6.08.2013

Sosyal İnşacılık ve Freudcu Psikanaliz


Radikal sosyal inşacılık geçtiğimiz 20 yılın “bilim savaşları”nın baş aktörlerinden. Sosyal inşacılığın bilimsel epistemolojiye ve bilimsel rasyonelliğe yaklaşımı bilim felsefesi çevrelerinde genellikle kabul görmüyor. Fakat Belçikalı iki felsefeciye göre (Boudry & Buekens, 2011) klasik Freudcu psikanaliz “sosyal inşacılığın bilimle ilgili iddiaları doğru olsaydı bilim nasıl bir şey olurdu” sorusuna cevap olarak çok uygun bir örnek teşkil ediyor.

Sosyal İnşacılık

Sosyal inşacılık terimi çok değişik anlamlara gelebiliyor. Yazarlar bu makalede terimi epistemolojik boyutuyla ele alıyorlar. Geleneksel epistemolojide bir şeye neden inandığımızın en doğal açıklaması olarak o şeyle ilgili kanıta (doğadan gelen ampirik veriye) sahip olmamız gösterilir (Boghossian, 2006). Radikal sosyal inşacılığa göre ise inançlarımızın ve bilimsel bilginin oluşturulmasında doğal dünyanın hemen hemen hiçbir rolü yoktur. Dünyayla ilgili veriler inançlarımızı hiçbir şekilde sınırlandırmaz. Bilimsel inançlar da dahil olmak üzere inançların açıklanmasında asıl önemli rolü oynayan sosyolojik bağlam ve ideolojik etkilerdir (Collins, 1981).

Sosyal inşacılığın bu iddiası ilk bakışta o kadar sağduyuya aykırı görünüyor ki herhangi bir kimse bu kadar radikal bir görüşe gerçekten inanabilir mi, veya savunmaya kalkarsa nasıl savunabilir diye insan merak ediyor. Kukla’ya (2000) göre sosyal inşacılar şöyle bir retorik strateji izliyorlar: Önce çok radikal bir iddia ortaya atıyorlar; bunun savunulamaz olduğu gösterildiğinde daha zayıf bir iddiaya doğru geriliyorlar ve yanlış anlaşıldıklarını, baştan beri savunduklarının zaten bu zayıf iddia olduğunu ileri sürüyorlar. Yani üstlerine gidildiğinde sosyal inşacılar bu kadar radikal fikirlere sahip olmadıklarını iddia etseler de yazdıklarından bu anlamlar pekala çıkabiliyor. (Sosyal inşacılığın felsefi açıdan eleştirisi için Koertge’ye (2000), Kukla’ya (2000) ve Boghossian’a (2006) bakılabilir.)

Freudcu Psikanaliz

Freudcu psikanalizin birkaç boyutu var: hem bir psikoloji teorisi, hem insan zihnini incelemeye yönelik bir yöntem, hem insan davranışını yorumlamaya yönelik bir kavramsal çerçeve, hem de bir psikoterapi yaklaşımı. Bütün bu farklı boyutların merkezinde “dinamik bilinçaltı” kavramı var. Zihinsel tecrübelerin, davranışların ve patolojik durumların açıklanmasında bu kavram kullanılıyor. Bu açıklamaların bilimsellikten ne kadar uzak olduğuna dair birkaç örnek verelim.

Freud’un teorisine göre nevrozun sebebi sapkın arzuların baskılanması ve tatmin edilmemesidir. Ama sapkın arzular tatmin edildiği halde nevroz geliştiği de oluyor. Bu durum teoriyi yanlışlıyor mu? Freud’a göre hayır (Cioffi, 1998). Arzular sapkın davranışlarla tatmin edildiği durumda bile nevrozun ortaya çıkmasının sebebi sapkınlıktan kaçınmanın baskılanmasıdır. Yani sapkınlığın baskılanması da nevroza sebep oluyor, sapkınlıktan kaçınmanın baskılanması da. Nevroz hangi durumda ortaya çıkarsa çıksın “nevrozun sebebi sapkın arzularla ilgili bir baskılanmadır” fikri yanlışlanmamış oluyor.

Bir diğer örnek “Oedipus kompleksi” açıklamasını savunmak için Freud’un kullandığı mantık. Erkek çocukların anneye karşı sevgi ve yakınlık göstermesi Oedipus kompleksiyle açıklanır. Ama bazan erkek çocuklar anneye karşı soğuk davranırken babaya yakınlık duyarlar. Freud bu durumu çocuğun anneye karşı duyduğu cinsel ilginin bastırılması ve yön değiştirmesiyle açıklıyor. Yani çocuk anneye ne şekilde davranırsa davransın anneye cinsel ilgi duyduğu açıklamasından vazgeçmiyor.

Freud’a göre “bilinçaltı” yorumlanmaya, anlaşılmaya karşı aktif olarak direnç gösteren, bizi sürekli kurnazca yanıltmaya çalışan bir varlıktır. Bu fikir uyarınca Freud hastanın davranışında kendi açıklamasını destekleyen bir ipucu bulamadığında bunu hastanın bilinçaltının direnç göstermesine bağlıyordu. Mesela bir hasta rüyasında tatilini hiç sevmediği kaynanasıyla beraber geçirdiğini görüyor. Freud’a göre rüyalar bilinçaltı arzuların gerçekleşmesini temsil eder. Arzu edilmeyen bir şeyin rüyada görülmesi bu görüşü yanlışlar mı? Tabii ki hayır. Freud’a göre hastanın bilinçaltı sırf Freud’un teorisinin yanlış çıkması için teoriyle uyumlu olmayan bir rüya yaratmıştır. Bu da bilinçaltının kurnazca direnç gösterdiği fikrinin kanıtıdır.

Başka bir örnek: Hasta Freud’un önerdiği (mesela penis hasetiyle ilgili) yoruma itiraz ettiğinde Freud bunu hastanın direnç gösterdiği ve dolayısıyla kendi açıklamasının doğru olduğu şeklinde yorumluyor. Peki hasta Freud’un yorumunu hemen kabul ederse?  Elbette bu da Freud’un yorumunun doğru olduğu anlamına geliyor.

Freudcu psikanalizin bir başka sorunu kavramların değişik yerlerde değişik anlamlarda kullanılması. Mesela “libido” bazan sadece cinsel istek anlamında, bazan da genel olarak sevgi ve bağlanma anlamında kullanılıyor (Cioffi, 1998). Bu ikili kullanım sayesinde hem libido arzularının neden bastırılması gerektiği açıklanıyor, hem de her semptomun altında nasıl olup da libidonun yattığı anlaşılır hale geliyor.

Makalenin yazarlarına göre burada dikkat edilmesi gereken nokta, bütün bu yanlışlanmaya karşı bağışıklık kazanma stratejilerinin teorinin kendisinden ayrıştırılabilecek zayıflıklar olmadığı, teorinin özünden kaynaklanan ve teorinin kavramsal çerçevesi içinde tamamen meşru olan yöntemler olduğudur (ayrıca bak. Boudry & Braeckman, 2010). Bütün bunlar sosyal inşacıların “doğada (bu durumda zihinde) neyin var olduğu, neye inanacağımız üzerinde bir sınırlama koymaz” prensibini hatırlatıyor.

Psikanalizin Sosyal İnşacı Yorumu

Bir şeyin sosyal olarak inşa edildiği iddiasının ilginç olabilmesi için bunun en başta fark edilmeyip inceleme sonucunda ortaya çıkarılmış olması gerekir (Boghossian, 2006). Mesela para değerinin sosyal olarak inşa edildiğini söylemek ilginç değildir çünkü insanların ona atfettiği değerden bağımsız olarak paranın “gerçekten” değerli olduğunu zaten kimse iddia etmez. Yazarlara göre Freudcu psikanalizin bir tür sosyal inşa olduğu iddiası bu anlamda ilginçtir çünkü buna göre psikanalistlerin keşfettiklerini iddia ettikleri doğal (zihinsel) olgular aslında tamamen teorinin kendisinden ve çarpık metodolojisinden kaynaklanan sosyal inşa ürünü şeylerdir: Psikanalitik “olguları” (mesela bir rüya sembolünün penis anlamına geldiğini) ancak teoriyi benimsemiş biri görebilmektedir.

Buradan hareketle psikanalizin iki bakımdan sosyal inşacılığın bilim modeline uyduğunu söyleyebiliriz: Teorilerin geliştirilmesinde ampirik veriler ihmal edilebilir düzeyde bir rol oynamaktadır ve teorik tartışmaların çözümlenmesinde epistemolojik kaygıların fazla bir rolü yoktur. Gerçekten de Sigmund Freud, Otto Rank, Alfred Adler, Jacques Lacan, Karen Horney ve Melanie Klein gibilerin arasındaki teorik tartışmaların çözüme kavuşturulmasını sağlayacak hiçbir rasyonel yöntem yoktur.

“Penis haseti” bu son söylediğimiz şeye iyi bir örnek olabilir. 20. yüzyılın ikinci yarısında bu doktrin psikanalitik çevrelerde yavaş yavaş terk edildi. Oysa 20. yüzyılın ilk yarısında Freudcular bu doktrini defalarca “doğrulamışlardı” ve analitik teorinin temel taşlarından biri olarak görüyorlardı. Ne oldu da bu doktrin sonradan terk edildi? Buna cevap verebilmek için yeni ampirik verilerin elde edildiğini veya yeni epistemolojik sebeplerin fark edildiğini düşünmeye gerek yok: Değişen kültürel duyarlılıklar sonucunda penis haseti doktrini ataerkil ve kadın düşmanı olarak görülmeye başladığı için terk edildi. Karen Horney’ın “rahim haseti” kavramını da benzer kaygıların ürünü olarak görebiliriz. Sosyolojik ve ideolojik sebepler psikanalitik teorinin neden ve nasıl değiştiğini açıklamak için yeterli. Aynen sosyal inşacıların (bilimin geneli için) iddia ettiği gibi.

Yazarlar son olarak saptamalarının sosyal inşacılık için de bir sorun teşkil ettiğini düşünüyorlar ve bunu bir modus tollens argümanı şeklinde ifade ediyorlar: Sosyal inşacılığın söylediği şey doğru olsaydı bilimin tamamı psikanaliz gibi olurdu; oysa psikanaliz gerçek bilimi temsil eden bir disiplin değil; şu halde sosyal inşacılığın söylediği şey bilimin geneli için doğru değil.

Kaynaklar

Boghossian, P. A. (2006). Fear of knowledge: Against relativism and constructivism. Oxford: Oxford University Press.

Boudry, M., & Braeckman, J. (2011). Immunizing strategies and epistemic defense mechanisms. Philosophia, 39, 145-161.

Boudry, M., & Buekens, F. (2011). The epistemic predicament of a pseudoscience: Social constructivism confronts Freudian psychoanalysis. Theoria, 77, 159-179.

Cioffi, F. (1998). Freud and the question of pseudoscience. Chicago: Open Court.

Collins, H. M. (1981). Stages in the empirical program of relativism: Introduction. Social Studies of Science, 11, 3-10.

Koertge, N. (2000). “New age” philosophies of science: Constructivism, feminism and postmodernism. The British Journal for the Philosophy of Science, 51, 667-683.

Kukla, A. (2000). Social constructivism and the philosophy of science. New York: Routledge.

  



1 yorum:

Melisa dedi ki...

Ne güzel birleştirmiş ve yorumlamışsınız. Ellerinize, emeğinize sağlık..

Yorum Gönder