20. yüzyılın ilk
yarısında mantıksal olguculuğun etkisi altında cevap verilemez ve dolayısıyla
anlamsız sayılan özgür irade problemi yüzyılın sonlarında hem felsefecilerin
hem de bilim adamlarının konuya ilgi göstermesiyle yeniden canlılık kazandı.
Bugün özgür iradenin var olup olmadığı, determinizmle uyuşup uyuşamayacağıyla
ilgili tartışmalar akademik alanda olduğu kadar popüler forumlarda da son
hızıyla devam ediyor. Bu keşmekeşin içine girip kafa karışıklığı yaratmadan
özgür iradeye yer açmaya çalışan felsefecilerden biri Mark Balaguer. Bu yazıda
Balaguer’in bu sene MIT Press’ten çıkan Free Will adlı küçük kitabının bir değerlendirmesini sunacağız.
Balaguer özgür irade
konusunda kendine özgü bir konuma sahip. Bir yandan özgür irade üstünde çalışan
birçok bilim adamının aksine son araştırmaların özgür iradenin var olmadığını
göstermediğini düşünüyor. Fakat bir yandan da birçok felsefecinin aksine özgür
iradenin var olup olmadığı sorusunun ancak bilimsel araştırmalardan hareketle
cevap verilebilecek ampirik bir mesele olduğunu düşünüyor.
Balaguer’e göre özgür
iradeyi tehdit eden iki ayrı argüman var. Bunların biri felsefi biri bilimsel:
1. Determinizm (belirlenimcilik)
doğru da olsa yanlış da olsa özgür irade var olamaz. Determinizm doğruysa bütün
davranışlarımız ve kararlarımız kontrolümüz altında olmayan önceki olaylar
tarafından belirlenmiş demektir. Determinizm yanlışsa bazı olaylar tamamen
gelişigüzel, şans eseri ortaya çıkıyor demektir. İki durum da davranışlarımızın
ve kararlarımızın özgür olduğu fikriyle bağdaşmaz.
2. Psikoloji ve nörobilim
davranışlarımıza yön verdiğini sandığımız bilinçli kararların bilincinde
olmadığımız iç (beyinsel) ve dış (çevresel) sebepler tarafından belirlendiğini
göstermiştir. Bu durumda o davranışları ve kararları özgür olarak seçtiğimiz
söylenemez.
Balaguer kitabında iki
argümanın da geçersiz olduğunu göstermeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken kendi ifadesiyle
“uyumculuk” (compatibilism) kolaycılığına kaçmıyor. Uyumculuğa göre determinizm
ve özgür irade bağdaşmaz fikirler değildir; determinist bir dünyada da özgür
irade sahibi olabiliriz. Balaguer ise “özgürlükçü” (libertarian) görüşe sahip:
özgür irade sahibi olabilmemiz için (en azından insan davranışı ve kararları
alanında) determinizmin doğru olmaması gerekir. David Hume gibi klasik
uyumculara göre istediğini yapabilmek (yani isteklerle davranışların uyuşması)
özgür irade sahibi olmak için yeterlidir. Immanuel Kant gibi özgürlükçülere göre ise bu, meselenin
özünü gözden kaçıran bir anlayış. En azından bazan istediğimiz şeyleri
yapabildiğimiz konusu tartışmalı bir konu değil. Asıl mesele o isteklerin,
tercihlerin, kararların nereden geldiği konusu. İstekler önceden belirleniyorsa
veya tamamen şans eseri ortaya çıkıyorsa özgür irade diye bir şey yoktur. Asıl
tartışmalı olan bu anlamda özgür iradeye sahip olup olmadığımız.
Balaguer yukarıda anılan
iki argümana cevap vermeye girişmeden önce özgür iradeden kastettiği şeyi daha
da sınırlıyor. İddiasına göre bütün bilinçli kararlarımızda değil, özel olarak
tercih yapmakta zorlandığımız, tamamen arada kaldığımız durumlarda verdiğimiz
kararlarda (torn decisions) özgür irade sahibiyiz. Bunun için verdiği örnek şu:
Dondurmacıya gidiyoruz ve tezgahın önünde durup alacağımız dondurmayı seçmeye
çalışıyoruz. 30 çeşitten 28’ini hemen eleyebiliyoruz. Geriye karamelli
dondurmayla vişneli dondurma kalıyor. İkisini de eşit derecede istiyoruz.
Önceden oluşmuş zevklerimiz, düşüncelerimiz vs. bizi zorunlu olarak birine veya
diğerine yönlendirmiyor. Sonunda bilinçli bir kararla karamelliyi seçiyoruz. Bu
karar önceden belirlenmiş de değildir, gelişigüzel ortaya çıkıp sorumluluğunu
almayacağımız bir karar da değildir. İşte bu özgür bir karardır. Çünkü 1)
kararı veren benim ve 2) benim bu kararı vermemi belirleyen herhangi bir (iç ve
dış) sebep yok.
Özgür iradeyi bu şekilde
düşündüğümüzde Balaguer’e göre 1. argümana cevap vermek mümkün hale geliyor. Çünkü söz
konusu kararlar önceden belirlenmiş de değil, gelişigüzel ortaya çıkıyor da
değil. Yani determinizm geçerli olmadığı gibi şans açıklaması da geçerli
değil. Öyleyse bu tür kararların açıklaması nedir? Balaguer’e göre şu: Kararı
“ben” veriyorum!
Okuyucu olarak bu aşamaya
kadar bizi felsefenin çetrefilli yollarında kafa karışıklığı yaratmadan
ustalıkla gezdiren Balaguer’in burada, en can alıcı noktada, kelime oyunu
yaptığı düşüncesinden kendimizi alamıyoruz: “Ben” nedir? Beyinde ben diye bir bölge mi var? Kararı benim vermem ne
demek? Başka tür kararları ben vermiyor muyum? Ayrıca bu karara hiçbir iç ve
dış olayın sebep olmaması, kararın sebepsiz (uncaused) olması ne demek?
Sebepsiz olay bilimsel bakış açısına sahip birinin (ki Balaguer böyle bir
bakışa sahip olduğunu söylüyor) kolay kolay tasavvur edemeyeceği bir şey.
Balaguer’in 1. argümana cevabı birçok kişi için meseleyi çözmeyen, tam tersine
daha fazla gizem yaratan bir cevap.
Bir diğer itiraz
Balaguer’in özgür irade tanımına getirilebilir. Özgürce aldığımız ve sorumlu
olduğumuz kararlar gerçekten tamamen arada kaldığımız durumlarda aldığımız
kararlar mı? Karamelle vişneden birinin diğerinden daha iyi olmadığını kabul
edip sebepsiz karar veriyorsak burada özgürlükten ve sorumluluktan söz
edilebilir mi? Birçok kişiye göre önümüzdeki seçeneklerden birinin diğerinden
bir gıdım daha üstün olduğunu gördüğümüz durumlarda verdiğimiz kararlar daha
fazla sorumluluk içeren kararlardır. Balaguer ise böyle kararlarda seçimimizi
yönlendiren bir gerekçe olduğu için, o gerekçe kararımıza “sebep” olduğu için,
böyle kararları özgür olarak görmüyor. Tabii bu son aşamada sezgilerle ilgili, kişiye
nasıl göründüğüyle ilgili bir mesele. Gene de Balaguer’in sorumluluk anlayışının
birçok kişinin sezgisel anlayışıyla uyumlu olmadığını söyleyebiliriz.
Gelelim Balaguer’in 2.
argümana verdiği cevaba. Balaguer sebepsiz olayların özgür olabileceğini
gösterdiğini düşünüyor. Asıl mesele kararlarımızın sebepsiz olabileceğini
gösterebilmek ve bunun mümkün olmadığını iddia eden bilimsel argümanı
çürütmek. Balaguer bu amaçla iki ünlü nörobilim deneyine yakından bakıyor.
Deneylerin ikisi de
bilinçli kararlarımızın kontrolümüz altında olmayan, hatta bilincinde bile
olmadığımız olaylar tarafından belirlendiği iddiasında. Birincisi Benjamin
Libet ve arkadaşlarının 1983’te yaptığı klasik deney (Libet, Gleason, Wright
& Pearl, 1983). Deneyde katılımcılara canları istediği zaman parmaklarını
veya bileklerini hareket ettirmeleri söyleniyor ve üç ayrı olayın zamanı ölçülüyor: hareketin zamanı, harekete karar vermenin zamanı ve beyinde istemli
hareketlerden önce görülen “hazırlık potansiyeli” (readiness potential) denen
dalganın zamanı.
Bulgular özetle şöyle:
Bilinçli karar hareketin kendisinden yaklaşık 200 ms önce geliyor. Fakat
hazırlık potansiyeli karardan 350 ms saniye önce geliyor. Yani katılımcılar
parmaklarını hareket ettirmeye karar vermeden önce beyinde hareketle ilgili
hazırlık başlamış bile. İlk bakışta bulgular bilinçli kararların bilinçsiz
beyin olayları tarafından belirlendiğini, dolayısıyla o kararların özgür
olamayacağını gösteriyor gibi görünüyor.
Geçen 30 yılda Libet’ın
deneyi çok eleştirildi ve bulguların birden çok yoruma açık olduğu iddia edildi.
Balaguer de böyle düşünüyor: Hazırlık potansiyelinin işlevini bilmiyoruz.
Karara yol açan bir beyin olayından kaynaklanabileceği gibi sadece karar verme
sürecinin başlamasına işaret eden bir beyin olayı da olabilir. Dolayısıyla biz farkına varmadan önce kararın ne olacağını belirleyen bir olay olmak zorunda
değil.
İkinci deney daha yakın
tarihli. İlk olarak John-Dylan Haynes ve arkadaşları tarafından 2008’de yayınlanan
bir deney (Soon, Brass, Heinze, & Haynes, 2008). Deneyde katılımcılardan
gene canları istediği zaman sağdaki düğmeye sağ elleriyle veya soldaki düğmeye
sol elleriyle basmaları isteniyor. Bir yandan da beyin aktivasyonları fMRI
cihazıyla kaydediliyor.
Bu seferki bulgular Libet’ınkinden
de çarpıcı. Hareketin sağ elle mi sol elle mi olacağıyla korelasyon gösteren
iki beyin bölgesi tespit ediliyor. Ayrıca bu beyin bölgelerindeki aktivasyona
bakılarak hareketten 7-10 saniye önce hareketin ne olacağı tahmin edilebiliyor.
İlk bakışta çıkan sonuç gene aynı: Biz farkında olmadan çok önce beyinde karar
verilmiş bile.
Balaguer’in bu sonuca iki
ayrı itirazı var. Birincisi, hareketi önceden tahmin etmemizi sağlayan beyin
bölgelerine baktığımızda (frontopolar korteks ve parietal lobdaki arka singulat
korteks) bunların özgür karar almayla değil planlarla veya niyetlerle ilgili bölgeler
olduğunu görüyoruz. Katılımcılar yönergeler öyle demese de önceden hangi
ellerini hareket ettirecekleriyle ilgili plan yapmış olabilirler ve hareket
zamanı yaklaştığında özgürce yaptıkları bu planlar saklandıkları yerden geri
çağrılıp uygulamaya koyulmuş olabilir. Hareketten 7-10 saniye önce gördüğümüz
aktivasyon önceden yapılmış bu planın uygulamaya koyulmasının başlangıcına
işaret ediyor olabilir.
Bu yorumun makul olup
olmadığına karar vermek Haynes’in hem 2008’de hem de daha sonra yaptığı
deneylerin teknik ayrıntılarına girmeyi gerektiriyor ki buna burada
girişmeyeceğiz. Fakat Balaguer’in çok basit bir itirazı daha var: İki beyin
bölgesindeki aktivasyona bakarak biraz sonra gelecek hareketi yüzde 100
doğrulukla değil ancak yüzde 60 doğrulukla tahmin edebiliyoruz. Yani şans
düzeyinin sadece yüzde 10 üstüne çıkabiliyoruz. Bu da beyin bölgelerindeki aktivasyonun
hareketi veya kararın ne olacağını kesin olarak belirlemediği anlamına geliyor.
Balaguer son olarak iddia
ettiği şeyin özgür iradenin varlığı olmadığını söylüyor. Özgür iradenin var
olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Gelecekteki nörobilim deneyleri var
olmadığını gösterebilir. Fakat en azından şu an için özgür irade
savunucularının uykularının kaçmasına gerek yok.
Kaynaklar
Balaguer,
M. (2014). Free will. Cambridge: MIT
Press.
Libet, B.,
Gleason, C. A., Wright, E. W., & Pearl, D. K. (1983). Time of conscious
intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness-potential):
The unconscious initiation of a freely voluntary act. Brain, 106, 623-642.
Soon, C.
S., Brass, M., Heinze, H.-J., & Haynes, J.-D. (2008). Unconscious
determinants of free decisions in the human brain. Nature Neuroscience, 11, 543-545.