6.05.2010

Adalet Duygusu Sonradan mı Ortaya Çıktı?



Yaklaşık 10.000 yıl önce insanlar sadece akrabalarının değil yabancıların da bulunduğu büyük topluluklar içinde yaşamaya başladı. Bu türden büyük topluluklar içinde yaşamak yabancılarla karşılıklı olarak sıkça yardımlaşmayı ve kar etmeye dayanan ilişkiler kurmayı da beraberinde getirdi. Son yıllarda ekonomik oyunlar kullanılarak yapılan araştırmalar insanların hiç tanımadıkları ve bir daha karşılaşmayacaklarını bildikleri kişilerle işbirliğine giriştiğini ve bu ilişki sırasında adil olmayan bir davranışla karşılaştıklarında kendilerine para kaybettirse bile bu davranışı cezalandırdığını göstermiştir (Fehr & Fischbacher, 2003). Bu durum insanların “adalet duygusu” (sense of fairness) gibi bir psikolojik mekanizmaya sahip olduğu fikrinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Fakat adalet duygusunun insanlık tarihi içinde nasıl evrimleştiği konusu bilim dünyasında hala tartışılmaktadır. “Adalet duygusu, ilişkilerin sıkı sıkıya bağlı olduğu avcı-toplayıcı gruplarda yaşadığımız en eski günlerimizden kalma bir özelliğimiz mi yoksa toplumun evrimleşmesiyle ortaya çıkan nispeten yeni bir özellik mi?” sorusu da bu tartışmanın bir parçası.

Geçen ay Science dergisinde antropolog Joseph Henrich ve arkadaşlarının tam da bu soruya cevap vermeye çalışan yeni bir çalışması yayımlandı.


Çalışma adalet duygusunun evrimi ile iki önemli faktörün arasındaki bağlantıyı göstermeyi amaçlıyor. Grubun bu çalışmayı yaparkenki çıkış noktası, büyük gruplarda işbirliğinin ortaya çıkması ve devam ettirilebilmesi için gereken şeyin adil olmayı ve güven duygusunu geliştirmeyi sağlayacak normlar olduğu fikridir. Bu türden normların ortaya çıkmasıyla iki önemli faktörün toplum içinde yayılması arasında bağlantı olduğunu savunmaktadırlar: büyük gruplarda mal alış-verişinin yaygınlaşması ve küresel dinlerin yayılması.

Günümüzde yabancılarla yapılan alış-verişin yaygınlığı ve sıklığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Fakat insan olmayan primatlar ve küçük gruplarda yaşayanlarla yapılan çalışmalar, evrimsel tarih boyunca lokal gruplar dışında gerçekleştirilen alış-verişin güvensizlik ve sömürülme tehdidi korkusuyla yapıldığı fikrini vermektedir. Bu nedenle Henrich ve arkadaşlarının ilk hipotezi “mal alış-verişi normları”nın, akrabalık, karşılıklılık (reciprocity), statü gibi sosyal ilişkilerin yetersiz kaldığı durumlarda, karşılıklı kar sağlayan ilişkilerin devam ettirilebilmesini sağlamak adına ortaya çıkmış olabileceği ve bunun toplumsal evrimin bir parçası olarak evrimleşmiş olabileceği yönündedir. İkinci hipotez ise bazı dinsel kurumların, inançların ve davranışların, büyük ölçekli grupların oluşumunu ve yaygın mal alış-verişini sağlayan normlarla birlikte evrimleşmiş olabileceği fikridir. Bu fikirle uyumlu olarak, etnografik veriler ahlaki kurallar koyan dinlerin ortaya çıkışının toplulukların boyutları ve karmaşıklığının artmasıyla arttığını göstermektedir. Ayrıca bazı deneysel çalışmalar inançlı kişilere dinsel kavramların örtük olarak hatırlatılmasının bu kişilerde yabancılara karşı daha fazla adil olma eğilimini ortaya çıkarttığını göstermektedir.

Bu araştırma, görece büyük toplulukların mensubu olan Afrikalı çobanlar, Kolombiyalı balıkçılar ve Missouri’li gündelikçi işçilerin de içinde bulunduğu 15 farklı toplulukta yaşayan kişilerden oluşmaktadır. Katılımcıların adaletsizliği cezalandırmaya ne kadar eğilimli olduğunu test etmek amacıyla yola çıkılmış ve katılımcılara 3 farklı oyun oynatılmıştır. Birinci oyun katılımcının bir miktar parayı (burada o kişinin normal hayatında bir günde kazandığı miktarda parayı) hiç tanımadığı, görmediği ve bir daha da karşılaşmayacağı bir kişiyle bölüşeceği Diktatör oyunudur (Dictator Game). İkinci oyun katılımcının bir miktar parayı (yine anonim ve tek seferli olarak etkileşime geçtiği) karşısındaki oyuncuya teklif ettiği, fakat karşısındaki oyuncu bu teklifi reddederse iki tarafın da para kazanamayacağı Ültimatom oyunudur (Ultimatum Game). Üçüncü oyun ise yine katılımcının bir miktar parayı karşısındaki oyuncuya teklif ettiği fakat bu defa üçüncü bir kişinin bu teklifin adil olmadığını düşündüğü anda cebinden para ödeyerek bu teklifi cezalandıracağı ve bu nedenle teklif yapan oyuncunun para kaybedeceği Üçüncü Taraf oyunudur (Third Party Punishment Game). Ültimatom ve Üçüncü Taraf oyununda adil olmayanı reddeden/cezalandıran kişi aynı zamanda zararlı da çıkmaktadır, çünkü Ültimatom oyununda yapılan teklifi reddeden oyuncular hiç para alamayacak ve Üçüncü Taraf oyununda ceza veren üçüncü kişi cebinden para vererek karşısındakini cezalandıracaktır.

Bulgular görece büyük ve karmaşık topluluklarda yaşayanların, küçük topluluklarda yaşayanlara göre adil olmaya daha fazla özen gösterdiğini ve adil olmayanı cezalandırmaya daha fazla eğilimli olduğunu göstermekte. Oynanan üç ekonomik oyunda da büyük topluluklarda yaşayanların diğer katılımcılarla karşılaştırıldığında %25 ile %51 arasında değişen oranlarda daha fazla para teklifi yaptıkları ve küçük topluluklarda yaşayanların genel olarak haksızlığı cezalandırıp para kaybetmeye yanaşmadıkları görülmüş. Özel olarak ise mal alış-verişinin yaygın olduğu topluluklarda yaşayan kişilerin “adil olma” konusunda daha hassas olduğu saptanmıştır. Bir dünya dininin mensubu olmak ile adalet duygusu arasındaki ilişki oynanan üç oyunun hepsinde gözlemlenmemiş.

Araştırmayı yapan grubun ulaştığı sonuç şu: Grupların büyüklüğüne ve karmaşıklığına göre değişiklik gösteren sonuçlar bize adalet duygusunun ve adil olmayanı cezalandırma eğiliminin binlerce yıl önce ortaya çıkmış olamayacağını göstermektedir. Eğer öyle olsaydı, toplumlar arasında bu denli büyük farklılıklar gözlemlenmezdi. Bu durumda yabancılara karşı gösterdiğimiz adalet ve bize yabancılar tarafından uygulanan haksızlığın cezalandırılmasını destekleyen davranışımız, toplumların karmaşıklaşmasıyla evrimleşen diğer normlarla birlikte sonradan ortaya çıkmıştır. Yani insan türünün ortaya çıkışıyla birlikte ortaya çıkmış ve nesilden nesile bozulmadan aktarılmış bir özellik değildir adalet duygusu, bu araştırmacıların ulaştığı sonuca göre.

Diğer yandan araştırmanın sonuçlarının bu yönde değerlendirilmesinin ne derece doğru olduğunu sorgulayan kesim ise bu türden araştırmaların yorumunda daha temkinli olunması gerektiğinin altını çizmektedir. Örneğin Harvard Üniversitesi’ndeki evrimsel oyun teorisyenleri Martin Nowak ve David Rand küçük kabilelerde yaşayan insanlara kültürel bağlam dışında ve anonim olarak oynatılan ekonomik oyunların “yorumlanamaz” sonuçlar verebileceğini vurgulamaktadır. David Rand ekonomik oyunların “yapay” durumlar olduğunu, karmaşık ve büyük toplumlarda yaşayanların, özellikle üniversite öğrencilerinin, bu türden durumlara avcı-toplayıcılardan çok daha fazla aşina olduğunu ve avcı-toplayıcıların bu oyunları gerçekten anlayıp anlamadığını bile bilmenin imkansız olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle üniversite öğrencileriyle yapılan araştırmaların sonuçlarıyla bu araştırmanın sonuçlarını kıyaslayıp bir sonuca ulaşmanın zor olduğunu görüşü de yaygındır. Daha ayrıntılı bilgiye şu link'ten ulaşabilirsiniz:


http://news.sciencemag.org/sciencenow/2010/03/playing-fair-came-late.html?etoc

Bu araştırma test etmeye çalıştığı durum ve bulguları açısından gerçekten ilginç bir araştırma. Fakat bulgulardan yola çıkarak ulaştıkları sonuç da bir o kadar tartışmalı çünkü kültürler arası hemen her araştırmanın karşılaşabileceği temel bir sorunla karşı karşıya. Bu araştırmadaki sorun şu: Küçük ve karmaşık olmayan toplumlarda yaşayan insanlar için adalet duygusu ve adil olmayanı cezalandırma eğilimini ölçebileceğimiz araç gerçekten bu ekonomik oyunlar mı? Ya da bu durumda bu türden ekonomik oyunları kullanmak ne kadar uygun ve işe yarar?  Bu oyunlarda ortaya konulan/kazanılacak/kaybedilecek şey “para” ya da parasal bir değer. Dünya üzerindeki birçok büyük ve karmaşık topluluk için paranın günlük hayatın çok önemli bir parçası olduğunu biliyoruz. Tam da bundan ötürü adalet normları daha çok parasal değerler üzerinden gerçekleşiyor/tartışılıyor/değerlendiriliyor olabilir. Belki bu nedenle paranın işin içine girdiği durumlarda (ya da parasal değerler işin içine girdiği için) büyük toplumlarda yaşayanlar daha hassaslar bu oyunlardaki norm ihlallerine/adaletsiz tekliflere. Ve belki de doğrudan “para” veya parasal olarak değerli olan şeyler bu küçük topluluklar için fazla bir şey ifade etmiyor olabilir. Ortaya konulan şey para değil de başka türden bir şey olsaydı, o zaman ne olacaktı? Kültürler arası yapılan çalışmalarda sonuçların farklı çıkıyor olmasının sebebi toplumların büyük-küçük, basit-karmaşık yapıda olması değil, kullanılan testin/ölçülen şeyin para ya da parasal bir değer üzerinden olması olabilir.

İnsan olmayan primatlarla yapılan çalışmalarda oynatılan oyunların yapısı orijinal halleri ile aynı olmasına rağmen kullanılan araç, yani ortaya konulan/kazanılacak/kaybedilecek olan şey, niteliği cinsinden bu oyunların öngördüğü şeyden (yani paradan) farklı. Örneğin muz. “Dünyanın farklı yerlerinde, farklı değerlerle yaşayan ve “para” kavramıyla içli dışlı olmayan insanlardaki “adalet duygusu”nu, onların daha fazla maruz kaldığı ve toplumsal değerleriyle daha uyumlu olan araçlarla ölçmek daha uygun olmaz mı?” sorusu ise bu tartışmada akla gelen ilk sorulardan biri. Bu soru sorulduktan sonra yapılacak ilk şey “para” dışında ne tür bir değerin üzerinden bu oyunların oynatılması gerektiğini bulmak. Fakat bu da kültürlerin kendilerine has özelliklerinin araştırılmasına ya da daha önceden bununla ilgili elimizde olan verilere başvurmamıza gerek olduğunu göstermektedir. O değer bulunduktan sonra tartışmanın sağlam deneysel çalışmalar ve ampirik veriler üzerinden devam ettirilmesi daha yararlı olacaktır. Çünkü sosyal ilişkiler ve sosyal kararlar işin içine girdiğinde yukarıdaki araştırmanın ulaştığı türden bir sonuca ulaşmak da, küçük toplumlarda yaşayan insanların bu oyunları anlayıp anlamadığını bilmenin imkansızlığını öne sürmek de adalet duygusunun kökenini tam olarak anlamamızda bize yardımcı olamayacaktır.

Fehr, E., & Fischbacher, U. (2003). The nature of altruism. Nature, 425, 785-.791.

Henrich, J. et al. (2010). Markets, religion, community size, and the evolution of fairness and punishment. Science, 327, 1480-1484.


2 yorum:

cleozeta dedi ki...

cok guzel bir yazi dizisi, elinize emeginze saglik.. :)

kutlugunes dedi ki...

blog adina ilginiz icin tesekkur ederim.

Yorum Gönder