yayarak çiftleşmede daha başarılı olmuş olabilirler mi? Eğer durum böyle ise, iletişimin cinsel psikolojisine, memetik açıdan yaklaşmak da olasıdır. Belirttiğim gibi; ana memin alt memler tarafından desteklenebileceğini düşünür iseniz, bu durum son derece mantıklı gelecektir.
Bu sayede memetik, iletişim psikolojisi açısından gevezeliği, iletişim psikolojisi açısından önyargıları ve iletişim psikolojisindeki cinselliği anlamaya yönelik basit bir yanıt sağlar: Konuşma olayı, her ne kadar bazen aksi yönde davransa da, ne genlerimizin faydasına ne bizim faydamıza ne de mutluluğumuz içindir. Bu, yalnızca konuşmayı taklit edebilen bir beyne sahip olmanın kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Yalnız, beyin kimi zaman iletişimin cinsel psikolojik etkilerinde olduğu gibi bilinçsizce başlasa da bilinçli bir şekilde de süregelebilir. Bu evrimsel iletişim psikolojisi ile ilgilenen evrimsel psikologları doğrudan iki önemli konuya sürükler: Bizler neden ve nasıl ilk başta konuşmayı edindik (Blackmore, 2011, s.113)? Ben buna evrimsel psikoloji ile ilgilenen biri olarak primatları da dahil ederim; hem günümüz primatlarını hem de evrimsel atalarını.
Özetle, biz insanların iletişimi mem kaynaklıdır ve iletişim psikolojisini anlamanın yolu konakçı memleri anlamadan geçer. Evet, Newton'ın veya Einsteın'ın bir veya iki geni şu an hayatta kalmış olabilir; ama, mem kompleksileri hala çok iyi çalışmaktadır.
KAYNAKÇA
Aunger, R., 2011, s.47; Memetik Evrim, Alfa Yayınları, İstanbul.
Blackmore, S., 2011, s.5-6-9-109-113; Mem Makinesi, Alfa Yayınları, İstanbul.
Dawkins, R., 2014, s.36-42, 212-213; Gen Bencildir, Kuzey Yayınları, İstanbul.
Dunbar, R., 1996; Grooming, Gossip and the Evolution of Language. London, Faber and Faber.
Mithen, S., 1996, s.100; Aklın Tarihöncesi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Rakic, P., 1988, s.241, 170-176; Specification of cerebral cortical areas, Science.
Rakic, P., 1195, s.18, 383-388; A small step for the cell, a giant leap for mankind: A hypothesis of neocortical expansion during evolution. Trends in Neuroscience.
Sekman, M., 2011, s.32; Herşey Beyinde Başlar, Alfa Yayınları, İstanbul.
0 yorum:
Yorum Gönder