Tasarım argümanı doğada
yaptığımız gözlemlerden hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışan
klasik argümanlardan biri. Argümanın iki türü var: kozmik tasarım ve organik
tasarım. Bunlardan birincisi bir bütün olarak evrenin sahip olduğu bazı
özelliklerden (doğa yasalarının varlığı, fiziksel sabitlerin karmaşık yaşamın
ortaya çıkmasına imkan sağlaması, vs.) yola çıkarak bunların ancak Tanrı
tarafından bilinçli olarak tasarlanmış olabileceğini göstermeye çalışır.
Organik tasarım argümanı ise özel olarak canlıların bazı özelliklerinden
(çevreye uyumu sağlayan karmaşık ve zarif organlar, vs.)
yola çıkarak bunların gene ancak Tanrı tarafından tasarlanmış olabileceğini
göstermeye çalışır.
Bu yazı dizisinde
özellikle organik tasarım argümanının değişik formlarını ve sonuca ulaşmak için
yaptığı ek varsayımları birkaç kısım halinde ele alacağız. İlk kısımda
argümanın en soyut ve olasılıksal halinin temel yapısı üstünde duracağız.
Varacağımız sonuç temel mantıksal yapıda ciddi sorunlar olduğu olacak.
Tasarım argümanının
değişik formları düşünce tarihinde Eski Yunan’dan beri savunuldu. Bugün en bilinen
halini popüler hale getiren ve savunan ise İngiliz felsefeci ve din adamı
William Paley’dir (1743-1805). Paley ilk olarak 1802’de yayınlanan kitabı Natural Theology’nin başında şöyle bir düşünce deneyi kurgular:
Kırda yürürken ayağımı
bir taşa çarptığımda ve “Bu taş nereden çıktı” diye düşündüğümde özel bir
açıklama getirmem gerekmez. Taş belki de hep oradaydı. Ama yerde bir saat
görürsem ve “Bu saat nereden çıktı” diye sorarsam aynı cevabı vermem mümkün
değildir. Saatin varlığı özel bir açıklama gerektirir. Şans eseri ortaya çıkmış
olamaz. Ancak zeki bir tasarımcı tarafından yapılmış olabilir. Bunun sebebi
saatin birbiriyle koordinasyon içinde çalışan birçok parçadan oluşması ve özel
bir amaca (zamanı göstermeye) yönelik olarak yapılmış izlenimi vermesidir.
Paley’ye göre bir
omurgalının gözüyle karşılaştığımızda da aynen saat gibi çalışan bir sistem
olduğunu anlarız: Birçok değişik parça koordinasyon içinde belli bir amaca
(görmeye) yönelik olarak çalışmaktadır. Üstelik buradaki tasarım çok daha
zengindir. Saat şans eseri ortaya çıkamıyorsa gözün şans eseri ortaya çıkması
hiç mümkün değildir. Gözün varlığı ancak insandan daha üstün bir tasarımcının
varlığıyla açıklanabilir. Bu da Tanrı’dan başkası olamaz.
Argümanı daha rahat
değerlendirebilmek için hikaye halinden çıkarıp formel ve olasılıksal hale
sokalım (bak. Sober, 2004). Saat örneğinde ortada bir gözlem (G) ve iki
açıklama (A) var:
G: Saatin bir dizi özelliği var.
A1: Saat akıllı bir tasarımcı tarafından yapılmıştır.
A2: Saat şans eseri ortaya çıkmıştır.
Paley gözlemin birinci
açıklamayı daha iyi desteklediğini söylüyordu. Koşullu olasılıklar cinsinden
ifade edecek olursak:
P(G|A1) > P(G|A2)
Yani akıllı tasarımcının
varlığını kabul edersek saat gözlemi yüksek olasılığa sahiptir. Saatin şans
eseri oluştuğunu kabul edersek yaptığımız gözlem düşük olasılığa sahiptir.
Buradaki akıllı tasarımcı insandır. Aynı kurguyu göz örneği için yaparsak:
G: Gözün bir dizi özelliği var.
A1: Göz akıllı bir tasarımcı tarafından yapılmıştır.
A2: Göz şans eseri ortaya çıkmıştır.
Paley’ye göre saat
örneğinde olduğu gibi göz örneğinde de gözlemin akıllı tasarımcı açıklamasını
daha iyi desteklediğini söyleyebiliriz:
P(G|A1) > P(G|A2)
Buraya kadar argümanda
bir kusur yok. Fakat argümanın ne gösterdiğine ve ne göstermediğine dikkat
etmek gerekir: Gözlemden hareketle akıllı tasarım açıklamasının olasılığının
şans açıklamasının olasılığından daha yüksek olduğunu söylemiyoruz. Akıllı
tasarım açıklamasından hareket edersek yaptığımız gözlemin olasılığının daha
yüksek olduğunu söylüyoruz. Oysa “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı tasarımcı
olmalı” diyebilmek için bu bize yetmez. Yukarıdaki koşullu olasılıklardan
hareketle her bir açıklamanın olasılığını bilebilmek için Bayes kuralını kullanmamız
gerekir:
P(A1|G) = P(G|A1) x P(A1) / P(G)
ve
P(A2|G) = P(G|A2) x P(A2) / P(G)
Ancak P(A1|G)’nin değeri
P(A2|G)’den yüksek olursa “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı tasarımcı
olmalı” diyebiliriz. Oysa bunu gösterebilmek için tasarım açıklamasının ve şans
açıklamasının ilk (gözlem öncesi) olasılıklarını bilmemiz gerekir. Yani P(A1)
ve P(A2)’yi. Sober’a göre bunlar objektif değer atfedilebilecek olasılıklar
değildir. Tanrı’nın varlığı veya yokluğu hakkında herkesin bir kişisel fikri
olabilir ama kişisel fikirler objektif olasılıklardan farklıdır. Bu yüzden
burada Bayes teoremi karşı tarafı ikna etme amaçlı olarak kullanılamaz.
Dolayısıyla Paley’nin argümanı bize “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı
tasarımcı olmalı” deme imkanı vermez.
Argümanı olasılıklar
cinsinden değil başka şekilde kurgularsak daha başarılı olabilir mi? Mesela
analojik (benzerliğe dayalı) bir argüman olarak? Paley’den önce yaşayan David
Hume (1711-1776) Dialogues Concerning Natural Religion adlı kitabında bunun başarısızlığa mahkum olduğunu iddia
ediyordu. Söz konusu olan şöyle bir argüman:
Saatler akıllı tasarımın ürünüdür.
Organizmalar büyük ölçüde saatlere benzer.
Şu halde muhtemelen organizmalar da akıllı tasarımın
ürünüdür.
Hume’a göre ikinci öncül
yanlış: Organizmalarla saatler çok az bakımdan birbirine benziyorlar. “Az
bakımdan benzeşseler bile benzeştikleri yönler ikisinin de akıllı tasarımın
ürünü olduğunu düşündürüyor” diyebilmek için ise Paley türü argümanların çok
ötesine geçmek gerekir.
Veya tümevarımsal bir
argüman denesek? Cevap gene Hume’dan geliyor: Dünyamızın akıllı tasarım yoluyla
oluştuğunu tümevarıma dayanarak gösterebilmek için önce başka birçok dünyanın
akıllı tasarım yoluyla oluştuğunu gözlemlememiz gerekir. Şu ana kadar bu türden
kaç dünya gözlemledik? Sıfır. Tümevarım da işe yaramıyorsa en baştaki
olasılıksal argüman istediğimiz sonucunu vermese bile en sağlam argüman olarak
görünüyor.
Paley’nin argümanının olasılıksal
ifadesinin birkaç eksiğini daha hemen sayabiliriz. Birincisi, Paley akıllı
tasarımcı açıklamasının tek alternatifi olarak şansı görüyordu. Oysa bugün
akıllı olmayan ama tamamen şansa da dayanmayan doğal seçilim diye bir sürecin
varlığını biliyoruz. Gözün şans eseri oluşmasının olasılığı çok düşük olsa da
doğal seçilim sonucu oluşmasının olasılığı gayet yüksek olabilir. Hatta yeterli
zaman olduğunda bu olasılığın gerçekten yüksek olduğu gösterilmiş durumda (Lamb ve ark., 2008; Nilsson, 2009).
İkincisi, argüman bir
akıllı tasarımcının varlığını gösterse bile bu tek tanrılı dinlerdeki Tanrı
olmak zorunda değil. Gene Hume’a göre bu tasarımcı her şeyi bilmeyebilir,
her şeye gücü yetmeyebilir, insanların iyiliğini istemeyebilir, tek başına değil
grup halinde çalışıyor olabilir, vs. Paley’nin argümanı (kendisinin de kabul
ettiği gibi) tek başına Tanrı’nın varlığını gösterebilecek bir argüman değil.
Üçüncüsü, akıllı
tasarımcı açıklamasının göz oluşumunun olasılığını yükselttiğinden neden bu
kadar eminiz? Saati gördüğümüzde aklımıza bir akıllı tasarımcı (insan) geliyor
çünkü insanların yeteneklerini, niyetlerini iyi biliyoruz ve saat yapma
olasılıklarının yüksek olduğunu görebiliyoruz. Ama Hume’a göre doğaüstü bir
akıllı tasarımcı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Dolayısıyla göz
yaratmak isteyeceğini kesin olarak düşünmemiz için de bir sebep yok.
Sober’a göre Hume’un bu
son eleştirisi akıllı tasarımcı açıklamalarının en büyük kusurunu yakalıyor: Bu
açıklamalar herhangi bir ampirik öngörüde bulunmuyorlar ve yüzden test
edilemiyorlar. “Bir doğaüstü akıllı tasarımcı var” önermesinden hareketle
doğayla ilgili öngörüler yapabilmek için bu önermenin yanına tasarımcının
niyetleriyle ilgili varsayımlar eklenmesi gerekir. Bu varsayımların da ampirik
gözlemlerle destekleniyor olması gerekir. Sorun tasarımcının niyetleriyle
ilgili bu tür varsayımlar yapacak durumda olmamamız. Bu bazen tasarım
savunucularının zor durumlardan kurtulmasını sağlıyor. Mesela “dünyada bu kadar
kötülüğün var olması her şeyi bilen, her şeye gücü yeten iyi bir tasarımcının
varlığıyla bağdaşmaz” dendiğinde tasarım savunucusu “tasarımcının niyetlerini
bilemeyiz, belki o gördüğümüz kötülükler çok daha üst düzey bir iyiliğe ulaşmak
için gerekli” diyebiliyor. Veya Stephen Jay Gould pandanın başparmağının
gördüğü işlev açısından çok verimsiz tasarımlanmış olduğunu ve akıllı bir
tasarımcının var olduğu fikriyle bağdaşmadığını söylediğinde tasarım savunucusu
gene “tasarımcının pandaları ne amaçla yarattığını bilemeyiz, bu yüzden
başparmağın verimsiz olduğunu söyleyemeyiz” diyebiliyor. Tasarımcının her şeyi
yapabilme ihtimalinin olması bazen bir kaçış yolu ama aynı zamanda da büyük bir
sorun. Niyetlerini bilmediğimiz bir tasarımcının ne yapacağıyla ilgili hiçbir
öngörüde bulunamayız. Bu yüzden gözün özelliklerini gördüğümüzde “akıllı
tasarımcının varlığı bu özellikleri açıklar” diyebilecek durumda değiliz.
Tasarım argümanının karşılaştığı en büyük güçlük budur.
Kaynaklar
Lamb, T. D., Pugh, E. N., & Collin, S.
P. (2008). The origin of the vertebrate eye. Evolution, Education and Outreach, 1,
415-426.
Nilsson, D.-E. (2009). The evolution of
eyes and visually guided behaviour. Philosophical Transactions of the Royal Society B, 364, 2833-2847.
Sober, E. (2004). The design argument. Debating design: From Darwin to DNA
kitabında (s. 98-129). W. A.
Dembski & M. Ruse (Ed.), Cambridge: Cambridge University Press.
0 yorum:
Yorum Gönder