Kadınlarda
cinsel isteksizlik (hypoactive sexual desire disorder: HSDD) son yıllarda
giderek artan oranda koyulan bir teşhis. Bunun gerçekten tıbbi bir durum olup
olmadığıyla ve muhtemel sebepleriyle ilgili tartışmalar sürüyor. Dört yıl kadar
önce Wayne State University’den Michael Diamond tarafından HSDD teşhisi almış
(ve almamış) bir grup kadınla bu durumun sebeplerini anlamaya yönelik bir beyin
görüntüleme araştırması yapıldı. Hem araştırmanın kendisi hem de Diamond’ın
bundan çıkan sonuçlarla ilgili verdiği demeçler İnternet üzerinden epey
tartışıldı. Bu yazıda BBC News’da çıkan bir haber yazısı ve bu yıl çıkan bir
felsefe makalesi (Savulescu & Earp, 2014) eşliğinde kısaca bu araştırmayı
inceleyeceğiz.
Araştırmada
Diamond 19 HSDD teşhisi almış kadına ve 7 normal kadına içinde erotik kısımlar
da olan yarım saatlik bir video klipi göstermiş. Erotik görüntüler sırasında
normal kadınlarda duygularla ilgili bir beyin bölgesi olan insulada faaliyet
artışı gözlenmiş. HSDD’li kadınlarda böyle bir artış olmamış. Bundan hareketle
Diamond HSDD’nin fiziksel bir temeli olduğunu, dolayısıyla gerçek bir tıbbi
durum olduğunu, toplumun uydurduğu bir şey olmadığını iddia
ediyor. Diamond’ın ağzından çıkıp çıkmadığı belli olmasa da BBC habere “zihin
değil beyin” başlığını da eklemiş.
Diamond’ın
araştırmasına ve yorumuna hemen birkaç eleştiri getirilebilir. Mesela beyin
görüntüleme cihazında ortaya çıkan farklılığın HSDD’ye özgü olduğunu nereden
biliyoruz? Belki bu fark depresyon göstergesi. Cinsel isteksizliğin depresyon
sonucunda ortaya çıkabildiğini biliyoruz. Veya belki bu fark HSDD’ye sebep olan
şey değil, onun bir sonucu. Bu ihtimaller daha kontrollü ve daha büyük çaplı bir
araştırma yapılması gerektiğine işaret ediyor.
Savulescu
ve Earp’ün (2014) eleştirisi ise metodolojik olmaktan ziyade felsefi bir
eleştiri. Bu felsefeciler Diamond’ın (ve belki BBC haberi yazarının) kavramsal
bir karışıklık içinde olduğunu, bu karışıklığın sebebinin de indirgemecilik
olduğunu düşünüyorlar. İndirgemecilikten kastettikleri psikolojik sorunların
sadece beyinden kaynaklandığı fikri. Bir psikolojik sorunun beyindeki
yansımasını (neural correlate) bulmanın o sorunun sebebini anlamak olduğu yanılgısını
eleştiriyorlar.
Savulescu
ve Earp’ün haklı olduğu bir nokta var. HSDD’ye yol açan nedenler zincirinde
geriye doğru gittiğimizde bu durumun elbette beyin dışında sebepleri de
olduğunu fark ederiz. Stresli bir hayat temposundan romantik ilişkide
beklediğini bulamamış olmaya kadar çok çeşitli sebepler HSDD’ye yol açmış
olabilir. Fakat bu, son aşamada HSDD’nin sebebinin beyinden kaynaklanan bir
durum olduğu gerçeğini değiştirmez. Yani diğer vücut dışı ve vücut içi
sebeplerin katkısı ne olursa olsun HSDD’nin ortaya çıkıp çıkmayacağını son
aşamada belirleyen beynin bu sebeplere verdiği tepkidir. Bu durumda “HSDD
sadece bir beyin bozukluğu değildir” gibi itirazların yanlış anlaşılmaya ne
kadar müsait oldukları da fark edilebilir. Asıl kavramsal karışıklığı yaratan “HSDD’nin
beyinsel sebepleri olduğu gibi çevresel sebepleri de var” gibi ifadelerdir.
Zira bu ifade beyinsel sebepler ve çevresel sebepler beraberce HSDD’yi ortaya
çıkarıyor gibi bir izlenim yaratıyor. Oysa HSDD’yi son aşamada ortaya çıkaran
tek başına beyindir. “Beyin bunu neden ortaya çıkarıyor?” diye sorduğumuzda
neden-sonuç zincirinde biraz daha geriye gidip çevresel (ve belki aynı zamanda
genetik) sebepleri göz önüne almamız gerekir.
BBC’nin
“zihin değil beyin” başlığını ele alalım. “Beyin değil zihin” olması mümkün
müydü? Tabii ki hayır. Zihinsel olan her şey aynı zamanda beyinseldir. HSDD’nin
sebebinin insula sorunundan değil ilişki memnuniyetsizliğinden kaynaklandığı
ortaya çıkarsa gene “beyin değil zihinmiş” diyemeyiz. İlişki memnuniyetsizliği
de (henüz bütün ayrıntılarını ortaya çıkaramadığımız) bir beyin olayıdır. İlla
bir ayrım yapılacaksa bilincinde olduğumuz beyin olayları ve bilincinde
olmadığımız beyin olayları şeklinde bir ayrım yapılabilir. Dolayısıyla buradaki
kavramsal karışıklık Savulescu ve Earp’ün işaret ettiği türden bir
indirgemeciliğe dayanan bir karışıklık değil, bir tür gizli düalizme dayanan
bir karışıklık. BBC haberinin yazarı zihinsel ve beyinsel olayların farklı
olaylar olduğunu ve araştırmada beynin rolünün ortaya çıkmasıyla zihnin bir
rolünün olmadığının gösterildiğini zannediyor. Oysa insula faaliyetindeki
farklılaşma belki de çok aşina olduğumuz bir zihinsel durumun beyindeki
yansıması.
Son
olarak, Savulescu ve Earp’ün beyin görüntüleme araştırmasındaki bulguyu fazla
küçümsediğini de belirtelim. Bu iki felsefeci makalelerinde bu tür
bulguların ancak sorunun beyindeki yansımasını gösterebileceğini, sorunun
sebebini asla gösteremeyeceğini söylüyorlar. Oysa (Diamond’ın basit
araştırmasından hareketle bunu söyleyemesek bile) gördüğümüz beyin faaliyeti
farklılığı pekala HSDD’nin sebebi de olabilir. Ayrıca bazı durumlarda
psikolojik bir sorunun sebebinden çok doğrudan beyindeki yansımasıyla da
ilgilenebiliriz. Mesela çevresel sebebi ne olursa olsun aşk acısının beyindeki
yansımasının fiziksel acı bölgelerindeki faaliyet artışı olduğunu görmek
yeterince ilginç bir bulgu olurdu. Dolayısıyla psikolojik sorunlarla ilgili “gerçek”
ilerlemenin beyin görüntüleme araştırmalarıyla elde edilemeyeceğini düşünmek
için bir sebep yok.
Kaynak:
Savulescu,
J., & Earp, B. D. (2014). Neuroreductionism about sex and love. Think, 13, 7-12.
1 yorum:
Psikolojiye fazla inananlardanım özellikle cinsellikle olan her problemin kaynağının beyinsel ve psikolojik olduğuna inanıyorum. Bu kadındaki cinsel isteksizlikte olabilir, erkekteki erken boşalmada.. Sekste Hepsinin kaynağı fiziksel değili beyinseldir.
Yorum Gönder