Platon’a göre Sokrates savunmasında “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez” (ho
de aneksetastos bios ou biotos anthropoi) der. Yani hayatı anlamlı kılan
sorgulamak, eleştirel düşünmek, özellikle de erdem üzerinde kafa yormaktır.
Aradan geçen 2400 yılda hayatın anlamı üzerinde ilerleme kaydettik mi? Özellikle
bilim bu konuda bize yeni bir şey söylüyor mu?
Felsefeci, psikolog ve bilgisayar bilimci Paul Thagard bu soruya evet
cevabı veriyor. 2010’da çıkan kitabı The Brain and the Meaning of Life’ta özellikle beyin bilimlerindeki gelişmelerden
hareketle hayatın anlamı nedir sorusuna cevap verebilir hale geldiğimizi iddia
ediyor.
Thagard’ın kitabın başındaki iddiaları doğalcılık manifestosu niteliğinde:
Gerçekliği bilim yoluyla bilebiliriz; bilgi ve diğer zihinsel tecrübeler
beyinden kaynaklanır; zihin beynin ötesinde bir şey değildir; doğaüstü bir
varlık tarafından bildirilen mutlak doğrular ve yanlışlar yoktur; bilim
ölümsüzlük ve özgür irade gibi dinsel kavramları çürütmüştür. Thagard kendi
görüşüne “beyinsel doğalcılık” (neural naturalism) diyor.
Kitabın ilk yarısı psikoloji ve beyin bilimlerindeki son gelişmeleri,
özellikle de duygular, ahlaki yargılar ve mutluluk hissiyle ilgili gelişmeleri
özetliyor. Mesela neler insanları mutlu ediyor diye merak edecek olursak
Thagard bize araştırmalardan hareketle şöyle bir liste sunuyor: minnet
duygusunu ifade etmek, iyimser bir hayat görüşü geliştirmek, kuruntu yapmamak
ve kendini başkalarıyla karşılaştırmaktan kaçınmak, küçük iyilikler yapmak, sosyal
ilişkiler kurmak, zorluklarla başa çıkacak stratejiler geliştirmek, affetmeyi
öğrenmek, insanı kapıp götüren faaliyetlerle uğraşmak, hayatın küçük
neşelerinin keyfini çıkarmak, ideallerine bağlı kalmak, dini vecibeleri yerine
getirmek ve hayatın ruhani yönüyle ilgilenmek, fiziksel aktivite ile vücudu
zinde tutmak, vs.
Anlatılan ilginç nöropsikolojik araştırmalardan biri şu: Aşık insanları
beyin görüntüleme cihazının içine sokuyorlar ve aşık oldukları kişinin resmini
gösteriyorlar. Bu durumda beynin ventral tegmentum ve nukleus akkumbens bölgelerinde
aktivasyon görülüyor. Bu bölgeler kokain bağımlılarına kokain gösterildiğinde
harekete geçen bölgelerle aynı. İki bölgede de dopamin reseptörleri var. Yani
haz duygusu ve ödülle bağlantılılar.
Fakat Thagard’ın amacı sadece araştırma bulgularını ve teorileri özetlemek
değil. Bunlardan hareketle normatif sorulara cevap vermek istiyor. Mesela
“hayatın amacı nedir” veya “hayatı ne anlamlı kılıyor” diye sorduğunda
kastettiği şey sadece “insanlar ne yaptıklarında mutlu oluyorlar veya anlamlı
bir hayat yaşadıklarını düşünüyorlar” sorusu değil. Thagard “hayatın amacı ne
olmalı” veya “insanca bir hayat nasıl olmalı” sorusuna da cevap verebileceğini
iddia ediyor. Kitabın tartışmalı olan yönü de burası.
Hayatı ne anlamlı (yaşamaya değer) kılıyor? Thagard’a göre cevap “hiçbir
şey”, “din” ve “mutluluk” olamaz. Hayatın hiçbir anlamı veya objektif değeri
yok diyen nihilizm doğru olamaz çünkü birçok insan hayatlarını değerli kılacak
sebepler buluyor ve birçok insan mutlu olduğunu söylüyor. Din de cevap olamaz
çünkü bazı insanlara huzur verse de dinsel inanç sistemleri birçok yanlış
inanca ve hatalı akıl yürütmelere dayanıyor. Son olarak cevap mutluluk da
olamaz çünkü mutluluk hayatın anlamı olmaktan ziyade anlamlı bir hayat
sonucunda ortaya çıkan şey. Anlamlı hayat yaşamadan da mutlu olunabilir ve
mutlu olmadan da anlamlı hayat yaşanabilir.
O zaman hayatın anlamı nedir? Merakla bekleyen okuyucuya Thagard şu
cevabı veriyor: Sevmek, çalışmak ve oynamak. Yani anlamlı ilişkiler kurmak,
üretken faaliyetler sonucu tatmin edici başarılar elde etmek ve eğlenmek. Okuyucu
olarak bu noktada müthiş bir aydınlanma yaşadığımız söylenemez. Bazılarımız
Freud’un, bazılarımız ise anneannemizin çok benzer bir şeyi çok önceden söylediğini hatırlar gibiyizdir (gerçi Freud çalışmayı ve sevmeyi hayatın
anlamı olarak değil toplumsal hayatın temeli olarak öne çıkarıyordu).
Neden başka şeyler değil de sevmek, çalışmak ve oynamak? Çünkü Thagard için
bu üç faaliyet ilişki kurma (relatedness), ustalık kazanma (competence) ve özerk
olma (autonomy) ihtiyaçlarını karşılıyor. Thagard’ın normatif teorisinde
ihtiyaç kavramı merkezi bir role sahip. Temel ihtiyaçları karşıladığı ve bu
sayede insan olmayı sağladığı için sevmek, çalışmak ve oynamak hayatın anlamını
oluşturuyor. Ve bunların temel ihtiyaçlar olduğunu beyin araştırmalarından
hareketle biliyoruz.
Thagard’ın kitaptaki tezlerini bu şekilde özetledikten sonra kısa bir
eleştirel değerlendirme yapalım. Özellikle üç soruya odaklanarak (Landau, 2013):
1. Hayatın gerçekten objektif bir anlamı var mı?
2. Bu anlamı sağlayan şeyler gerçekten sevmek, çalışmak ve oynamak mı?
3. Bunu gerçekten beyin araştırmalarından hareketle mi biliyoruz?
Nihilizme göre hayatın objektif bir anlamı ve değeri yoktur. Thagard’ın
kitaptaki argümanları nihilizmi çürütüyor mu? Aslında Thagard nihilizmi
çürütmeye çalışmıyor. Sadece doğru olmadığını varsayıyor. Mesela sevgi, çalışma
ve oyun temel ihtiyaçlarımızı karşılıyor ve gerçek anlamda insan olmamızı
sağlıyor diyor. Ama “insan olmak” gerçekten değerli bir şey mi? Nihilistler
buna hayır cevabı verirler. Bu yüzden kitapta aslında nihilizme karşı verilmiş
bir cevap yok. Bazı faaliyetlerin insanları mutlu etmesi ve hayatlarının
anlamlı hale geldiğini düşündürmesi bir nihilisti hayatın yaşamaya değer
olduğuna ikna edecek şeyler değil. Üstünde durmaya değer tek felsefi meselenin
intihar olduğunu düşünen Camus ve hiç doğmamış olmanın doğmaktan her zaman daha
iyi olduğunu düşünen Benatar muhtemelen Thagard’ın argümanlarına burun kıvırıp
geçerdi.
Biz de nihilistlere burun kıvırdık ve hayatın gerçek anlamını aramaya devam
ettik diyelim. Bulacağımız cevap kaçınılmaz olarak sevmek, çalışmak ve oynamak
mı olur? Thagard’a göre bunlar temel ihtiyaçları karşılayan ve insan olmak için
gerekli olan şeyler. Bu gene Thagard’ın öyle olduğunu göstermediği, sadece
varsaydığı bir şey. Ülkesini kurtarmak için hayatının çoğunu cephelerde geçiren
bir asker, insan haklarını savunmak için hayatını hapishanede geçiren bir
aktivist veya münzevi yaşayıp hayatını tefekkürle geçiren bir keşiş Thagard’a
göre anlamlı bir hayat yaşamıyor. Zira hayatlarında Thagard’ın anladığı anlamda
sevgi, çalışma ve oyun yok. Oysa çoğu kimse bu insanların hayatlarının anlamsız
olduğu fikrine katılmayacaktır. Bu insanların hayatlarını anlamlı saymak için
pozitif duygular içinde olmaları gerekmez çünkü pozitif duyguların anlamlı
hayat için yeterli ve gerekli olmadığını Thagard kendisi de kabul ediyor.
Mesela bir uyuşturucu bağımlısı kendisine müdahale eden biri olmadığı sürece
hayatını maksimum düzeyde haz içinde geçirebilir ama anlamlı bir hayat yaşadığı
söylenemez.
Ayrıca sevmenin, çalışmanın ve oynamanın hayatı anlamlı hale getirdiğini
kabul etsek bile bu, anlamlı bir hayat yaşamak için sadece bir ilk adım.
Roskies’e göre asıl mesele anlamlı sevgiye, anlamlı işe ve anlamlı eğlenceye
nasıl ulaşacağımız ve bu üçü arasındaki dengeyi nasıl kuracağımız. Thagard’ın
kitabı maalesef bu bakımdan yol gösterici değil.
Son olarak, beyin araştırmalarının hayatın anlamı tartışmalarına bir
katkısı var mı? Landau’ya göre psikolojik ve felsefi düzeydeki analiz bunun
için yeterli. Mutlu olmak veya insan olmak için ilişki içinde olmak gerektiğini
zaten biliyorsak aşıkların beyinlerinin hangi bölgesinin aktivasyon gösterdiğini
bilmenin bize hayatın anlamıyla ilgili söyleyeceği ek bir şey yok. İlişkiler
olmadığında beyinde neyin değiştiğini bilmek ilginç olurdu ama “ilişkiler
olmadığında hayat anlamsız olur” diyebilmek için bunu bilmeye gerek yok.
Buradaki sorun beyinle ilgili bilgimizin eksik olması değil. Beyinle ilgili
her şeyi bilsek bile insanlara yine ne hissettiklerini sormamız gerekiyor ve
ancak bu soruya aldığımız cevaptan hareketle anlamlı hayat yaşamakla ilgili
teoriler kurabiliriz. Ayrıca Thagard’ın bahsettiği üç ihtiyacın beyinde
karşılığının olması bunların temel biyolojik ihtiyaçlar olduğunu göstermez.
Psikolojik olan her şeyin beyinde bir karşılığı olacaktır. Bunu söylemek zaten
doğalcılığın gereği. Uyuşturucu ihtiyacının da beyinde bir karşılığı var (kokain
beklentisi beyindeki ödül sistemini harekete geçiriyor) ama bu Thagard’a göre
bir temel ihtiyaç değil. Dolayısıyla Thagard neden bazı ihtiyaçlar temel de
diğerleri değil sorusunun cevabını da tatmin edici bir şekilde vermiyor.
Sonuç olarak Thagard’ın kitabını duygular, düşünceler ve kararlar
konusundaki son psikolojik ve nörobilimsel bulguların güzel bir özeti olarak
tavsiye edebiliriz. Hayatın anlamı konusunda ise Sokrates’in kaldığı yerden
sorgulamaya devam etmemiz gerekiyor.
Kaynaklar:
Landau, I. (2013). Neurology, psychology, and
the meaning of life: On Thagard’s The
Brain and the Meaning of Life. Philosophical Psychology, 26, 604-618.
Thagard, P. (2010). The brain and the meaning of life. Princeton: Princeton University
Press.
2 yorum:
Hasan hocam; belki de hayatın anlamını arayıp arayıp bir türlü bulamamızın sebebi, "anlam"ın kişiden kişiye değişiyor oluşudur. Bir çok aylak insan, bir çok çalışan insandan daha mutlu olduğunu belirtebilir ya da bazı araştırmalar dindar insanların daha mutlu olduklarını ve hayatlarını daha anlamlı gördüklerini ortaya koyabilir. Mesela bana göre de anlamlı bir hayat; üretken ve verimli, sevgi alıp verdiğimiz ve sahip olunanlarla huzur ve şükür duygusunu yaşayabilmek..
Bu arada bu WORK, PLAY, LOVE bana popüler kültürün EAT, PRAY, LOVE'ını hatırlatmadı değil :) Sevgiler! - Ceren Schubert (eskinin Musaağaoğlu'su)
Bravo! Bu arada hayatı anlamlı yapan şey adanmışlıktır.
Yorum Gönder