Trends in Cognitive Sciences dergisinin Ağustos 2011 sayısındaki bir makaleye göre hayır. İlk yazarı psikolog Michael Cohen olsa da makale ikinci yazarı Daniel Dennett’ın en az 20 yıldır (1991’de Consciousness Explained kitabının yayınlanmasından beri) sahip olduğu fikirlerin savunması niteliğinde.
Davranış ve beyin bilimlerinde uzun süre ihmal edildikten sonra özellikle son 20-25 yılda bilim adamları arasında bilincin bilimsel düzeyde açıklanabileceğine, beyin süreçlerinden hareketle nasıl ortaya çıktığının anlaşılabileceğine dair güven arttı. Bu güvenle beraber araştırmalar ve teoriler de arttı. Bazı teorisyenler halihazırda var olan nörolojik ve bilişsel teorilerin bilincin açıklanması için yeterli bir temel oluşturduğunu savunurken bazıları bilinç için yepyeni bir bilim anlayışı geliştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu ikinci görüşün en önde gelen temsilcisi David Chalmers’ın (1996) yaptığı bir kavramsal ayrım bu alanda çalışan araştırmacılar ve düşünürler üzerinde özellikle etkili oldu. Chalmers’a göre bir tarafta bilinçle ilgili “kolay problemler” vardır: bilinçli deneyime eşlik eden dikkat, hafıza, dil, karar verme gibi bilişsel süreçlerin beyinsel temelinin saptanması meselesi. Diğer tarafta ise “zor problem” vardır: Bu süreçlerden bağımsız olarak bilinçli deneyimin niteliğinin saptanması, neden bazı beyinsel süreçlerin bilinçli deneyime yol açtığının açıklanması meselesi.
Bu ayrım bilincin diğer bilişsel süreçlerden ayrışabileceği ve farklı beyinsel temelleri olduğu varsayımına dayanıyor. Birkaç yıl önce zihin felsefecisi Ned Block da (2007) bu ayrımın önemine dikkat çeken bir makale yayınladı: Bilincin fenomenolojik alt yapısıyla bilince bilişsel erişim farklı beyinsel temellere sahiptir. Dikkat ve hafıza gibi bilişsel mekanizmaların kısıtlılıkları vardır; bilinçli deneyim ise bu anlamda kısıtlı değildir. Dünyaya baktığımızda sadece dikkat verdiğimiz ve sözle ifade edebileceğimiz kısıtlı sayıda nesneyi görmeyiz; bütün dünyayı görürüz.
Cohen ve Dennett ise bu ayrıma karşı çıkıyorlar. Makalede iki ayrı iddiaları var. İlk olarak, bu ayrımı desteklediği ileri sürülen bulguların başka şekilde de yorumlanabileceğini ve başka bulguların kendi görüşlerini desteklediğini göstermeye çalışıyorlar. İkinci olarak, bir düşünce deneyi vasıtasıyla bu ayrımı yapmanın zaten mümkün olmadığını, “zor problem”in ampirik olarak incelenebilir bir problem olmadığını, bu kavramın bilinç konusunda bilimsel ilerlemeyi engellediğini göstermeye çalışıyorlar.
Birinci iddia için verdikleri örnek şu: Deneklere gözlerini bilgisayar ekranının merkezine odaklamaları söylendiğinde ve ekranda aşağıdaki iki resim birbiri ardınca (arada çok kısa bir boşluk olacak şekilde) gösterildiğinde denekler resmin değiştiğini anlamıyorlar. İkinci resim aslında birincinin merkez dışındaki kısmı bulanıklaşmış ve soluklaşmış hali. Buradan çıkan sonuç şu: Resmin merkezine baktığımızda resim bütün ayrıntılarıyla bilincimizde temsil ediliyor gibi görünüyor ama aslında merkezi hariç resmin çok az ayrıntısının farkında oluyoruz. Yani dünyaya baktığımız zaman zannettiğimiz kadar zengin bir bilinç deneyimi yaşamıyoruz. Bize öyle değil gibi görünse de dikkatimizin ve hafızamızın sınırları aslında bilincimizin de sınırları. (Canlı örnekler için Indiana Üniversitesi Bilişsel Bilim programının “Change Blindness” sayfasına veya doğrudan Ronald Rensink’in sayfasına bakabilirsiniz.)
Şu an itibarıyla bilincin bilişsel işlevlerden ve bilişsel erişimden bağımsız olarak var olabileceğini gösteren bir deneysel bulgu yok. İleride olabilir mi? Yani böyle bir bağımsızlık prensipte mümkün mü? Cohen ve Dennett buna hayır cevabı veriyorlar. Bunu da şu anda yapılması mümkün olmayan bir ideal deney vasıtasıyla göstermeye çalışıyorlar. Farz edelim ki uzak bir gelecekte beyin cerrahları görme korteksindeki renk bölgesini (V4 ve diğer bölgeler) beynin diğer bölgelerinden yalıtmanın yolunu buldular. Renk bölgesi hala alt düzey görme bölgelerinden girdi alıyor ve hala normal aktivasyon gösteriyor. Fakat renk bölgesi üst düzey beyin bölgelerine çıktı gönderemiyor. Yani renkle ilgili bilgi işleme süreci renk bölgesine kadar geliyor ve orada sona eriyor.
Bilinç deneyimiyle bilişsel işlevlerin ayrışabileceğini kabul eden teorilere göre bu tür bir cerrahi müdahaleye uğramış biri kırmızı bir elma gördüğünde gene de “kırmızılık” deneyimi yaşayacaktır. Peki bu kişi elmanın ne renk olduğu sorulduğunda cevap verebilir mi? Hayır, çünkü renkle ilgili bilgi beynin dil bölgesine gitmiyor. Aynı zamanda bu deneyim hafızaya da kaydedilmez çünkü bilgi beynin hafıza bölgelerine de gönderilmiyor. Veya ameliyattan önce kırmızı görmek bu kişide bir tür heyecan uyandırıyordu diyelim. Ameliyattan sonra kırmızı bu tür bir heyecanı gene uyandırabilir mi? Hayır, çünkü renk bölgesinin duygulardan sorumlu limbik sistemle de artık bağlantısı yok. O zaman bu kişinin bir renk deneyimi yaşadığı anlamlı olarak söylenebilir mi? Cohen ve Dennett’a göre söylenemez. Bu kişinin, renk bölgesi hasar görmüş bir renk köründen farkı yoktur: Renk deneyimi yaşayamaz. Renk deneyimi yaşamak beynin renk bölgesinin diğer bilişsel işlevlerle ilgili bölgelerle iletişim içinde olmasını gerektirir. Yani diğer bilişsel işlevler devreye girmeden bilinç deneyimi ortaya çıkamaz.
Rakip görüşün savunucuları bu örneğe şöyle bir cevap verebilirler: “Kişinin kendisinde kırmızılık deneyimi yok belki ama bu deneyim beynin renk bölgesinde var; renk bölgesinin bizle bir şekilde haberleşmesini sağlayabilirsek bu deneyimin gerçekten var olduğunu görebiliriz.” Renk bölgesine nöron aktivitesini konuşmaya çeviren basit bir aygıt bağladık diyelim. Bu durumda bölge bize “kırmızılık deneyimi yaşıyorum” diyebilir mi? Gene hayır, çünkü bir düşünceyi seçmek, onu nasıl ifade edeceğine karar vermek ve bunun için gerekli hareketleri yürütmek basit bir renk-konuşma dönüştürücüsünün kapasitesini aşan şeyler. Renk bölgesine bütün bu işlevleri yürütebilecek daha karmaşık bir dönüştürücü bağladığımızda ise muhtemelen bize “kırmızılık deneyimi yaşıyorum” diyebilecektir. Ama bütün bu işlevlerin yürütülüyor olması demek zaten bilişsel işlevler bakımından sağlam bir beyne sahip olmak demek. Deneyimi yaşayan renk bölgesi değil beynin tümü. Deneyim-işlev ayrımı yapmak hala mümkün değil.
Veya şöyle bir karşı cevap düşünelim: “Cohen ve Dennett’ın görüşü bilinci tamamen davranışa bağımlı hale getiriyor ve davranış kapasitesinin yok olduğu durumlarda bilincin de var olamayacağı anlamına geliyor. Bu kabul edilemeyecek bir sonuç.” Davranış kapasitesinin tamamen kaybolduğu durumlar gerçekten var. Mesela “içeride kilitli kalma” sendromu (locked-in syndrome). Bu sendromda kişi beyin hasarı sonucunda bazan göz hareketleri de dahil olmak üzere her türlü hareket yeteneğini kaybediyor. Dolayısıyla beyninin büyük kısmı normal çalışıyor olmasına rağmen kişiyle herhangi bir yolla haberleşme imkanı olmuyor. Bu kişide bilincin ortaya çıkamayacağını tabii ki söyleyemeyiz. Cohen ve Dennett da bunu inkar etmiyorlar zaten. Onların görüşüne göre bilişsel işlevler yerinde olduğu sürece kişiye bilinç atfedebiliriz. Bu kişi hareket edemese bile hala etrafındaki olayların bazılarına dikkat verebilir, bazılarını hatırlayabilir, vs. Bilinçten ayrıştırılamayacak olan davranış kapasitesi değil bilişsel işlevlerdir.
Cohen ve Dennett’a göre bu düşünce deneyi ayrışma teorilerinin mantığındaki önemli bir kusuru görmemizi sağlıyor. Bu teorilerin savunucuları bu deneyde bile bilişsel işlevlerin olmadığını ama gene de bilinç deneyiminin (kişinin kendisinde olmasa da görme bölgesinde) ortaya çıktığını iddia ederlerse şunun sorulması gerekir: “Ne tür bir bulgu elde edilirse teorinizin yanlış olduğunu kabul edersiniz?” Öyle görünüyor ki prensipte bile ayrışma teorisini yanlışlayabilecek bir bulgu yok. Ki bu elbette teorinin bilimsel olmadığı anlamına geliyor. Bilinç konusunda bilimsel ilerleme sağlamanın yolu ayrışma fikrini bir kenara bırakıp bilinç deneyiminin bilişsel işlevlerin bir yan ürünü olduğunu kabul etmektir.
Sonuç olarak Cohen ve Dennett’ın fikirlerini oldukça güçlü bir şekilde savunduklarını söyleyebiliriz. Karşı görüşün temsilcilerinden bu makaleye gelecek cevabı merakla bekliyoruz.
Kaynaklar:
Block, N. (2007). Consciousness, accessibility, and the mesh between psychology and neuroscience. Behavioral and Brain Sciences, 30, 481-499.
Chalmers, D. J. (1996). The conscious mind: In search of a fundamental theory. New York: Oxford University Press.
Cohen, M. A., & Dennett, D. C. (2011). Consciousness cannot be separated from function. Trends in Cognitive Sciences, 15, 358-364.
Dennett, D. C. (1991). Consciousness explained. Boston: Little, Brown and Company.
0 yorum:
Yorum Gönder