8.09.2014

Özgür İrade ve Bilim

  
20. yüzyılın ilk yarısında mantıksal olguculuğun etkisi altında cevap verilemez ve dolayısıyla anlamsız sayılan özgür irade problemi yüzyılın sonlarında hem felsefecilerin hem de bilim adamlarının konuya ilgi göstermesiyle yeniden canlılık kazandı. Bugün özgür iradenin var olup olmadığı, determinizmle uyuşup uyuşamayacağıyla ilgili tartışmalar akademik alanda olduğu kadar popüler forumlarda da son hızıyla devam ediyor. Bu keşmekeşin içine girip kafa karışıklığı yaratmadan özgür iradeye yer açmaya çalışan felsefecilerden biri Mark Balaguer. Bu yazıda Balaguer’in bu sene MIT Press’ten çıkan Free Will adlı küçük kitabının bir değerlendirmesini sunacağız.
  
Balaguer özgür irade konusunda kendine özgü bir konuma sahip. Bir yandan özgür irade üstünde çalışan birçok bilim adamının aksine son araştırmaların özgür iradenin var olmadığını göstermediğini düşünüyor. Fakat bir yandan da birçok felsefecinin aksine özgür iradenin var olup olmadığı sorusunun ancak bilimsel araştırmalardan hareketle cevap verilebilecek ampirik bir mesele olduğunu düşünüyor.

Balaguer’e göre özgür iradeyi tehdit eden iki ayrı argüman var. Bunların biri felsefi biri bilimsel:

1. Determinizm (belirlenimcilik) doğru da olsa yanlış da olsa özgür irade var olamaz. Determinizm doğruysa bütün davranışlarımız ve kararlarımız kontrolümüz altında olmayan önceki olaylar tarafından belirlenmiş demektir. Determinizm yanlışsa bazı olaylar tamamen gelişigüzel, şans eseri ortaya çıkıyor demektir. İki durum da davranışlarımızın ve kararlarımızın özgür olduğu fikriyle bağdaşmaz.
  
2. Psikoloji ve nörobilim davranışlarımıza yön verdiğini sandığımız bilinçli kararların bilincinde olmadığımız iç (beyinsel) ve dış (çevresel) sebepler tarafından belirlendiğini göstermiştir. Bu durumda o davranışları ve kararları özgür olarak seçtiğimiz söylenemez.

Balaguer kitabında iki argümanın da geçersiz olduğunu göstermeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken kendi ifadesiyle “uyumculuk” (compatibilism) kolaycılığına kaçmıyor. Uyumculuğa göre determinizm ve özgür irade bağdaşmaz fikirler değildir; determinist bir dünyada da özgür irade sahibi olabiliriz. Balaguer ise “özgürlükçü” (libertarian) görüşe sahip: özgür irade sahibi olabilmemiz için (en azından insan davranışı ve kararları alanında) determinizmin doğru olmaması gerekir. David Hume gibi klasik uyumculara göre istediğini yapabilmek (yani isteklerle davranışların uyuşması) özgür irade sahibi olmak için yeterlidir. Immanuel Kant gibi özgürlükçülere göre ise bu, meselenin özünü gözden kaçıran bir anlayış. En azından bazan istediğimiz şeyleri yapabildiğimiz konusu tartışmalı bir konu değil. Asıl mesele o isteklerin, tercihlerin, kararların nereden geldiği konusu. İstekler önceden belirleniyorsa veya tamamen şans eseri ortaya çıkıyorsa özgür irade diye bir şey yoktur. Asıl tartışmalı olan bu anlamda özgür iradeye sahip olup olmadığımız.

Balaguer yukarıda anılan iki argümana cevap vermeye girişmeden önce özgür iradeden kastettiği şeyi daha da sınırlıyor. İddiasına göre bütün bilinçli kararlarımızda değil, özel olarak tercih yapmakta zorlandığımız, tamamen arada kaldığımız durumlarda verdiğimiz kararlarda (torn decisions) özgür irade sahibiyiz. Bunun için verdiği örnek şu: Dondurmacıya gidiyoruz ve tezgahın önünde durup alacağımız dondurmayı seçmeye çalışıyoruz. 30 çeşitten 28’ini hemen eleyebiliyoruz. Geriye karamelli dondurmayla vişneli dondurma kalıyor. İkisini de eşit derecede istiyoruz. Önceden oluşmuş zevklerimiz, düşüncelerimiz vs. bizi zorunlu olarak birine veya diğerine yönlendirmiyor. Sonunda bilinçli bir kararla karamelliyi seçiyoruz. Bu karar önceden belirlenmiş de değildir, gelişigüzel ortaya çıkıp sorumluluğunu almayacağımız bir karar da değildir. İşte bu özgür bir karardır. Çünkü 1) kararı veren benim ve 2) benim bu kararı vermemi belirleyen herhangi bir (iç ve dış) sebep yok. 
  
Özgür iradeyi bu şekilde düşündüğümüzde Balaguer’e göre 1. argümana cevap vermek mümkün hale geliyor. Çünkü söz konusu kararlar önceden belirlenmiş de değil, gelişigüzel ortaya çıkıyor da değil. Yani determinizm geçerli olmadığı gibi şans açıklaması da geçerli değil. Öyleyse bu tür kararların açıklaması nedir? Balaguer’e göre şu: Kararı “ben” veriyorum!

Okuyucu olarak bu aşamaya kadar bizi felsefenin çetrefilli yollarında kafa karışıklığı yaratmadan ustalıkla gezdiren Balaguer’in burada, en can alıcı noktada, kelime oyunu yaptığı düşüncesinden kendimizi alamıyoruz: “Ben” nedir? Beyinde ben diye bir bölge mi var? Kararı benim vermem ne demek? Başka tür kararları ben vermiyor muyum? Ayrıca bu karara hiçbir iç ve dış olayın sebep olmaması, kararın sebepsiz (uncaused) olması ne demek? Sebepsiz olay bilimsel bakış açısına sahip birinin (ki Balaguer böyle bir bakışa sahip olduğunu söylüyor) kolay kolay tasavvur edemeyeceği bir şey. Balaguer’in 1. argümana cevabı birçok kişi için meseleyi çözmeyen, tam tersine daha fazla gizem yaratan bir cevap.

Bir diğer itiraz Balaguer’in özgür irade tanımına getirilebilir. Özgürce aldığımız ve sorumlu olduğumuz kararlar gerçekten tamamen arada kaldığımız durumlarda aldığımız kararlar mı? Karamelle vişneden birinin diğerinden daha iyi olmadığını kabul edip sebepsiz karar veriyorsak burada özgürlükten ve sorumluluktan söz edilebilir mi? Birçok kişiye göre önümüzdeki seçeneklerden birinin diğerinden bir gıdım daha üstün olduğunu gördüğümüz durumlarda verdiğimiz kararlar daha fazla sorumluluk içeren kararlardır. Balaguer ise böyle kararlarda seçimimizi yönlendiren bir gerekçe olduğu için, o gerekçe kararımıza “sebep” olduğu için, böyle kararları özgür olarak görmüyor. Tabii bu son aşamada sezgilerle ilgili, kişiye nasıl göründüğüyle ilgili bir mesele. Gene de Balaguer’in sorumluluk anlayışının birçok kişinin sezgisel anlayışıyla uyumlu olmadığını söyleyebiliriz.

Gelelim Balaguer’in 2. argümana verdiği cevaba. Balaguer sebepsiz olayların özgür olabileceğini gösterdiğini düşünüyor. Asıl mesele kararlarımızın sebepsiz olabileceğini gösterebilmek ve bunun mümkün olmadığını iddia eden bilimsel argümanı çürütmek. Balaguer bu amaçla iki ünlü nörobilim deneyine yakından bakıyor.

Deneylerin ikisi de bilinçli kararlarımızın kontrolümüz altında olmayan, hatta bilincinde bile olmadığımız olaylar tarafından belirlendiği iddiasında. Birincisi Benjamin Libet ve arkadaşlarının 1983’te yaptığı klasik deney (Libet, Gleason, Wright & Pearl, 1983). Deneyde katılımcılara canları istediği zaman parmaklarını veya bileklerini hareket ettirmeleri söyleniyor ve üç ayrı olayın zamanı ölçülüyor: hareketin zamanı, harekete karar vermenin zamanı ve beyinde istemli hareketlerden önce görülen “hazırlık potansiyeli” (readiness potential) denen dalganın zamanı.
  
  
Bulgular özetle şöyle: Bilinçli karar hareketin kendisinden yaklaşık 200 ms önce geliyor. Fakat hazırlık potansiyeli karardan 350 ms saniye önce geliyor. Yani katılımcılar parmaklarını hareket ettirmeye karar vermeden önce beyinde hareketle ilgili hazırlık başlamış bile. İlk bakışta bulgular bilinçli kararların bilinçsiz beyin olayları tarafından belirlendiğini, dolayısıyla o kararların özgür olamayacağını gösteriyor gibi görünüyor.

Geçen 30 yılda Libet’ın deneyi çok eleştirildi ve bulguların birden çok yoruma açık olduğu iddia edildi. Balaguer de böyle düşünüyor: Hazırlık potansiyelinin işlevini bilmiyoruz. Karara yol açan bir beyin olayından kaynaklanabileceği gibi sadece karar verme sürecinin başlamasına işaret eden bir beyin olayı da olabilir. Dolayısıyla biz farkına varmadan önce kararın ne olacağını belirleyen bir olay olmak zorunda değil.

İkinci deney daha yakın tarihli. İlk olarak John-Dylan Haynes ve arkadaşları tarafından 2008’de yayınlanan bir deney (Soon, Brass, Heinze, & Haynes, 2008). Deneyde katılımcılardan gene canları istediği zaman sağdaki düğmeye sağ elleriyle veya soldaki düğmeye sol elleriyle basmaları isteniyor. Bir yandan da beyin aktivasyonları fMRI cihazıyla kaydediliyor.
  
  
Bu seferki bulgular Libet’ınkinden de çarpıcı. Hareketin sağ elle mi sol elle mi olacağıyla korelasyon gösteren iki beyin bölgesi tespit ediliyor. Ayrıca bu beyin bölgelerindeki aktivasyona bakılarak hareketten 7-10 saniye önce hareketin ne olacağı tahmin edilebiliyor. İlk bakışta çıkan sonuç gene aynı: Biz farkında olmadan çok önce beyinde karar verilmiş bile.

Balaguer’in bu sonuca iki ayrı itirazı var. Birincisi, hareketi önceden tahmin etmemizi sağlayan beyin bölgelerine baktığımızda (frontopolar korteks ve parietal lobdaki arka singulat korteks) bunların özgür karar almayla değil planlarla veya niyetlerle ilgili bölgeler olduğunu görüyoruz. Katılımcılar yönergeler öyle demese de önceden hangi ellerini hareket ettirecekleriyle ilgili plan yapmış olabilirler ve hareket zamanı yaklaştığında özgürce yaptıkları bu planlar saklandıkları yerden geri çağrılıp uygulamaya koyulmuş olabilir. Hareketten 7-10 saniye önce gördüğümüz aktivasyon önceden yapılmış bu planın uygulamaya koyulmasının başlangıcına işaret ediyor olabilir.

Bu yorumun makul olup olmadığına karar vermek Haynes’in hem 2008’de hem de daha sonra yaptığı deneylerin teknik ayrıntılarına girmeyi gerektiriyor ki buna burada girişmeyeceğiz. Fakat Balaguer’in çok basit bir itirazı daha var: İki beyin bölgesindeki aktivasyona bakarak biraz sonra gelecek hareketi yüzde 100 doğrulukla değil ancak yüzde 60 doğrulukla tahmin edebiliyoruz. Yani şans düzeyinin sadece yüzde 10 üstüne çıkabiliyoruz. Bu da beyin bölgelerindeki aktivasyonun hareketi veya kararın ne olacağını kesin olarak belirlemediği anlamına geliyor.

Balaguer son olarak iddia ettiği şeyin özgür iradenin varlığı olmadığını söylüyor. Özgür iradenin var olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Gelecekteki nörobilim deneyleri var olmadığını gösterebilir. Fakat en azından şu an için özgür irade savunucularının uykularının kaçmasına gerek yok.


Kaynaklar

Balaguer, M. (2014). Free will. Cambridge: MIT Press.

Libet, B., Gleason, C. A., Wright, E. W., & Pearl, D. K. (1983). Time of conscious intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness-potential): The unconscious initiation of a freely voluntary act. Brain, 106, 623-642.
  
Soon, C. S., Brass, M., Heinze, H.-J., & Haynes, J.-D. (2008). Unconscious determinants of free decisions in the human brain. Nature Neuroscience, 11, 543-545.