Ruhunuz var mı? Felsefeye, modern bilime ve geleneksel dine göre hayır. Bu yazıda geçen sene çıkmış bir felsefe makalesi (Johnson, 2013) eşliğinde neden böyle olduğuna bakacağız.
Burada geleneksel ruh
anlayışını ele alıyoruz. Buna göre ruhlar maddi olmayan varlıklardır ve
bedenden ayrılabilirler. Dolayısıyla ruh inancı bir tür iki tözcülük (substance
dualism) inancıdır: Ruhların kütlesi yoktur ve boşlukta yer kaplamazlar. Gene
bu görüşe göre ruhun işlevi zihinsel faaliyetleri yürütmektir: Duyular,
duygular, anılar, kişilik özellikleri, akıl yürütme ve karar almadan hep ruh
sorumludur. Beyindeki faaliyetler ruhu etkiliyor olabilir ama ruh beyin olmadan
da iş görebilir. Kişi öldüğü ve beyin çürüdüğü zaman ruh zihinsel faaliyete
devam eder. Mesela eski ölmüşlerle karşılaştığı zaman sevinç hissi duyabilir.
Geleneksel ruh anlayışı
dediğimizde bunu kastediyoruz. Bu anlamda bir ruh olmadığını düşünmek için ne
sebep var? En başta felsefi sebepler.
Felsefe
İçebakışla bir zihnimiz,
kişisel tecrübelerimiz olduğunu fark edebiliriz. Ama içebakış bize bir ruhumuz
olduğunu gösteremez. Ruhun varlığını göstermek için felsefi argümanlar gerekir.
Bu tür argümanlar ileri süren en ünlü felsefecilerden biri René Descartes. Descartes
Meditasyonlar kitabında zihnin
bedenden ayrı var olabileceğini ve dolayısıyla ruhun var olduğunu savunmak amacıyla
birkaç argüman ileri sürmüştü. Bunlardan birine göre bir bedenimiz olduğundan
şüphe edebiliriz ama bir zihnimiz olduğundan şüphe edemeyiz. Ayrıca beyni
parçalara bölmek mümkündür ama zihin bölünmez bir bütündür. Şu halde zihin
bedenden ve beyinden ayrı bir varlığa sahip olmalıdır.
21. yüzyıldan geriye dönüp
baktığımızda bunların ne kadar zayıf argümanlar olduğunu hemen fark edebiliriz.
Mesela Muhammed Ali’nin boks şampiyonu olduğundan şüphe etmezken Cassius
Clay’in boks şampiyonu olduğundan şüphe edebiliriz. Bu Muhammed Ali'yle Cassius
Clay’in aynı kişi olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla “şüphe
edilebilirlik” nesneleri birbirinden ayrıştırmayı sağlayabilecek bir kriter
değildir. Ayrıca bugün bilişsel bilimlerdeki ve beyin bilimlerindeki
gelişmelerden hareketle zihnin bölünmez bir bütün olmadığını da biliyoruz: Beynin değişik kısımlarının hasar görmesi bazı özel zihinsel fonksiyonlarda
aksamaya yol açabiliyor.
Ruhun varlığını savunan
argümanların zayıf kalmasının yanında ruhun var olamayacağını göstermeye
yönelik güçlü argümanlar da var. Bunların başında ruhun bedenle ve beyinle
nasıl bir nedensel ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla ilgili güçlükler geliyor.
Mesela ruhum karar veriyor ve kolumu kaldırıyorum. Neden başkasının değil de
benim kolum kalkıyor? Ruhumu başkasının değil de benim bedenimle ilişkilendiren
şey nedir? Benim ruhumun benim bedenime başkalarınınkinden daha yakın olması
bir cevap olamaz çünkü geleneksel anlayışta ruhun uzayda bir yeri yoktur. Ruhu bir
şekilde beyinle yakın ilişki içinde olacak şekilde konumlandırsak bile fiziksel
olmayan bir varlığın fiziksel beyinle nasıl etkileşime girebildiği
Descartes’tan beri cevaplanamayan bir soru. Bu tür bir nedensel etkileşimin
fiziksel dünyadaki enerjinin korunumu kanununu ihlal edecek olması da cabası.
(Kuantum teorisini kullanarak bu güçlükleri aşmaya çalışmanın neden beyhude bir
çaba olduğunu anlatan bir makale için bak: Neuroscience, quantum indeterminism and the Cartesian soul)
Bilim
Bilimsel verilere
baktığımızda benzer bir durumla karşılaşıyoruz: Ruha atfedilen fonksiyonların
hepsi aslında beynin yürüttüğü fonksiyonlar ve dolayısıyla ruh kavramının açıklayıcı bir değeri yok.
Nöropsikolojideki en ünlü
vakalardan biri 19. yüzyıl demiryolu işçisi Phineas Gage vakası. 1848’deki bir
kazada fırlayan bir demir çubuk Gage’in yanağından girip kafasının tepesinden
çıkmış, beyninin prefrontal korteks kısmını parçalamıştı. Gage kaza sonrası
hayatta kalmayı başardı ama kişiliği tamamen değişti. Kibar, saygın ve
sorumluluk sahibi biriyken küfürbaz, saldırgan ve dürtüsel bir insana dönüştü.
Bu vaka bize ahlaki değerlerin ve kişilik özelliklerinin bile beyinden
kaynaklandığını gösteriyor.
Aslında çok daha basit
örnekler bile ruh hipotezi için sorun yaratıcı niteliğe sahip. Mesela vücut dışı
tecrübelerde insanlar vücutlarını (ve dolayısıyla beyinlerini) aşağıda bırakıp sadece
ruhları sayesinde kendilerine yukarıdan baktıklarını iddia ediyorlar. Oysa biliyoruz
ki görme korteksi hasar gördüğü zaman insan kör oluyor. Hasar görmüş bir
beyinle (ama sağlam bir ruhla) bile görmek imkansız hale gelebiliyorsa beyinsiz
görmek nasıl mümkün olabilir? (Ayrıca bak: What Science Really Says About the Soul)
Bu örnekler insanın
zihinsel faaliyetlerini açıklamak için ruh hipotezine ihtiyacımız olmadığını
gösteriyor. Ama ruha ihtiyacımız yok demek ruh yoktur demekle aynı şey değil. Beyin
hasar gördüğünde kendini gösteremese bile ruh hala oralarda bir yerde saklı
duruyor olamaz mı? Ruh işini görmek için beyni araç olarak kullanan ve aracı
bozulduğunda doğal olarak işini göremeyen bir varlık olamaz mı? Olabilir tabii.
Bu dünyada mümkün olabilecek şeylerin sınırı yok. Ama bu fikri bilimsel açıdan
ciddiye almak için bir sebep yok.
Din
Günümüzde geçerli olan
dinsel görüşlerin tarihsel kökenini bilmeyenlere şaşırtıcı gelebilir ama bu
yazıda ele aldığımız anlamıyla ruh kavramı tek tanrılı dinlerin kutsal
metinlerinde de yer almaz.
Tevrat’ta “ruah” ve “nefeş”
diye geçen ve genellikle ruh diye çevrilen kelimelerin asıl anlamı nefes veya
hayattır. Tevrat’ta ölümsüz ruh anlayışı olmadığı gibi ölümden sonra hayat,
cennet, cehennem gibi kavramlar da yoktur. Günümüzde de birçok Yahudi bu
kavramlara inanmaz. (Bak: Immortality of the Soul)
Ölümsüz ruh Yeni Ahit’te
de geçmez. İncillerde vurgulanan İsa’nın öldükten sonra dirildiği, insanların
da sonunda dirileceğidir. Vücut öldükten sonra da yaşamaya devam eden ruh anlayışı
Hıristiyanlığa 2. yüzyıldan sonra Yunan felsefesinin etkisiyle girmiştir.
Aynı şekilde ölümsüz ruh anlayışı
Kuran’da da yoktur. Kuran’da geçen “ruh” kelimesi insan ruhu değil Allah’a ait
kozmik bir ruh (vahiy veya Cebrail) anlamında kullanılır. İnsana ait olan “nefs”tir.
Bu da can, öz, vicdan, benlik veya insanın kendisi anlamlarında kullanılır. Nefsin bedenden
ayrı var olabileceğini veya ölümsüz olduğunu açıkça söyleyen hiçbir ayet
yoktur. Buna rağmen birkaç ayet geleneksel olarak bu anlamı verecek şekilde
yorumlanır. Bunlardan ikisine kısaca bakalım.
Zumer suresinin 42. ayeti
şöyle der: “Allah ölüm anında nefsleri öldürür. Ölmeyenleri de uykusunda. Böylece
ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini belirlenmiş bir zamana kadar
bırakır. Bunda muhakkak düşünen bir kavim için işaretler vardır.”
Kelimesi kelimesine
yapılan tercümeden anlam çıkarmak zor olmakla beraber buna geleneksel olarak
verilen anlam şudur: Ölüm anında da, uyku sırasında da Allah insandan nefsini
(ruhunu) alıyor. İnsanın ölüm vakti gerçekten gelmişse nefsi geri vermiyor,
sadece uykuya dalmışsa uykunun sonunda geri veriyor. Buradan nefsin vücut
dışında da var olabilecek bir varlık olduğu anlamı çıkabilir. Fakat ayette nefsin
bilinç anlamında kullanıldığı ve Allah’ın mecazi olarak alıp geri verdiği de
pekala düşünülebilir.
Araf suresinin 172. ayeti
şöyle der: “Ve Rabbin Ademoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini
aldığı zaman onları nefslerine şahit tuttu: “Rabbiniz değil miyim?” “Evet,
şahit olduk” dediler. Kıyamet günü “biz bundan habersizdik” demenize karşı.”
Çok değişik şekillerde
yorumlanmış bu ayetin sık rastlanan bir yorumu şudur: Daha insanlar
yaratılmadan nefsleri (ruhları) yaratılmıştı. Bu ezeli ruhlar meclisinde Allah
onlardan kendisini rab olarak tanıyacaklarına dair söz alır. Bu gene ruhun
vücut dışında var olabileceği anlamına gelir. Fakat burada da farklı yorumlar
mümkün. Birincisi, ayet zaten vücuttan soyutlanmış ruhlardan değil
Ademoğullarından, yani bildiğimiz insanlardan bahsediyor. Nefsine şahit tutmak
da insanı kendi sözüne karşı şahit tutmak diye düşünülebilir. Zaten insanın
vücudundan önce ruhunun yaratıldığı fikri Kuran’ın başka hiçbir yerinde geçmez.
Sonuç olarak Kuran’da da
Tevrat’ta ve İncillerde olduğu gibi vücuttan ayrı var olabilen bir ruh anlayışı
olmadığını söyleyebiliriz: İnsan nefsiyle beraber ölür ve sonra nefsiyle
beraber dirilir.
Sonuç
Gördüğümüz gibi ruhun
varlığına inanmak için ne felsefi, ne bilimsel ne de dinsel bir sebep var. Şaşırtıcı
ama öyle: Ruhunuz yok.
Kaynak