Her şey nisan ayında
garip bir adamın garip sözleriyle başladı. Adana Otistik Çocuklar Sağlık ve
Eğitim Derneği başkanı sosyolog Fehmi Kaya özet olarak otistik çocukların
empati kurmayı bilmedikleri için dinsel inançla ilgili sorunları olduğunu, beyinlerinde
bir inanç alanı olmadığını, durumlarının ateizmle paralellik gösterdiğini
söyledi. Söylediklerinin bilimsel araştırma sonuçlarına dayandığını da ekledi. Ayrıca
yürüttükleri ücretsiz tedavi programıyla otistik çocukları inançlı çocuklar
haline getirmeye çalıştıklarını söyledi. Yaptığı açıklama İhlas
Haber Ajansı’ndan Fatih Keçe imzasıyla birkaç gazetede yer aldı. Haber bazı
gazetelerde “Bütün otistik çocuklar ateist” başlığıyla yer aldığı için Fehmi Kaya’ya
tepki yağdı.
Otizm Platformu hem yaptığı
açıklamanın bilimsel bir temeli olmadığı için hem de otizmle ilgili önyargılara
bir yenisini eklediği için Fehmi Kaya’yı ve derneğini kınayan bir mesaj yayınladı. Tepkiler üzerine Fehmi
Kaya sözlerinin çarpıtıldığını iddia etti. Otistik çocuğu olan ailelerden özür
diledi. Fakat otizm-ateizm ilişkisinin kendi kişisel görüşü olmadığında, bunu
gösteren bilimsel bulgular olduğunda ısrar etti.
Ateistler de Kaya’nın
sözlerinden rahatsız oldular. Onların rahatsızlığı ateistlerin rızaları dışında
inanç sahibi yapılmaya çalışılmasıydı. Garajımdaki Ejder otizmle ateizm
arasındaki ilişkiye bakan araştırmaların Kaya tarafından çarpıtıldığını
göstermeye çalıştı. Bu ikisi arasında bir ilişki olsa da ateizmin otizmin bir
türü olduğunu söylemek mümkün değil dedi.
Bilimsel dernekler de
fazla gecikmeden açıklamalar yayınladılar. Türkiye Psikiyatri Derneği
açıklamasında otizmle ilgili temel bilgileri verdikten sonra otizmle ateizm
arasında bağlantı kuran iddiaların otistiklerin ailelerini duygusal açıdan
incitici olduğunu ve tedavi sürecini olumsuz etkileyebileceğini vurguladı. Ek
olarak yetkinliği olmayan kişilerin otizm konusunda açıklama yapmasının ve
tedavi yürütmesinin sakıncalı olduğunu söyledi.
Türk Psikologlar Derneği’nin (TPD) açıklaması ise çok daha iddialıydı ve bu daha başlıktan belli oluyordu: “Otizm ile İlgili Bilimsel Gerçekler”. Bu açıklamaya yakından
bakalım.
Diğer
eleştirenler Fehmi Kaya’nın otizm-ateizm ilişkisiyle ilgili araştırma
sonuçlarını çarpıttığını söylerken TPD bu ikisi arasında bir ilişki olmasının
mümkün bile olmadığına en baştan hükmediyor:
Otizm spektrum bozukluğu (OSB), karşılıklı sosyal iletişim ve etkileşimdeki
yetersizlikler; tekrarlayıcı, sınırlı ve basmakalıp davranışlar, etkinlikler ve
ilgilerle tanımlanan genel olarak üç yaşından önce beliren ve ömür boyu süren
nörogelişimsel bir bozukluktur. Dolayısıyla bilinçli bir tercih olan ateizmle
bu bozukluk arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı açıktır.
İnsan ilk
okuduğunda bu sözleri sarf eden bir psikolog olabilir mi diye hayret ediyor.
Nörogelişimsel bozukluklarla bilinçli tercihler arasında hiçbir ilişki
olamayacağını söyleyen bir bilimsel yasa var da biz mi bilmiyoruz acaba?
Bilinçli tercihlerin beyinden kaynaklanmadığı yönünde bir düalist varsayım var
sanki burada.
Daha sonraki
paragraflarda TPD bildirisi Fehmi Kaya’nın var olduğunu iddia ettiği
araştırmaların varlığını kesin bir dille reddediyor ve otistik çocukların inanç
ve ibadetle ilgili sorunlarına farklı bir açıklama getiriyor:
Dolayısıyla OSB tanısı bulunan
bireylerin sıralanan özellikleri göz önünde bulundurulduğunda inanç, ibadet
gibi soyut düzeydeki dini kavramları öğrenmede ve insanların inançlarını
anlamlandırmada sorunlar yaşamaları beklendik bir durumdur. Bu durumun ateizmle
ya da hiçbir bilimsel dayanağı bulunmayan açıklamalarla bir ilgisi
bulunmamaktadır.
OSB tanısı bulunan bireyleri konu alan
çalışmalar arasında ise bu bireylerin beyinlerinde inanç alanı olup olmadığını
inceleyen ve olmadığını gösteren herhangi bir bilimsel araştırmanın
bulunmadığını özellikle vurgulamak istiyoruz.
Buradan
çıkaracağımız sonuç şu: Bildiri Fehmi Kaya’nın açıklamasından günler sonra
kaleme alınmış olmasına rağmen TPD 10 dakikalık bir İnternet taraması sonucunda
ulaşılabilecek araştırmaları arama zahmetine girmemiş. Üstelik konuyla ilgili
kısa bir blog yazısı yazan ve halka karşı hiçbir bilimsel sorumluluğu olmayan
Garajımdaki Ejder bile bu araştırmalardan birini bulup tanıtmışken.
Bilinç-beyin
ilişkisi konusunda Descartes’tan kalma fikirlere sahip olan ve literatür
taramayı bilmeyen TPD’nin açıklamasını şimdilik bir kenara bırakalım, Fehmi
Kaya’nın otizm-ateizm ilişkisi konusunda ısrarla var olduğunu iddia ettiği bu
araştırmalar nelermiş bir bakalım.
Göründüğü
kadarıyla bu konudaki ilk araştırma Boston Üniversitesi’nden Catherine
Caldwell-Harris ve arkadaşlarının 2011’deki Cognitive Science Society
konferansında sundukları yayınlanmamış bir bildiri. Araştırmacılar
şöyle bir mantık yürütmüşler: Dinsel inanç görünür olayların arkasında
görünmeyen doğaüstü varlıkların niyetlerinin, amaçlarının yattığı fikrine
dayanır. Yani dinsel inanç için niyetler gibi zihinsel olaylarla ilgili akıl
yürütme becerisi gerekir. Otistik bireylerin profilinde karşımıza çok sık çıkan
bozukluklardan biri zihin okumayla, yani zihinsel süreçler hakkında akıl
yürütmeyle ilgili sorunlardır. Dolayısıyla otistik bireylerin bilinç ve niyet
sahibi doğaüstü varlıklarla ilgili inançlara eğilimi diğer insanlardan daha az
olabilir.
Bu öngörüyü
test etmek amacıyla araştırmacılar önce bazı tartışma forumlarına gönderilen
yorumlardan hareketle, sonra da İnternet üzerinden dağıtılan bir anketten
hareketle otizmle dinsel inanç ilişkisine bakmışlar. Otistiklerin ve normallerin
("nöro-tipik"lerin) dinsel gruplara dağılımına bakıldığında 61 otistik
arasında en yaygın din yaklaşımının ateizm, 105 normal arasında en yaygın dinin Hıristiyanlık olduğu görülmüş. Otistik olup olmamakla dinsel inanç sahibi olup olmamak arasında
gerçekten bir ilişki var gibi görünüyor. Bunların normal veya normale yakın
IQ’ya sahip otistikler olduğunu belirtelim. İki grup (otistikler ve normaller) topluca ele alındığında ve
otizme eğilim puanları (AQ; Autism Quotient) değerlendirildiğinde en yüksek
puanların ateistlerde, sonra geleneksel olmayan inanç sistemlerine sahip
olanlarda, en düşük puanların da geleneksel dinlere mensup olanlarda olduğu görülmüş. Yani sadece klinik düzeyde otizm değil, otizme eğilim de dinsel inançta zayıflamayla paralellik gösteriyor. (Caldwell-Harris
daha sonra otizm ve dinsel inanç ilişkisini daha geniş bir bağlamda popüler bir
dergide de ele aldı.)
Bulgular ilginç
olmakla beraber araştırma korelasyona dayandığı ve birçok kontrol edilmemiş
değişken içerdiği için kesin sonuçlara varmak zor. Mesela otistik bireyler
gerçekten otistik oldukları için mi ateizme eğilimli oluyorlar yoksa otizmle
korelasyon gösteren bambaşka özellikleri yüzünden mi? Ayrıca otizm çok yönlü
bir bozukluk. İkisi arasında gerçekten bir ilişki varsa otizmin hangi yönü
ateizme eğilim yaratıyor? Bu sorulara cevap verebilecek deneysel manipülasyon
yapmak çok zor. Ama daha kontrollü bir korelasyon araştırması yapılabilir.
Caldwell-Harris ve arkadaşlarından bir yıl sonra Norenzayan ve arkadaşları (2012)
aynen böyle bir araştırma yapmışlar. Araştırmadaki
dört ayrı çalışmanın bulguları özetle şöyle:
n Otistik bireylerde Tanrı inancı nöro-tipiklere
göre daha düşük. IQ düzeyi bu ilişkiyi etkilemiyor.
n Normal popülasyon (nöro-tipikler) içinde otizme
eğilimli olmayı ölçen AQ puanlarıyla dinsel inanç arasında negatif ilişki var.
Bu iki değişken arasındaki dolayımı empati becerisi ve gözlerden zihin okuma
becerisi kuruyor. (Bu iki beceri otistik bireylerde genellikle zayıf olan
beceriler.)
n Erkeklerde dinsel inanç kadınlardan daha düşük. Bu
iki değişken (cinsiyet ve inanç) arasındaki dolayımı sağlayan gene empati ve
zihin okuma becerisi. Erkeklerde bu beceriler daha zayıf.
n “Makinalara ve kurallara dayalı sistemlere ilgi
duyma” şeklinde tanımlanabilecek değişken dinsel inançla ilişkili değil.
(Otistik bireyler bu değişkende genellikle yüksek puanlara sahip oluyorlar.)
n Uyumluluk (agreeableness) ve sorumluluk sahibi
olma (conscientiousness) adı verilebilecek kişilik özelliklerinin otizme
eğilimlilik ve dinsel inanç arasındaki ilişkide rolü yok.
n Dinsel törenlere katılma sıklığının da otizme
eğilimlilik ve dinsel inanç arasındaki ilişkide rolü yok.
Sonuç olarak
bulgulardan hareketle otizm (veya otizm eğilimi) ile dinsel inanç arasındaki ilişkiyi
sağlayan ana değişkenin empati veya zihin okuma becerisi olduğu ortaya çıkıyor.
Konuya daha
geniş açıdan bakacak olursak otistik bireyleri de, diğerlerini de dinsel
inançsızlığa yönelten faktörlerden sadece birinin zihin okuma becerisi (veya beceriksizliği) olduğunu söyleyebiliriz. İnançsızlığın başka ne gibi kaynakları
olabilir? Norenzayan ve Gervais (2013) bu yıl çıkan makalelerinde bu soruya
cevap verecek bir model geliştiriyorlar. Buna göre
dinsel inancın da inançsızlığın da bilişsel, motivasyonel ve kültürel öğrenmeye
dayalı sebepleri var. Bu sebepler de evrimsel mekanizmalara dayanıyor (burada
hem genetik hem kültürel evrim kastediliyor). Buna göre insanları inanca veya
inançsızlığa götüren dört ayrı (ama etkileşime girebilen) yol sayabiliriz:
1. Evrimleşmiş
bilişsel eğilimler (cognitive biases): Görünen ve görünmeyen varlıkların
zihinsel süreçleriyle ilgili akıl yürütme eğilimi. Bu eğilimin zayıf olması
kişiyi dinsel inançsızlığa götürebiliyor. Bunun en uç örneğini otistik
bireylerde görüyoruz.
2. Dünyada anlam,
huzur, güvenlik ve kontrol arayışı gibi varoluşsal kaygıların giderilmesinde doğaüstü
varlıklara ihtiyaç duyma: Bu tür bir arayış için motivasyon düşük olduğunda veya
bu tür varlıklara ihtiyaç duyulmadığında dinsel inançsızlık ortaya çıkabiliyor.
Bunun bir örneğini sosyal güvenlik sistemleri çok güçlü olan İskandinav
ülkelerinde görüyoruz (Zuckerman, 2008).
3. Dinsel
inancı teşvik eden kültürel desteklerden mahrum olma: Bireyin dinsel inancı, etrafındaki insanlardan ve toplumun genelinden gelecek desteğe ihtiyaç duyuyor.
Özellikle küçük yaşta alınan sıkı dinsel eğitim ve düzenli dinsel törenler ve
semboller olmadığında kişi inançsızlığa kayabiliyor. Bunun bir örneğini dinsel
sembollerin kamusal alanın dışına çıktığı seküler toplumlarda görüyoruz (Lanman, 2012).
4. Sezgisel
düşünceyi bastıran analitik düşünce: Sistematik eğitimle geliştirilen
sorgulayıcı ve analitik düşünce sezgisel açıdan doğal sayılabilecek dinsel
inancın reddedilmesine yol açabiliyor. Bunun uç örneğini de bilim adamlarında görüyoruz:
Önde gelen bilim adamları arasındaki inançsızlık oranı genel popülasyondaki
oranın çok üzerinde (Larson & Witham, 1998).
Bütün bunlar
Fehmi Kaya’nın nisan ayında söylediklerini destekliyor mu? Aslında hayır. Zira
bütün otistikler ateist değil, normal insanların beyinlerinde olup da
otistiklerin beyinlerde var olmayan bir inanç alanından bahsetmek mümkün değil
ve böyle bir alanı terapi yoluyla oluşturmak da mümkün değil. Fakat burada asıl
büyük yanılgıya düşen TPD. Zira otizmle ateizm arasında gerçekten bir ilişki
var. Ayrıca ateizm sadece bilinçli tercihlere dayanmıyor. Bilinçli tercihlerin
altında yatan bazı sezgisel düşünce eğilimlerine de dayanıyor ki bu durumda
ateizmin beyinsel temelleri ve evrimsel kökenleri olduğu söylenebilir.
Son olarak şu
soruyu soralım: TPD’nin bildirisinde yer alan fikirler bilimsel düzeyde olmasa
bile pragmatik düzeyde savunulabilir mi? Sonuçta TPD durup dururken halkı otizm
konusunda bilinçlendirme isteği duymadı. Otizmle mücadele çabalarını olumsuz
etkileyebilecek, otistik çocuklara kötü davranılmasına yol açabilecek bir
gelişmeye acilen müdahale edebilmek için bu çıkışı yaptı. Otistik çocukları
koruyabilmek için bilimsellikten biraz sapmak hoş görülebilir mi?
Bunun çok basit
bir cevabı var: Kesinlikle hayır! TPD bilimsellikten (bilerek veya bilmeden)
sapmakla uzun dönemde kendi saygınlığına ve ciddiye alınabilirliğine zarar
vermiş oluyor. TPD (veya bilimsel gerçekleri açıkladığını iddia eden herhangi
bir kurum) açıklama yaptığında başka kurumlardan daha fazla ciddiye alınmayı
neden bekler? Çünkü konuyla ilgili objektif verileri tarafsız bir şekilde
açıklayacağı beklentisi vardır. Ama bilimsel bir kurum kendi toplumsal
idealleri doğrultusunda halktan bilgi saklamaya veya bilgi çarpıtmaya başlarsa
herhangi bir grubun açıklamasından daha fazla ciddiye alınmayı hak etmez. (Bak: Amerikan Antropolojisinin Üstündeki Karanlık)
Bugün özgür bir
bilim camiası modern demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak
görülüyor. Fakat başta ABD olmak üzere bilimin
sosyal politikaların belirlenmesindeki rolü marjinalleşmiş durumda (Rosenberg ve ark., 2013; ayrıca bak. Bilimsel Özgürlük Üzerine). Oysa insanlığın karşı karşıya olduğu yerel ve global sorunların
çözümü için bilimsel veriye ve tavsiyeye belki de en fazla ihtiyaç duyduğumuz dönemdeyiz. Toplumsal
politikaların “bilim adamları ne düşünüyor?” diye sorulmadan belirlenmesinden
bütün bilim camiası rahatsız. Fakat suçu biraz da kendilerinde aramalılar. Daha
önce Amerikan Antropoloji Birliği bağlamında söylediklerimizi şu andaki konuya uyarlayacak
olursak:
Psikoloji bir bilim olmaktan çıkıp otistik hakları savunuculuğuna soyunursa söylediği şeyler herhangi bir çıkar grubunun propagandasından daha fazla saygıyı hak etmez. Gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmayan, kanıtları önemsemeyen bir çaba iyi niyetli olsa da sadece bilim ve etik için değil aynı zamanda demokrasi için de tehlikelidir. Bilimsel kurumların saygınlıklarını bu kadar kolay harcamamaları gerekir.
Psikoloji bir bilim olmaktan çıkıp otistik hakları savunuculuğuna soyunursa söylediği şeyler herhangi bir çıkar grubunun propagandasından daha fazla saygıyı hak etmez. Gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmayan, kanıtları önemsemeyen bir çaba iyi niyetli olsa da sadece bilim ve etik için değil aynı zamanda demokrasi için de tehlikelidir. Bilimsel kurumların saygınlıklarını bu kadar kolay harcamamaları gerekir.
Kaynaklar:
Caldwell-Harris, C.L.,
Murphy, C.F., Velazquez, T., & McNamara, P. (2011). Religious Belief Systems of
Persons with High Functioning Autism. Annual Meeting of the
Cognitive Science Society'de sunuldu, Boston, MA.
Lanman, J. (2012). The
importance of religious displays for belief acquisition and secularization. Journal of Contemporary Religion, 27,
49–65.
Larson, E.J. &
Witham, L. (1998). Leading scientists still reject God. Nature, 394, 313–314.
Norenzayan A., & Gervais W. M. (2013). The origins of religious disbelief. Trends in Cognitive Sciences, 17, 20-25.
Norenzayan A., Gervais W.
M., & Trzesniewski K. H. (2012). Mentalizing deficits constrain belief in a
personal God. PLoS ONE, 7(5): e36880.
Rosenberg, A. A., Halpern, M., Shulman, S., Wexler, C., & Phartiyal, P. (2013). Reinvigorating the role
of science in democracy. PLoS Biology, 11(5): e1001553.
Zuckerman, P. (2008). Society without God. New York: New York
University Press.
0 yorum:
Yorum Gönder