Bu yılın Temmuz ayında uzun zamandır beklenen şey oldu ve bağımsız bir kuruluşun raporu Amerikan Psikoloji Birliği'nin (American Psychological Association; APA) ileri gelenlerinin George Bush döneminde ulusal güvenlik adına yapılan işkence uygulamalarında devlet görevlileriyle işbirliği yaptığını belgeledi. Bunun üzerine APA yapılanlardan dolayı özür dileyen bir bildiri yayınladı ve gerekli önlemlerin alınacağına dair söz verdi. Bu önlemlerin arasında psikologların bu tür sorgulamalarda görev almalarını yasaklamak da vardı.
Yaşananlar bütün dünyadaki psikoloji camiası için şaşırtıcı ve üzücüydü. Fakat bazı psikologlar APA'nın yaptığı açıklamaları ve aldığı önlemleri aşırı bir tepki olarak gördüler. Konunun pratik ayrıntılarından biraz geriye çekilip daha teorik bir perspektiften baktığımızda temel meselenin "işkence her zaman yanlış mıdır?" sorusu olduğunu görüyoruz. Bu yazıda genel eğilimin tersine bu soruya "hayır" cevabı veren ve APA'nın genel tutumunu eleştiren bir makaleyi ele alacağız (O'Donohue ve ark., 2014).
Saatli Bomba ve
İşkence
Amerikan psikoloji camiasında işkence konusu son skandal
ortaya çıkmadan önce de zaman zaman tartışılmıştı. Mesela Costanzo ve ark. (2007) işkencenin her zaman ahlaken yanlış olduğunu ve psikologların işkence
içeren sorgulamalarda yer almamaları gerektiğini savunurken Suedfeld (2007)
işkence görecek kişiyi koruma sorumluluğumuz olduğu gibi işkence yapılmayıp
gerekli bilgiye ulaşılamadığında zarar görecek olan kişileri koruma
sorumluluğumuz da olduğunu, dolayısıyla "işkence her zaman yanlıştır"
şeklinde bir mutlak kural koyulamayacağını savunmuştu. Ayrıca Zimbardo'nun ünlü
Stanford hapishane deneyini hatırlatarak psikologların sorgulamalarda yer
almalarının sorgulayıcıların davranışlarının etik sınırlar dışına çıkmadan daha
etkin olmasına katkıda bulunabileceğini iddia edenler olmuştu.
Meseleye ahlak felsefesi açısından bakarsak işkencenin kabul
edilebilirliğiyle ilgili ne söyleyebiliriz? Bu soru felsefe literatüründe daha
çok saatli bomba (ticking time bomb) senaryosu bağlamında tartışılagelmiştir.
Bu senaryoda elimizde bir tutuklu vardır. Tutuklu kısa bir süre sonra
patlayacak ve birçok masum insanın ölümüne sebep olacak olan bir bombanın
yerini bilmektedir. Tutuklunun bombayı hazırlayan ve yerleştiren kişi olup olmaması
önemli değildir. Önemli olan tutuklunun bombanın yeriyle ilgili bilgiyi bize
vermeyi reddetmesi ve başka yollarla bu bilgiyi kendisinden alamayacak
olmamızdır. Aynı zamanda işkence altında tutuklunun bu bilgiyi bize vermeyi
kabul edeceğine ve bu bilgi sayesinde bombayı zamanında etkisiz hale getirerek
insanların ölümünü önleyebileceğimize dair makul bir beklentimiz vardır. Bu
özel koşullar altında işkence kabul edilebilir mi? O'Donohue ve arkadaşlarına
göre üç önemli normatif ahlak görüşü de (faydacılık, deontoloji ve erdem etiği)
bu soruya kategorik olarak "hayır" cevabı vermez.
Faydacılık ve İşkence
Sonuççuluk (consequentialism) veya onun daha özel bir hali
olan faydacılık (utilitarianism) bir davranışın ahlaken doğru olup olmadığına
karar verirken göz önüne alınması gereken tek şeyin davranışın olası sonuçları
olduğunu söyler. Saatli bomba senaryosunda göz önüne alınıp karşılaştırılması
gereken sonuçlar işkence sonucunda tutuklunun çekeceği acı ile işkence
yapmamanın sonucunda ölecek olan insanlardır. Bu basit analiz birçok faydacıyı
zorunlu olarak şu sonuca götürür: Bu şartlar altında işkence yapmak sadece
kabul edilebilir değil aynı zamanda ahlaken zorunludur. Yani işkence yapmamak
ahlaksızlıktır.
Fakat bu basit analizin fazla basit olduğunu düşünenler de
var. Bufacchi ve Arrigo'ya (2006) göre işkencenin hoş görülmesinin ve
kurumsallaşmasının toplum açısından çeşitli sakıncaları vardır (ayrıca bak.
Arrigo ve ark., 2015). Yani göz önüne alınması gereken sonuçlar sadece işkence
mağduru kişi ve hayatı kurtarılan kişi için doğan sonuçlar değil, aynı zamanda
daha geniş bir yelpazede ve daha uzak gelecekte ortaya çıkacak sonuçlardır.
Mesela Bufacchi ve Arrigo'ya göre devlet kurumlarının işkence yapması bu
kurumlara olan güveni sarsar. Teröristlerin misilleme yapmasına ve gelecekte
daha radikal olmasına yol açabilir. Aynı zamanda işkencecilerin gelecekteki
ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir.
O'Donohue ve arkadaşlarına (2015) göre ise bütün bu
olasılıklar hesaba katıldığında bile faydacılık bizi zorunlu olarak işkencenin
yanlış olduğu sonucuna götürmez. Zira işkence yapılmadığında ve birçok masum
insan öldüğünde de benzer sonuçlar ortaya çıkabilecektir: Devlet kurumlarının
elinde imkan varken masum insanların ölümünü engelleyememesi bu kurumlara olan
güveni sarsacaktır. Terörün işe yaradığını görmek teröristleri cesaretlendirip
daha da radikalleştirebilecektir. Son olarak, işkence yapmayı reddettiği veya
cesaret edemediği için masum insanların öldüğünü görmek de devlet görevlilerin
gelecekteki ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. İşkencenin kabul
edilebilir olduğu durumlar vardır diyen faydacı argüman işkencenin
kurumsallaşmasını savunmaz. Sadece her genel kuralda olduğu gibi işkence
karşıtı kuralın da istisnaları olabileceğini söyler (ayrıca bak. Allhoff, 2005;
Wisnewski, 2009).
Deontoloji ve İşkence
Deontolojiye göre bir davranışın ahlaken doğru olup
olmadığına karar verirken davranışın genel ahlaki kurallarla ve görevlerle
uyumlu olup olmadığına bakılır. Bu görüşün en ünlü temsilcilerinden Immanuel
Kant ancak evrensel bir yasa haline getirilmesi uygunsa bir davranışın ahlaken
doğru olabileceğini söyler. Mesela yalan söylemek hoş görülemez çünkü herkesin
her an yalan söyleme hakkına sahip olduğu bir dünya ahlaken kabul edilebilir
bir dünya değildir. Davranışın olası sonuçları davranışın ahlaka uygun olup
olmadığıyla ilgili yargımızı etkilemez. Bu fikrin slogan şeklindeki ifadesini
"Fiat justitia ruat caelum" (adalet yerini bulsun, isterse gökler
yıkılsın) sözünde bulabiliriz: Sonuçları ne olursa olsun adaletin yerine
getirilmesi ahlaki bir zorunluluktur. Gene Kant'a göre insanları hiçbir zaman
sadece bir araç olarak görmemek, amaç ne olursa olsun diğer insanların
haklarını çiğnememek gerekir. Bu şekilde bakıldığında deontoloji işkenceyi
kategorik olarak reddeder gibi görünüyor: İşkence mağdurun en temel haklarını
çiğniyor, bilgi edinmek için onu sadece bir araç olarak kullanıyor. Ayrıca
işkence en genel ahlak kurallarıyla da çelişir ve kesinlikle evrensel olarak
geçerli olmasını isteyeceğimiz bir davranış değildir.
Fakat meseleye daha dikkatli baktığımızda bu sonuca o kadar
kolay ulaşamayacağımızı görürüz. Saatli bomba senaryosunda ne yaparsak yapalım
hakları çiğnenecek insanlar vardır: Ya işkence yapacağız ve tutuklunun zarar
görmeme hakkı çiğnenecek ya da işkence yapmayacağız ve masum insanların yaşama
hakkı çiğnenecek. Bu durumda "kimin hakları daha önemli" veya
"kime karşı görevimiz daha öncelikli" sorusuyla karşı karşıya
geliriz. Kant'ın kendisi bile başkalarının haklarını çiğneyen bir insanın kendi
bazı haklarından da vazgeçmiş sayılacağını söyler. Bu yüzden mesela suç işlemiş bir
insanı özgürlük hakkından vazgeçmiş sayıp tutuklayabiliyoruz. Dolayısıyla
Kantçı bakış, saatli bomba senaryosundaki tutuklunun da topluma karşı görevini yerine
getirmeyerek ahlaki topluluğun dışına çıkmış olduğunu ve işkence görmeme
hakkından vazgeçmiş sayılacağını söyleyebilir.
Bir diğer deontolojik prensip çifte etki (double effect)
doktrinidir. Aquino’lu Tommaso’nun ifade ettiği bu prensibe göre başka birine
verdiğimiz zarar o kişiye zarar verme amacıyla yapılıyorsa kabul edilemez.
Fakat zarar başka bir amaca yönelik davranışın (istenmeyen) yan etkisi olarak
ortaya çıkıyorsa kabul edilebilir. Mesela tutukluya ceza vermek, ona acı
çektirmek amacıyla işkence yapıyorsak bu kabul edilemez. Fakat amacımız
başkalarının hayatını kurtaracak bilgiyi elde etmekse ve tutuklunun çektiği acı
bu amaca yönelik davranışımızın (istenmeyen) bir yan etkisiyse işkence kabul
edilebilir.
Erdem Etiği ve
İşkence
Kökenleri Platon ve Aristoteles'e uzanan erdem etiğine göre
hayatın amacı bir dizi takdire değer karakter özelliği, yani erdem
geliştirmektir. Aristoteles’e göre bu erdemler şunlardır: bilgelik,
ihtiyatlılık, adillik, azim, cesaret, açık fikirlilik, ılımlılık, cömertlik ve
yüce gönüllülük. Saatli bomba senaryosunda erdem etiğine başvurduğumuzda
sorulması gereken soru şudur: İşkence yapmak işkencecinin karakteriyle ilgili
bize ne söylüyor? İlk bakışta işkenceye razı gelmenin arkasında bir karakter
kusuru olduğunu düşünebiliriz. Fakat senaryoyu şöyle zenginleştirelim: İşgal
ordusunun askerlerinden biri sırf nefret güdüsüyle bir okula bomba yerleştirdi.
Bomba zamanında bulunup etkisiz hale getirilmezse yüzlerce çocuk ölecek veya
yaralanacak. Askerin bu planı arkadaşları tarafından öğrenildi ve asker gözaltına
alındı. Fakat asker bombayı nereye yerleştirdiğini söylemeyi reddediyor. Bu
durumda bombanın yerini söyletmek ve düşman ülkenin çocuklarının ölmesini
engellemek için bir askerin kendi silah arkadaşına işkence yapması erdemli bir
davranış mıdır?
Bu psikolojik açıdan cevap verilmesi kolay bir soru değil.
Fakat serinkanlı bir felsefi analiz cevabın evet olabileceğini bize gösteriyor.
İşkencenin arkasındaki güdü çocuklar için duyulan merhametse, sonradan kendi
yurttaşları tarafından ayıplanma riskine karşı gösterilen cesaretse, aynı
zamanda sadece gerektiği kadar güç kullanmaya izin veren bir ılımlılıksa
işkence erdemli ve dolayısıyla ahlaklı bir davranıştır diyebiliriz. Asker belki
kendi arkadaşına işkence ettiği için vicdan azabı çekecek. Fakat askerin bunu
da göze aldığını, "o çocukların yaşaması için hayatım boyunca vicdan azabı
çekmeye razıyım" dediğini varsayalım. Bundan daha üst düzey bir yüce
gönüllülük tasavvur etmek zor.
İşkence İşe Yarıyor
mu?
Gördüğümüz gibi ne tür bir ahlaki görüşten hareket ediyor
olursak olalım işkencenin ahlaken kabul edilebilir olduğu durumlar var (ayrıca
bak. Spino & Cummins, 2014). Bu durumda APA'nın işkencenin hiçbir şekilde
kabul edilemez olduğu yönündeki açıklamalarını fazla düşünülmeden yapılmış
tepkisel açıklamalar olarak görebiliriz. Fakat hipotetik bir senaryoda
işkencenin kabul edilebilir olduğu sonucuna varmak gerçek dünyada işkencenin
kabul edilebilir olduğu durumların gerçekten ortaya çıktığını kabul
etmeyi gerektirmiyor. Pratikte önemli bir mesele işkence sonucunda elde edilen
bilginin güvenilir olup olmadığı. Saatli bomba senaryosu işkencenin işe
yarayacağı, yani işkence sonucunda güvenilir bilgi elde edilebileceği varsayımına
dayanıyor. İşkenceye karşı çıkanlar ise bu varsayımın pratikte çoğu zaman doğru
olmadığını iddia ediyorlar.
Burada bir ayrım yapmak yararlı olacaktır. Sorgulamanın
amacı işlenmiş bir suç konusunda sanıktan itiraf almaksa sanık gerçekten de
işkenceden kurtulmak için sahte bir itiraf vermeyi tercih edebilir. Fakat
saatli bomba senaryosuna daha çok benzeyen durumlarda, yani suçun henüz
işlenmediği ve sorgulama sonucu elde edilen bilginin kolayca doğrulanabilir
olduğu durumlarda, işkence pekala işe yarayabilir. Nitekim işe yaradığına dair
tarihsel gözlemler var (Suedfeld, 2007). Yapılması ne kadar zor olsa da bu tür
sorgulamaların ne kadar işe yaradığıyla ilgili sistematik araştırmalara acil
olarak ihtiyaç var (Russano ve ark., 2005; ayrıca bak. Allhoff, 2014).
Sonuç
Bütün bunlardan hareketle varılabilecek iki ayrı sonuç var. İlk
olarak, daha önce Amerikan Antropoloji Birliği (bak: Amerikan Antropolojisinin Üstündeki Karanlık) ve Türk Psikologlar Derneği (bak: Otizm, Ateizm ve Türk Psikologlar Derneği) bağlamında söylediğimiz şeyi tekrar edeceğiz: Bilimsel
kurumlar kamuoyu baskısını bertaraf etmek amacıyla bilimsel veya entelektüel
açıdan savunulamayacak tepkisel açıklamalar yapmamalılar.
İkinci olarak, bilimsel araştırma ve felsefi analiz
sonuçları her zaman sezgisel olarak doğru kabul ettiğimiz fikirlerle uyumlu
olmuyor. Zaten bilimi ve felsefeyi değerli kılan da bu: Ufkumuzu genişletme ve
dünya görüşümüzü değiştirme potansiyelleri.
Kaynaklar
Allhoff, P.
(2005). A defense of torture: Separation of cases, ticking time-bombs, and
moral justification. International
Journal of Applied Philosophy, 19, 243-264.
Allhoff, F.
(2014). Empirical objections to torture: A critical reply. Terrorism and Political Violence, 26, 621-649.
Arrigo, J.
M. ve ark. (2015). The “good” psychologist, “good” torture, and “good”
reputation – Response to O’Donohue, Snipes, Dalto, Soto, Maragakis, and Im
(2014) “The Ethics of Enhanced Interrogations and Torture”. Ethics
& Behavior, 25, 361-372.
Bufacchi,
V., & Arrigo, J. M. (2006). Torture, terrorism and the state: A refutation
of the ticking-bomb argument. Journal of
Applied Philosophy, 23, 354-373.
Costanzo,
M., Gerrity, E., & Likes, M. B. (2007). Psychologists and the use of
torture in interrogations. Analyses of
Social Issues and Public Policy, 7, 7-20.
O’Donohue,
W. ve ark. (2014). The ethics of enhanced interrogations and torture: A
reappraisal of the argument. Ethics &
Behavior, 24, 109-125.
O’Donohue,
W. ve ark. (2015). Psychologists and the ethical use of enhanced interrogation
techniques to save lives. Ethics &
Behavior, 25, 373-385.
Russano ve
ark. (2005). Investigating true and false confessions within a novel
experimental paradigm. Psychological
Science, 16, 481-486.
Spino, J.,
& Cummins, D. D. (2014). The ticking time bomb: When the use of torture is and is not endorsed. Review of Philosophy and Psychology, 5,
543-563.
Suedfeld,
P. (2007). Torture, interrogation, security, and psychology: Absolutist versus
complex thinking. Analyses of Social
Issues and Public Policy, 7, 55-63.
Wisnewski,
J. J. (2009). Hearing a still-ticking bomb argument: A reply to Bufacchi and
Arrigo. Journal of Applied Philosophy, 26,
205-209.