10.11.2011

Alışmadan Kültüre Öğrenmenin Evrimi

  
Bu yazı M. Güneş Kutlu imzasıyla Bilim ve Ütopya'nın Kasım 2011 sayısında yayınlandı.


Doğada bulunun canlıların hayatta kalabilmesi ve üreme yoluyla sonraki nesillere genlerini ulaştırabilmesi için gerek duyduğu davranışlar iki farklı kaynaktan beslenmektedir. Bunların ilki refleksler gibi evrimsel yolla gelişmiş ve nesiller arası sabit davranışlardır.  Diğeri ise klasik koşullanma, gözlemsel ve nedensel öğrenme gibi tecrübe ve çevre ile etkileşim yoluyla kazanılmış “esnek” davranışlardır. Genel anlamda öğrenme sabit evrimsel işleyişin kırılmadan esnemesini sağlayan ve yine evrimin ortaya çıkardığı bir bilişsel mekanizmadır. Bu iki tip davranış da canlıların sahip olduğu tek bir problemi çözmek için kullanılır: hayatta kalma. Bu problem canlıların yaşamak için gerekli besin kaynaklarını bulabilmesi, besin zincirinde kendinden üstte olan canlı türlerinden korunabilmesi ve üreme ile kendi türünü devam ettirmesini kapsar. Buna göre ilk kaynaktan gelen sabit davranışlar canlının çevresine uygun olmaktan çıktığı takdirde canlının bu davranışı değiştirme şansı kendi nesli içinde bulunmaz. Bu davranışa sahip canlıların soyu tükenir; uyumsuz davranışa sahip olmayan türler ise genlerini bir sonraki nesile aktarma şansı bulurlar. Bunun aksine, öğrenme yoluyla edinilmiş davranışlar çevreye uygunluklarını kaybettikleri takdirde nesil içinde yeni bir davranış kalıbı edinilmesi yoluyla değiştirilebilir. Bu açıdan öğrenme “fenotipik esneklik” olarak adlandırılabilir (Dukas, 2004). Bu iki tür davranış aynı problemi değişik seviyelerde çözmeye yönelik olarak gelişmiş olsalar dahi modern insanın ve dolayısıyla uygarlığın ve kültürün ortaya çıkışıyla birbirlerine zıt sonuçlar doğurmaya başlamışlardır.

Öğrenme ve Kültür Bağlantısı

 Modern insan atalarından miras kalmış evrimsel mekanizmalarla atalarınınkinden çok farklı bir çevrede sağ kalabiliyorsa bunun nedeni kültürün öğrenme yoluyla insanı her nesilde tekrardan şekillendirmesidir. Bu süreç kültür ve uygarlığın evrime paralel şekilde gelişimine ve insan davranışı üzerinde bu iki etkinin çekişmesine dönüşmüştür. Örneğin, atalarımızın yaşadığı çevrenin aksine modern ve uygar toplumlarda çok eşlilik ve şiddet gibi bireyin hayatta kalma ve genlerinin devam şansını arttıran davranışlar kabul görmemekte ve bu tür davranışlar cezalandırılmaktadır. Kısacası uygarlığın öğretisi çoğu zaman bize evrimin itici güçlerinin tam aksini öğütlemektedir. Bu durum birçok bilim adamı tarafından evrim tarafından programlanmış modern insanın isyanı olarak yorumlanır. Kültür öğrenilmiştir ve öğrenme olmadan kültürün ortaya çıkması düşünülemez. Bu açıdan evrimin şekillendirdiği öğrenme mekanizmasının nasıl kontrolden çıkıp insanda evrimsel anlamda irrasyonel davranışların doğuşuna neden olduğu sorusunun cevabı yine öğrenmenin evriminde saklıdır.

Birçok bilim adamı tarafından kültür son bir milyon yılda sadece insanların ortaya çıkardığı bir olgu olarak görülmek yerine daha basit formlarını da dahil edecek şekilde tanımlanmaktadır. Bu anlamda kültür, dil ve öğrenme/öğretme yoluyla nesiller arası devredilebilen topluma özel davranışlar, inanışlar ve yargılar anlamına gelmektedir (Shettleworth, 2010).  Kültürün tam olarak ne kadar geniş tanımlanması gerektiği hususunda tam bir fikir birliği olmasa da birçok bilim adamı hayvanlarda kültüre benzer sosyal mekanizmaların ipuçlarını göstermişlerdir.   Örneğin, birbirinden bağımsız bölgelerde yaşayan şempanze gruplarının bazılarının kullandığı termit avlama yöntemlerinin diğerlerinde olmamasını, gruplar arası genetik farklılık bulunmamasından dolayı, araştırmacılar farklı gruplarda ortaya çıkan icatların sosyal olarak iletilmesine bağlamışlardır (Whiten ve arkadaşları, 1999). Şempanzelerde görülen bu sosyal davranışlar insan kültürünün de öncülleri olarak görülürler. Bu örnekte de görülebileceği gibi kültürün en önemli göstergelerinden biri bireyler ve nesiller arası bilgi alışverişidir.  Bu açıdan kültürün ortaya çıkabilmesi için gerekli koşul sosyal öğrenmenin evrimleşmesidir. Sosyal öğrenme bir birey tarafından öğrenilen bilgi veya becerinin bir diğer bireye iletilmesi olarak tanımlanır. Bu açıdan dilin evrimi kritik bir önem taşır. Dilin evrimi sadece topluluk bireyleri arasındaki bilgi alışverişini daha etkin hale getirmekle kalmaz. Dil sayesinde bilişsel anlamda sembol kullanma ve soyut düşünme becerisine sahip daha verimli bir zihin ve arkasından önce sözlü sonra yazılı bir dış bellek aracı olarak kültür de ortaya çıkabilmiştir.

Alışmadan Dile Öğrenmenin Evrimi

Dilin ve kültürün ortaya çıkmasına kadar geçen sürede öğrenme de basit bir mekanizmadan daha karmaşık ve çok yönlü bir hale doğru evrilmiştir. Sosyal öğrenme ve dilin evriminin kabaca

Alışma à Pavlovcu ve Operant Koşullanma à Gözlemsel Koşullanma à Vokal Taklit à Dil

yolunu takip ettiğini söyleyebiliriz. Daha önce bahsi geçen sabit tepkilerin öğrenme yoluyla değişmesine en basit seviyede örnek alışmadır. Alışma, tekrarlı uyarılma sonucunda organizmanin sabit tepkisinin azalmasi olarak tanımlanır (Harris, 1948) ve bugüne kadar birçok çalışma ile basit yaşam formları dahil bütün hayvan türlerinde gösterilmiştir. Örneğin, göz kırpma refleksi yüksek sese karşı evrimleşmiş sabit bir tepkidir. Buna rağmen, aynı yüksek sesin hiçbir neticeye neden olmaksızın tekrarı göz kırpma refleksinin azalarak yok olmasına neden olacaktır. Yine alışmaya benzer olarak duyarlılaşma genellikle tiksindirici/itici bir uyarana karşı organizmanın tepkisini arttırmasıdır. Bu tür öğrenmeye örnek olarak acı verecek şiddetteki bir sesin ardından daha düşük bir sese karşı göz kırpma tepkisinin artması gösterilebilir. Herhangi bir uyaranın hiçbir sonuca yol açmaması karşısında o uyarana uygun gelişmiş refklekslerin alışma sonucunda azalması (ya da duyarlılaşma sonucu artması) ve organizmanın o uyaranı göz ardı etmesi yine aynı organizmanın hayatta kalması için öğrenilmesi gereken bir bilgidir.
  
Alışma ve duyarlılaşma esnasında herhangi iki uyaran arasında bir ilişki öğrenilmez. Peki ya uyaran güvenilir bir şekilde organizma için pozitif veya negatif bir sonucu haber veriyorsa? Alışmadan farklı olarak bu tür uyaran-ödül ya da uyaran-ceza ilişkilerinin öğrenilmesi ünlü Rus bilim adamı ve koşullanmanın kurucusu İvan Pavlov’un adıyla Pavlovcu koşullanma olarak adlandırılır. Pavlov klasik koşullanma deneyinde denek olarak kullandığı köpeklere yemek vermeden önce bir zili çalarak bu zili yemeğin bir öncülü olarak belirlemiştir. Tekrarlanan zil-yemek eşleşmesi sonucunda ortaya çıkan ve tek başına zile gösterilen tükürük salgılama tepkisi artık evrimle sabitleşmiş bir refleks değil, koşullu uyarana gösterilen koşullu bir tepki halini almıştır (Pavlov, 1924). Duyarlılaşma ve Pavlovcu koşullanma arasında tek bir ara mekanizmanın evrimleştiği düşünülebilir. Bu ara mekanizmanın uzun sureli duyarlılaşma veya kısa-süreli birleştirme mekanizmalarından biri olduğu düşünülmektedir (Moore, 2004).  Bu aşamada elimizde bulundurduğumuz Pavlovcu koşullanma yetisi canlılara ilk defa evrimin sabit yollarını gerçek anlamda esnetme olanağı sunmuştur. Tabii bu yetinin sınırlı olduğunu da görmemiz gerekir. Koşullanma sabit reflekslerimizi başka uyaranlara yönlendirse de varolan refleksler halen “hayatta kalma ve üreme”  amaçlarına hizmet etmektedir.  Örneğin, artık zile tükürük salgısı refleksi gösteren bir köpek bunu hala yemek beklentisi nedeniyle gerçekleştirmektedir.  Buna rağmen koşullanma yetisine sahip canlı türleri sadece alışma yetisine sahip daha basit canlı türlerinin aksine “yanlış davranma” sorunuyla da ilk kez karşı karşıyadırlar. Bu tür davranışlara koşullanmanın bir diğer türü olan “operant” koşullanmada sıkça rastlanılır. Operant koşullanmada denek yemeğe ulaşabilmek ya da şok benzeri bir cezadan kaçabilmek için bir levyeye basmak gibi bir davranışta bulunmayı öğrenir. İşte bu aşamada birçok canlı öğretilmeye çalışılan davranış yerine reflekslerine uygun davranışlara yatkınlık gösterir. Yemek için çelik bir levyeye basmayı öğrenen bir sıçanın bu süreç içinde yemekle bağdaştırdığı levyeyi ısırmaya çalışmasını bu yanlış davranışlara örnek gösterebiliriz. Bu tür yanlış davranışların kültürün bir parçası olan batıl inançların ortaya çıkmasında da etkili olduğu düşünülmektedir.

Sosyal Öğrenme: Gözlemsel Koşullanma ve Taklit

Öğrenmenin bu ilk adımları henüz gelişmiş bir kültürü ortaya çıkarabilecek karmaşıklıktan uzaktır. Bu anlamda en ileri öğrenme mekanizması koşullanma olan hiçbir canlı türünde bugün sahip olduğumuz türde bir kültürden söz etmek de mümkün olmayacaktır.  Şüphesiz bu yeti ileri derecede sosyal öğrenme gerektirmektedir. Sosyal öğrenmenin en basit formu olan taklit canlının bir davranışı gözlemlemesini, bir iç temsil oluşturmasını ve davranışı tekrarlamasını gerektirir. Taklidi mümkün kılan yetilerden biri de yine bir koşullanma çeşidi olan gözlemsel koşullanmadır. Kedi yavrularının ancak annelerinin bir saldırgana karşı korku tepkisi gösterdiğini gözlemledikten sonra aynı saldırgana karşı korku geliştirmeleri bu tip koşullanmaya bir örnektir.  Sıçanlarda ise bir sıçanın önünde bulunan iki yemek kabı seçeneğinden birini seçip bunun sonucunda ölmesini gözlemleyen bir başka sıçanın diğer kabı seçmeyi öğrenmesi de yine bu tip bir sosyal öğrenmeye örnek gösterilebilir.

Taklidin en yaygın ve üstünde en çok çalışılmış örneklerinden biri de kuşların birbirlerinden şarkı söylemeyi öğrenmeleri, yani vokal taklittir. Şarkı genellikle erkek kuşlar tarafından üreme dönemlerinde söylenen ve kuş cinsine özel bir seslendirmedir. Şarkı söyleme yetisi ve dolayısıyla vokal taklit 9000’den fazla kuş türünde gözlemlenebilmekte ve bazı kuş türlerinde erkek kuşlar 100’den fazla birbirinden farklı şarkıyı barındıran bir repertuara sahip olabilmektedir. Sadece bu örnek bile ötücü kuşlarda şarkı söylemenin ne kadar önemli bir özellik olduğunu göstermeye yeterlidir. Kuşlarda şarkı öğrenmenin iki safhası vardır. İlk safhada kuşlar diğer kuşlardan duydukları şarkıların algısal özelliklerini pasif bir biçimde hafızalarına depolarlar ve ikinci safhada bu bilgiyi kullanarak öğrendikleri şarkıların kendilerine özgü versiyonlarını söylemeye başlarlar. Bu anlamda vokal taklit hem gözlemsel koşullanmadan daha özelleşmiş ve daha karmaşık bir sosyal öğrenme çeşididir hem de insan dilinin evrimi için bir temel hazırladığı düşünülmektedir.   

Dile Geçiş ve Robotların İsyanı

Daha önce de belirttiğimiz gibi dil en önemli sosyal öğrenme aygıtı olarak evrimleşmiştir. Dil, vokal taklit, ayrıştırma, iki nötr uyaran arasında birleştirme ve beceri öğrenme gibi birçok zihinsel ve dolayısıyla evrimsel sureci barındırır. Şüphesiz sadece dilin veya vokal taklidin evrimi üzerine ayrıntılı yazılar yazmak mümkündür. Ancak kısaca belirtecek olursak, dilin tamamının bir adaptasyon mu yoksa tümünün ya da bir kısmının bir “eksaptasyon”1 mu olduğuyla ilgili tartışma devam etmektedir. Saka kuşlarının yeni şarkı öğrenmek için, insanlarda mutasyona uğraması konuşma ve dil bozukluklarına yol açtığı bulunan FOXP2 genini kullandığının gösterilmesiyle dil ve vokal taklit arasındaki bağlantı daha açık hale gelmiştir. Hauser, Chomsky ve Fitch 2002 yılında yayınladıkları makalelerinde dili geniş ve dar anlamda olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Buna göre geniş anlamda dil, dilin tüm bilişsel, motor ve algısal özelliklerini kapsar ve bu özellikleri insanlar diğer canlılarla da paylaşmaktadır. Dar anlamda dil ise dilin sadece insanın sahip olduğu özelliklerini kapsamaktadır. Buna göre sadece insanların sahip olduğu düşünülen dilin “özyineleme” (recursion) özelliği dar anlamda dile gösterilebilecek tek örnektir.  Bu özellik bize cümle içine yeni sözcük grupları ekleyerek sonsuz uzunlukta cümleler yaratma ve böylece düşünce içine eklenmiş düşünceler şeklinde düşünme yetisi verir. Dilin harici iletişim fonksiyonunun yanında dahili bilişsel bir fonksiyonu da bulunmaktadır. Dil sayesinde insan dış dünyayı daha kolay ve verimli bir şekilde temsil etme ve modelleme şansına da sahip olmuştur.
  
Böylece dilin de evrimiyle kültürün oluşumu için gereken 3 önemli yetiye sahip olmuş oluruz: öğrenme yoluyla dış dünyadaki ilişkileri gözlemlemek, içsel olarak dış dünyayı modellemek, öğrenilmiş bilgileri toplumun diğer bireylerine ve gelecek nesillere aktarmak. Ünlü evrimsel biyolog Richard Dawkins’e göre kültürün ortaya çıkışıyla birlikte kültürel evrim biyolojik evrime paralel bir şekilde ilerlemeye başlamıştır. Burada Dawkins’in önerdiği kültürel evrim kavramlar, semboller, fikirler ve benzeri kültürel birimlerin, yani Dawkins’in verdiği isimle memlerin, Darwinci bir seçilim süreci izleyerek kendilerini zihinden zihine kopyalayarak hayatta kalmalarıdır. Buna örnek olarak şiirleri gösterebiliriz.  Sevilen şiirler kendilerini daha çok sayıda zihne kopyalayabildikleri için hayatta kalmaları daha az sevilen bir şiire göre daha kolaydır. Dilin evrimi, yazının ve daha sonrasında sosyal iletişim araçlarının ortaya çıkışıyla insan zihni en karmaşık sosyal öğrenme araçlarını kontrol etmeyi basarmış ve kültürel evrim bugünkü çok hızlı formunu almıştır. Bu kopyalama esnasında daha önce bahsettiğimiz şekliyle yanlış öğrenme sonucu oluşmuş batıl inançlar da tekrar deneyimlenmeye gereksinim duymadan hayatta kalabilirler. Bu aşamada artık kültürel evrimin biyolojik evrimle uyuşma zorunluluğu da ortadan kalkmıştır.
  
Dawkins’in “Gen Bencildir“ kitabının (1976) ana fikri bütün canlıların, genlerinin hizmetindeki robotlar olduğudur. Buna karşın Keith Stanovich 2004 yılında çıkan kitabi “Robotun İsyanı”nda artık biz robotların genlerimizin emrine uyma zorunluluğu hissetmediğimizi anlatmaktadır2. Öğrenme işte tam bu noktada çok merkezi bir rol oynamakta. İnsan, öğrenme ve bunun sonucunda ortaya çıkmış kültür sayesinde herşeyi her nesilde tekrar keşfetme yükünden kurtulmuştur. Uygarlık belki de batıl inançlarımız (ve bunun karşısında bilim) sayesinde insan davranışını evrimden daha güçlü bir şekilde etkilemeyi başarmıştır. Uygarlığın gerçek anlamı evrimin yarattığı hayvan içgüdülerimizi toplumun yararına baskılamak, kısaca evrime boyun eğmemektir. Modern insan için bu dönüşüm bazen tek eşlilik, bazen doğum kontrolü, bazen de toplumsal tepkilerimizin evrimsel reflekslerimizin yerini almasıdır. Ve Kanadalı-Amerikan psikolog Steven Pinker’ın da dediği gibi eğer genlerimiz bundan hoşlanmıyorlarsa gidip kendilerini göle atabilirler (Pinker, 1997). 


Notlar
1 Eksaptasyon (Exaptation) bir özelliğin asıl evrimleşmesine neden olan fonksiyonundan farklı bir fonksiyona geçiş yapmasıdır. En genel örneği kuşlarda sıcaklık düzenlemesi özelliği için evrimleşen tüylerin daha sonra uçmak için kullanılmaya başlamasıdır.)

2 Stanovich kitabında insanların memlere karşı isyanda olduğunu da anlatır. Bu fikrine şahsi olarak katılmadığım için sadece insanın biyolojik evrime isyanı fikrini yazıma almayı uygun buldum.


Kaynakça

Dawkins, R. (1976). The selfish gene. Oxford: Oxford University Press.

Dukas, R. (2004). Evolutionary biology of animal cognition. Annu. Rev. Ecol. Evol. Syst., 35, 347374.

Harris, J. D. (1943). Habituatory response decrement in the intact organism. Psychological Bulletin, 40, 385–422.
  
Hauser, M. D., Chomsky, N. & Fitch, W. T. (2002) The faculty of language: What is it, who has it, and how did it evolve? Science, 298, 1569–79.
  
Moore, B. R. (2004). The evolution of learning. Biological Review, 79, 301–335.
  
Pavlov, I. P. (1927). Conditioned Reflexes. Oxford: Oxford University Press.
  
Pinker, S. (1997). How the mind works. Londra: Penguin.
  
Shettleworth, S. J. (2010). Cognition, evolution, and behavior. New York: Oxford University Press.
  
Stanovich, K. E. (2004). The robot’s rebellion: Finding meaning in the age of Darwin. Chicago: The University of Chicago Press.
  
Whiten, A., Goodall, J., McGrew, W. C., Nishida, T., Reynolds, V., Sugiyama, Y., Tutin, C. E. G., Wrangham, R. W. & Boesch, C. (1999). Cultures in chimpanzees. Nature, 399, 682–85.
   
 


0 yorum:

Yorum Gönder