22.12.2009

2009 Yılındaki Faaliyetlerimiz

2009 Darwin yılının sonu yaklaştığına göre yılın kendi açımızdan bir değerlendirmesini yapmanın vakti geldi demektir. Yıl boyunca bu sayfaya koyduğumuz yazılar dışında gerçekleştirdiğimiz faaliyetleri ve aldığımız tepkileri kısaca gözden geçirelim.

 

Aslında grup olarak işe 2008 Eylül'ünde İstanbul Üniversitesi'nde yapılan 15. Ulusal Psikoloji Kongresi'nde sunduğumuz "İnsan Sosyaliğinin Evrimi: Dilin, Ahlakın ve Dinsel Düşüncenin Evrimsel Kökenleri" paneliyle başladık. Bu panelin amaç yazısını ve panel bağlamında sunulan tebliğlerin özetlerini sayfanın 'Evrim Panelleri" başlığı altında bulabilirsiniz. Panelin sonunda beklediğimiz kadar (olumlu veya olumsuz) tepki alamasak da genellikle panelimizin profesyonelce hazırlanmış ve akademik açıdan doyurucu olduğuna dair yorumlar aldık. Çoğunluğu doktora dereceli hatta yüksek lisans dereceli olmayan kişilerden oluşan bir  grup olduğumuz için bunu yeterince olumlu bir yorum saydık.

 

2009 yılındaki ilk faaliyetimiz Darwin'in doğum günü olan 12 Şubat'ta Darwin'i ve 2009 Darwin yılını tanıtan bir gazete yazısı yazmaktı. Bunun için Radikal2'yi seçtik. Fakat yazdığımız yazının uzunluğu gazetenin üst sınırını kat kat aştığı için Radikal haklı olarak yazıyı yayınlamadı. Acemilik dönemimize denk gelen bu yazıyı "200. yılında Darwin ve 150. yılında evrim teorisi" başlığıyla bu sayfalarda bulabilirsiniz.

 

2009 yılının Mart ayında TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik dergisinin Darwin sayısı krizi patlak verdikten sonra birçok üniversite Darwin ve evrim günleri benzeri etkinlikler düzenleme kararı aldı. Biz de bazı üniversitelerden bu etkinlikler bağlamında 2008'de yaptığımız paneli tekrarlama teklifleri aldık. Doğuş Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Nisan ve Mayıs aylarında panelleri yaptık. İki tarafa da uyan bir tarih bir türlü saptanamadığı için Boğaziçi Üniversitesi Bilim Kulübü tarafından davet edilmiş olmamıza rağmen paneli orada yapamadık. 

 

Doğuş Üniversitesi'ndeki panel 1 Nisan'da Fen-Edebiyat Fakültesi'nin düzenlediği Charles Darwin Haftası'nın merkezi etkinliği olarak yapıldı. Doğuş'taki panelin çok olumlu geçtiğini söyleyemeyiz. Çok kalabalık ve büyük ölçüde ilgisiz bir dinleyici topluluğu önünde olmamız ve düzenlemedeki aksaklıklar yüzünden bütün panel konuşmacılarına yeterli vaktin kalmaması performansımızı etkiledi. Panel sonunda dinleyicilerden birinin kalkıp "Fosil var mı?" diye sorması da güne damgasını vuran olaylardandı. Ayrıca Fen-Edebiyat Fakültesi dekanının üniversite dışından gelen davetli konuşmacılara gereken saygıyı ve konukseverliği göstermemesi de belirtmeden geçemeyeceğimiz bir husus. 


24 Nisan'da aynı paneli Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji Topluluğu'nun düzenlediği "Evrim ve Felsefe" sempozyumu bağlamında yaptık. Burada karşımızda çok daha ilgili bir dinleyici topluluğu vardı. Panel sonrası konuşmalarda dinleyicilere yakında insan doğası ve evrim konusunda bir İnternet sayfası kuracağımızdan bahsedip özellikle genetikle ilgili konularda katkılarını beklediğimizi belirttik. Bizi Yeditepe'ye davet eden ve panel süresince konukseverlik gösteren Biyoteknoloji Topluluğu üyesi Tuğçe Bilgin'e tekrar teşekkürlerimizi sunuyoruz. 

 

16 Nisan'da grubumuzun iki üyesi Hasan Bahçekapılı ve Şule Güney Yeditepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde "İşbirliğinin Evrimi: Ekonomik Oyunlar, Güçlü Karşılıklılık ve Grup Seçilimi" başlıklı konuşmayı yaptılar. Bu da aslında 2008 Ekim'inde İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji Günleri bağlamında yapılan konuşmanın tekrarıydı. Burada da konuşmamızın ilginç bulunduğunu ve yaptığımız literatür taramasını genişletmemizi sağlayacak yorumlar aldığımızı söyleyebiliriz. Bu konuşmanın bir parçasını makale olarak akademik bir dergiye göndermiş durumdayız. Yayınlandığında bu sayfalardan da makaleye ulaşmak mümkün olacak.

 

"İnsan Sosyalliğinin Evrimi" panelini son olarak 14 Mayıs'ta İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde yaptık. Burada karşımızda beklediğimizden daha küçük ve daha ilgisiz bir dinleyici topluluğu bulsak da bizi davet eden ve konukseverlik gösteren Psikoloji Bölümü başkanı Diane Sunar'a teşekkür ediyoruz.

 

Yaz aylarını nisbeten atıl geçirdik. İnternet sayfamızda da, dış aktiviteler bakımından da fazla gelişme olmadı. Bazı grup üyeleri bu aylarda İnternet tartışma listeleri üzerinden evrim teorisiyle ilgili tartışmalara katıldılar. Bilim ve Teknik olayının yankıları bu sıralarda devam ediyordu. Yazın sonlarına doğru Habertürk Gazetesi'nin Editoryal sayfasının editöründen kısa bir yazı daveti geldi. Birkaç gün içinde "Evrim teorisi, bilim ve toplum" başlıklı bir yazı hazırladık. Bu yazı gazetenin 21 Ağustos sayısında çıktı. Yazının tam metnini gene bu sayfalarda bulabilirsiniz.

 

Bu yazının yayınlanmasından kısa bir süre sonra Bilim ve Ütopya dergisinden Kasım ayında çıkaracakları evrim teorisi ve akıllı tasarım sayısıyla ilgili bir yazı daveti geldi. Bunun üzerine "Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi" başlıklı yazıyı yazdık. Derginin Kasım sayısı çıkar çıkmaz yazıyı bu sayfalara da koyduk. Bu yazının bize 2009'un son iki ayında iyi malzeme sağladığını söyleyebiliriz zira İstanbul, İzmir ve Ankara'da davet edildiğimiz üç etkinlikte bu yazıdan yola çıkan konuşmalar yaptık.

 

İlk olarak 12 Kasım'da Bilim ve Ütopya Kooperatifi'nin (BİLKOOP) Attila İlhan Kültür Merkezi'nde düzenlediği İstanbul Söyleşileri'nin ilkini yapmak üzere davet edildik. Söyleşide dergide çıkan yazıyı temel alan bir konuşmanın arkasından yaklaşık yarım saatlik bir soru-cevap oturumu yapıldı. Ağırlıklı olarak üniversite öğrencilerinin katıldığı bu söyleşinin özellikle son kısmının canlı olması bizi memnun etti. Akıllı tasarımla ilgili kaynak tavsiyelerinin de sorulduğu bu kısımda tartışma kaçınılmaz olarak din-evrim karşıtlığına ve uzlaşabilir olup olmadıklarına geldi. Bizim grubun içinde bile tam bir mutabakat olmayan bu konuda söyleşi sırasında da tabii ki bir uzlaşmaya varılamadı. Fakat sanırız evrim teorisi savunucuları olarak açık görüşlü dindar insanlara da ulaşma ve onlara evrim teorisini önyargısız ve çarpıtmasız bir şekilde anlatma çabası içine girme önerimiz ilgi gördü. Bu etkinliğe bizi davet eden ve konukseverlik gösteren Kürşat Yıldız'a özellikle teşekkür ediyoruz.

   

Bir hafta sonra 20 Kasım'da İzmir Ekonomi Üniversitesi'nin düzenlediği "200. Yılında Darwin, Evrim ve Davranış Sempozyumu"nda iki ayrı konuşma yaptık: Bilim ve Ütopya'da çıkan yazıyı temel alan "Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi" başlıklı bir konuşma ve "Evrim Teorisi Eğitimi: Evrimi Anlamada ve Kabul Etmede Neredeyiz ve Nasıl Daha İleri Gidebiliriz?" başlıklı bir konuşma. İkinci konuşmayı makale haline getirir getirmez bu sayfalara koyacağız. Sempozyumun sonundaki tartışma oturumunda özellikle evrim teorisi eğitimi konusu ele alındı. Tartışmada bilim eğitiminde ilerleme kaydetmemiz için yapmamız gereken çok şey olduğu fikri genel kabul görürken insanların çoğunluğuna evrim teorisini benimsetmenin gerekli ve mümkün olup olmadığı konusu sorgulandı. Bizi bu etkinliğe davet eden ve her türlü masrafımızı karşılayan İzmir Ekonomi Üniversitesi’ne ve başta bölüm başkanı Hakan Çetinkaya olmak üzere her türlü konukseverliği gösteren Psikoloji bölümü elemanlarına bir kere daha teşekürlerimiz sunuyoruz.

 

Yılın son etkinliği gene Bilim ve Ütopya dergisinin Ankara'da düzenlediği Evrim Kursu'ydu. Bu kurs bağlamında 6 Aralık'ta üçüncü defa akıllı tasarım düşüncesi konulu konuşmayı yaptık. Bu konuşmanın arkasından gelen soru-cevap kısmı da gayet canlıydı. Tartışma gene dinsel görüşle evrim teorisinin uzlaşıp uzlaşamayacağı konusuna geldi. İnsanların bu konudaki fikirlerini belirtme konusunda ne kadar istekli olduğunu gördük. Oturumu, bir sonraki konuşmacının zamanını almamak için kesmek zorunda olduğumuzu, tartışmalara İnternet sayfamız üzerinden devam edebileceğmizi söyleyerek kapattık.


Özetle asıl işi bu olmayan insanlar olarak az şey yapmamışız diyebiliriz. Fakat aynı zamanda yapmak isteyip de yapamadığımız ve kısa dönemde yapmayı planladığımız epey iş var. Bunların başında Darwin yılının bitiminde Darwinci evrim görüşünün bilim dünyasındaki konumuyla ilgili bir değerlendirme yazısı geliyor. Sayfanın Amaç yazısında belirttiğimiz gibi evrim teorisiyle ilgili alan içi tartışmaları, en son bulguları ve ortaya çıkan yeni yönelimleri ön plana çıkaran bir tutum izlemeye çalışıyoruz. Bu amaçla, bilim dünyasındaki özellikle Darwin’in hayat ağacı kavramının ve doğal seçilim mekanizmasının yeterliliğiyle ilgili tartışmaları ve üçüncü bir sentezin gerekliliğiyle ilgili fikirleri özetleyen bir yazı planlıyoruz.


Evrim teorisinin ve alternatif görüşlerin bilimselliğinin değerlendirilmesinin modern bilim felsefesinden hareketle yapılması gerektiğine dair önerimiz akıllı tasarım konulu yazımızın gördüğü ilgiye bakılırsa genel kabul görmüş görünüyor. İnsanları modern bilim felsefesini öğrenmeye sevkettiysek bu alandaki amacımızın yerine gelmeye başladığını söyleyebiliriz. Amaç sayfasında sözü edilen bir diğer amaç olan bilim ve toplum ilişkisi alanında kamusal tartışma alanları oluşturmak konusunda ise yeterli ilerlemeyi kaydettiğimiz söylenemez. Belki de geleneksel klişede doğruluk payı var: Türk insanı sözlü tartışmalardan çok hoşlanıyor ama iş yazı yazmaya geldiğinde isteksizlik gösteriyor. Oysa tartışmada ortaya atılan fikirlerin kalıcı olması ve her seferinde aynı yerden başlanmayıp ilerleme kaydedilebilmesi için tartışmaların yazılı ortama da taşınması şart. Takipçilerimizin sayısı her geçen gün artsa da sayfamızı kamusal tartışma alanı olarak kullanma konusunda henüz yeterli derecede teşvik edici olamadığımız görüyoruz. Önümüzdeki yılla ilgili beklentilerimizden biri de konferans salonlarında gördüğümüz canlı tartışma ortamını bu sayfaya taşıyabilmek.


Mutlu bir 2010 yılı dileği ile,


İnsan Doğası ve Evrim grubu



1.12.2009

Kargalar, Keçiler ve Taksiler

  
20. yüzyıl felsefesinde bilginin nasıl temellendirileceği veya gerekçelendirileceği konusunda iki ana yaklaşımın var olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi bilgi edinme sürecini soyutlayıp normatif formel sistemlere indirgemeye çalışmıştır. Söz konusu normatif sistemler de genellikle mantık ve olasılık teorisi olmuştur. İkinci yaklaşım ise formel sistemlerden ziyade gerçek dünyada bilgi edinmeye çalışan gerçek insanları etkileyen psikolojik ve sosyal faktörlerin önemini vurgulamıştır. Mantıksal olguculuğun etkisi altında geçen 20. yüzyılın ilk yarısında birinci yaklaşım, Kuhn ve Quine’ın olguculuk eleştirisinden hareketle ortaya çıkan doğalcı ve relativist bilgi teorisinin etkisi altında geçen 20. yüzyılın ikinci yarısında ise ikinci yaklaşım daha popüler olmuştur. Bu ikinci yaklaşımın sonuçlarından biri bilgi felsefesiyle bilişsel psikolojinin yakınlaşması ve birbirini etkiler hale gelmesidir (Bishop & Trout, 2004).

Bu yazıda normatif sistemlerin bilgi edinme sürecinin anlaşılmasında önemsiz olduğunu iddia etmek gibi bir amacımız yok. Fakat normatif bir sistemden hareketle doğrudan cevap verilebilir gibi görünen bazı durumlarda bile psikolojik faktörleri hesaba katmadan tek bir doğru cevaba ulaşmanın mümkün olmadığını göstererek doğalcı yaklaşımın önemini vurgulamayı amaçlıyoruz. Burada psikolojik faktör derken özel olarak kastettiğimiz şey bilgiyi değerlendirecek ve ondan sonuç çıkaracak kişinin bilginin kendisine nasıl ulaştığıyla ilgili örtük veya açık varsayımları olacak. Bu varsayımları bilmeden normatif bir çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını üç klasik mantık ve olasılık probleminden hareketle göstermeye çalışacağız.

1. Kargalar
Dünyayla ilgili genellemelerin nasıl doğrulanacağı mantıksal olgucuların bilim felsefesinde ilgilendikleri en temel konulardan biriydi. Mantıksal olgucuların bu konuda benimsedikleri genel strateji tümevarımdı: Tek tek gözlemlerden yola çıkarak genellemelere varmak ve genellemeleri doğrulamak için de tek tek gözlemlere başvurmak. Klasik örnek Hempel’in (1965) kargaları: Bütün kargalar siyahtır. Bu genellememizi (veya hipotezimizi) doğrulamak için kargalarla ilgili gözlemlere başvuruyoruz. Bu genellemenin doğru olduğunu gözlem sonuçlarına dayanarak ispat edemeyiz. Fakat gördüğümüz her yeni siyah karga bu genellemenin doğru olduğuna dair güvenimizi biraz daha arttırır.

Fakat şimdi bazı basit mantık kurallarını düşünelim. İki önerme birbiriyle mantıksal olarak eşdeğerse bunlardan birini doğrulayan her gözlem ötekini de doğrular, birini yanlışlayan her gözlem ötekini de yanlışlar. “Bütün kargalar siyahtır” önermesini “Bir şey karga ise siyahtır” şeklinde bir şartlı önerme olarak ifade edebiliriz. “P ise Q” şeklindeki bir şartlı önerme “Q-değil ise P-değil” şartlı önermesini gerektirdiği için  “Bir şey karga ise siyahtır” önermesi “Bir şey siyah değil ise karga değildir” önermesini gerektirir. Bu gerektirmenin tersi de doğru olduğu için bu iki şartlı önerme birbirine mantıksal olarak eşdeğerdir. Dolayısıyla birini doğrulayan bir gözlem ötekini de doğrular.

Bu basit mantıksal analiz bilim felsefecilerini neden ilgilendiriyor? Çünkü bu analiz tümevarımın reductio ad absurdum’u (saçmaya indirgeme) niteliğini taşıyor. Gözlemlediğimiz siyah kargaların “Bir şey karga ise siyahtır” önermesini desteklemesi gibi gözlemlediğimiz beyaz ayakkabılar ve sarı kanaryalar da “Bir şey siyah değilse karga değildir” önermesini destekler. Bu iki önerme mantıksal açıdan eşdeğer olduğuna göre gözlemlediğimiz her beyaz ayakkabı aynı zamanda “Bütün kargalar siyahtır” önermesine güvenimizi biraz daha arttırır. Yani ayakkabıları incelemek de ornitolojiye (kuşbilim) bir katkıdır.

Tümevarım ilkesinin karşılaştığı en çarpıcı zorluklardan biri olan bu örnek bilim felsefecilerini 40 yıldır meşgul etmeye devam ediyor. Örneği ilk ortaya atan mantıksal olgucu Hempel’in düşüncesine göre ortada aslında gerçek bir sorun yoktur. Mantık bunu gerektiriyorsa beyaz ayakkabıların “Bütün kargalar siyahtır” önermesini desteklediği kabul edilmelidir. Fakat bilim felsefecilerinin çoğunluğu burada sağduyularına güvenip ortada mantıksal bir sorun olduğunu düşünüyorlar. Bu sorunu giderme girişimlerinden bir tanesine kısaca bakalım.

Bu görüşe göre bir gözlem bilgisinin bir teorik önermeye destek sağlayıp sağlamaması bilginin içeriği kadar o bilginin bize nasıl ulaştığıyla, nasıl bir prosedürle o bilgiyi elde ettiğimizle ilişkilidir (Godfrey-Smith, 2003). “Bütün kargalar siyahtır” önermesini nasıl bir prosedürle test ettiğimizi düşünelim. Gördüğümüz her siyah karga bu önermeyi destekler mi? Siyah karga gözlemini nasıl yaptığımıza bağlı olarak destekleyebilir de desteklemeyebilir de. Eğer bir karga topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak bunların siyah çıkması yukarıdaki önermeyi destekler. Fakat bir siyah nesneler topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak bunların karga çıkması yukarıdaki önermeyi desteklemez. Her iki durumda da gözlemlediğimiz şeylerin siyah kargalar olmasına rağmen birinde önerme destekleniyor, diğerinde ise önermeyi test eden (doğrulama veya yanlışlama potansiyeli olan) bir gözlem yapmış olmuyoruz. Bunun neden böyle olduğunu daha açık görebilmek için önermemizi gene koşullu önerme şeklinde ifade edelim: “Bir şey karga ise siyahtır.” Bu önerme doğruysa gözlemlediğimiz kargaların siyah olması gerekir. Fakat gözlemlediğimiz siyah şeylerin karga olması gerekmez. Dolayısıyla gözlemlediğimiz karganın siyah çıkıp çıkmaması önermeyi test eden bir bilgiyken gözlemlediğimiz siyah şeyin karga çıkıp çıkmaması önermeyi test eden bir bilgi değildir.

Aynı akıl yürütmeyi beyaz ayakkabı örneği için de düşünebiliriz. Gözlemlediğimiz beyaz ayakkabılar “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekler mi? Hempel tümevarım ilkesi artı bazı mantık kuralları gereği buna evet cevabını verirken birçok kişi sağduyuya dayanarak hayır deme eğiliminde. Bahsettiğimiz görüşe göre ise destekleyip desteklememe gene o bilginin bize nasıl ulaştığına bağlıdır. Önermemizin eşdeğeri olan “Bir şey siyah değilse karga değildir” önermesini düşünelim. Bir siyah olmayan şeyler (mesela beyaz şeyler) topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak ve bunlar karga çıkmıyorsa (mesela ayakkabı çıkıyorsa) bu gözlemler “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekler. Fakat bir karga olmayan şeyler (ayakkabılar) topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak ve bunlar siyah değil de beyaz çıkıyorsa bu gözlemler önermemizi desteklemez, zira o önermeyi test edebilecek bir gözlem niteliği taşımaz. Gene her iki durumda da gözlemlenen şeyler aynı (beyaz ayakkabı) olmasına rağmen birinde önerme destekleniyor, diğerinde desteklenmiyor.

Beyaz ayakkabı gözlemi dediğimiz zaman normal şartlarda insanın aklına beyaz olduğu bilinen bir şeyin test sonucu ayakkabı olduğunun belirlenmesi gelmediği için beyaz ayakkabıların “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekleyebileceği fikri ilk bakışta hiç makul görünmüyor. Fakat o bilgiyi nasıl bir prosedürle elde ettiğimizi de hesaba katınca ilk bakışta makul görünmeyen şeyin bazı durumlarda mümkün olabileceği kabul edilebilir hale gelebilir. Psikoloji laboratuvarında yapılan deneyler de insanların bazı şartlar altında bunun gerçekten mümkün olabileceğini kabul ettiğini gösteriyor (McKenzie & Mikkelsen, 2000; psikolojideki akıl yürütme literatürüne aşina okuyucular buradaki analizin Wason kart seçme testine benzerliğini farkedeceklerdir; bak. Wason & Johnson-Laird, 1972).

2. Keçiler
İkinci örneğimiz klasik bir olasılık bilmecesi. 1960’larda ABD televizyonlarında yayınlanan bir yarışma programından esinlenen bir bilmece olduğu için programın sunucusuna atfen Monty Hall bilmecesi olarak biliniyor (Krauss & Wang, 2003; Nickerson, 1996). Yarışmada üç tane kapalı kapı var. Kapılardan birinin arkasında bir otomobil, diğer ikisinin arkasında birer keçi var. Yarışmacının amacı doğru kapıyı seçip otomobili kapmak. Kapılara A, B ve C kapıları diyelim. Yarışmacı önce rasgele bir kapı seçiyor. Farzedelim ki A kapısını seçti. Bunun üzerine sunucu geri kalan iki kapıdan birini açıyor ve kapının arkasında bir keçi olduğu ortaya çıkıyor. Farzedelim ki sunucu B kapısını açtı. Bu durumda açılmamış iki kapı var: A ve C kapıları. Sunucu yarışmacıya dönüp tercihini değiştirmek, yani C kapısına geçmek isteyip istemediğini soruyor. Bilmece de aslında bu soru: B’nin arkasında keçi olduğu ortaya çıktıktan sonra A kapısından C kapısına geçmek otomobili bulma olasılığını arttırır mı, azaltır mı, yoksa bir şey farketmez mi?

Burada birçok kişinin ilk eğilimi bir şey farketmez diye cevap vermek. Bu kişilerin arasında matematik profesörleri de var (Krauss & Wang, 2003). Buna göre başta otomobilin bulunma olasılığı her kapı için 1/3’tü. Bir kapı devreden çıktıktan sonra olasılığın geri kalan iki kapı arasında eşit olarak paylaşılması gerekir. Dolayısıyla B açıldıktan sonra A ve C kapılarının her birinin arkasında otomobil olma ihtimali ½’ye yükselir. Yani C’yi A’ya tercih etmek için bir sebep yoktur.

Fakat bu basit analiz bilmecenin içinde geçmeyen ama bilmecenin içeriği itibariyle farzedilmesi gereken önemli bir bilgiyi gözardı ediyor. O da şu: Sunucu otomobilin hangi kapının arkasında olduğunu biliyor ve hiçbir zaman o kapıyı açmıyor. Bunun neden bilmecenin çözümünde bir fark yarattığını görelim.

Otomobilin A kapısının arkasında olduğunu farzedelim. Bu durumda “tercihini değiştir” stratejisiyle oynayan bir yarışmacının ilk tercihine ve sunucunun açtığı kapıya göre hangi durumlarda otomobili bulup hangi durumlarda bulamayacağına bakalım:

1. Yarışmacı A kapısını seçer; sunucu diğer iki keçili kapıdan birini açar (diyelim ki B’yi); yarışmacı tercihini değiştirip C kapısına geçer; ve otomobili bulamaz.
2. Yarışmacı B kapısını seçer; sunucu A’nın arkasında otomobil olduğundan C kapısını açar; yarışmacı tercihini değiştirip A kapısına geçer; ve otomobili bulur.
3. Yarışmacı C kapısını seçer; sunucu A’nın arkasında otomobil olduğundan B kapısını açar; yarışmacı tercihini değiştirip A kapısına geçer; ve otomobili bulur.

Yani “tercihini değiştir” stratejisiyle oynayan bir yarışmacı oynadığı oyunların 2/3’ünde otomobili bulur. “Tercihini değiştirme” stratejisiyle oynayan bir yarışmacının otomobili bulma olasılığının 1/3 olduğu da benzer bir analizle gösterilebilir. Şu halde sunucunun keçili bir kapıyı açması diğer iki kapının otomobilli olma olasılığını ½’ye yükseltmiyor. Birini 2/3’e yükseltirken diğeri (yarışmacının ilk seçtiği kapı) 1/3’te kalıyor.

Bu klasik bilmecenin standart çözümü bu. Fakat bu standart çözümde belirgin hale getirilmemiş bir varsayımla geçiştirilen muğlak bir nokta var. O da sunucunun, yarışmacının ilk tercihi otomobilli kapı olduğunda geri kalan iki keçili kapıdan hangisini açacağına nasıl karar verdiği. Yukarıdaki çözümde meseleyi “iki kapıdan birini açar” diyerek geçiştirdik. Yani rasgele seçer demek istedik. Oysa bilmecenin sunuluşunda sunucunun böyle bir stratejiye sahip olduğu belirtilmiyor. Öyleyse sunucunun iki keçili kapıdan birini rasgele seçmemesi durumunda bunun bilmecenin çözümünde bir fark yaratıp yaratmayacağını görelim.

Otomobilin gene A kapısının arkasında olduğunu farzedelim. Sunucumuz da gene her zaman keçili bir kapıyı açıyor. Fakat yarışmacı ilk olarak A kapısını seçtiğinde sunucu B ve C kapılarından birini rasgele seçmek yerine her zaman B kapısını açıyor. Yarışmacı da sunucunun mümkünse A kapısını, olmazsa B kapısını, o da olmazsa C kapısını açma stratejisine sahip olduğunu biliyor. (Yarışmacı otomobilin A’da olduğunu bilmediği için sunucunun A’yı açmayacağını bilemez.) Bu durumda sunucunun, yarışmacının ilk tercihinden sonra C kapısını açması yarışmacıya otomobilin kesin olarak nerede olduğunu tesbit etme imkanı verir. Çünkü sunucu diğer iki kapıyı birinde otomobil olduğu, diğeri de yarışmacının tercihi olduğu için açmamıştır. C kapısı açıldığında tercihini değiştirmek yarışmacının otomobili bulma olasılığını 1’e çıkarır. A kapısı açıldığında ise tercihini değiştirip değiştirmemek yarışmacı için bir şey farkettirmez. Çünkü arkasında otomobil olmadığında sunucu her zaman A kapısını açacaktır ve otomobilli olmadığı da zaten açıldığında görüldüğü için bunu bilmek bir avantaj sağlamaz. Otomobilin B’de veya C’de olma olasılığı ½’dir.

Bu gene karar vermede sahip olunan bilgi yanında o bilgiye ulaşmayı sağlayan prosedürü de bilmenin önemine dair bir örnek.  Burada bilgi açılan kapının arkasından keçi çıkması, bilginin bize ulaşmasını sağlayan prosedür de sunucunun kapı açma stratejisi anlamına geliyor. Sunucunun stratejisini bilmezsek açılan kapının arkasından keçi çıkmasından hareketle ne sonuca varacağımızı, tercihimizi değiştirmenin avantajlı olup olmadığını bilemeyiz.
           
3. Taksiler
Son örneğimiz psikolojideki karar verme literatüründen. Tversky, Kahneman ve diğerlerinin katkılarıyla 1970’lerden beri gelişen bu literatürün vardığı ana sonuç insanların belirsizlik altında tercih yapma ve karar vermeyi gerektiren problemlerde kullanmaları gereken mantık ve olasılık kurallarını kullanmadıkları, onun yerine bazı kestirme yöntemler kullandıkları ve bu yüzden bu problemlerde sistematik hatalar yaptıkları (bak. Kahneman ve ark., 1982). Bu hatalar insanların rasyonel olup olmadığını sorgulamaya kadar gittiği için psikologların, felsefecilerin, istatistikçilerin ve ekonomistlerin içinde olduğu bir camiada hararetli tartışmalara sebep olmaya devam ediyor (bak. Cohen, 1981; Gigerenzer, 1998; Shafir & LeBoeuf, 2002).

Bu literatürde en sık kullanılan problem türlerinden biri karar verirken gelen yeni bilginin yanında temel oran (base rate) bilgisini de hesaba katmayı gerektirenler (Bar-Hillel, 1980). Mavi-yeşil taksiler problemini ele alalım. Buna göre bir şehirdeki taksilerin %85’i mavi, %15’i yeşildir. Bir taksi gece yarısı bir yayaya çarpıp kaçmıştır ve gözü iyi görmeyen görgü tanığının ifadesine göre taksinin rengi yeşildir. Tanık loş ışıkta test edildiğinde maviyle yeşili başarıyla ayırt etme oranının %80 olduğu görülmüştür. Buna göre söz konusu taksinin gerçekten yeşil olma ihtimali nedir?

Bu sorunun Bayes teoremi kullanılarak basitçe bulunabilecek bir cevabı var. Daha önce verilen örneklere de uygulanabilir olması ve daha genel bir mesajı vermeye imkan tanıması nedeniyle bu teoremin çıkarılışını ve bu probleme uygulanışını adım adım görelim.

Bayes teoremi bize eski bilgilerin olasılığının yeni bilgiler ışığında nasıl değiştirileceğini söyler. Bilimsel pratiğe uyarlayacak olursak bir hipotezin (H) olasılığının bir gözlem sonucuna (G) göre nasıl değiştiğini söyler:
P(H|G) = P(G|H) x P(H) / P(G)                                                          (1)
P(H|G) gözlem sonucu ışığında hipotezin olasılığı, P(G|H) ise hipotez doğruysa böyle bir gözlem elde etme olasılığıdır. İlk bakışta hemen kavranamayan bu denklem aslında temel olasılık kurallarından kolayca çıkarılabilir. Olasılık teorisinin aksiyomlarından birine göre A ve B olaylarının beraberce meydana gelme olasılığı A’nın olasılığıyla A olduğunda B olma olasılığının çarpımına eşittir:
            P(A&B) = P(A) x P(B|A)                                                                   (2)
B ve A olaylarının beraberce meydana gelme olasılığı için de benzer bir denklem yazılabilir:
            P(B&A) = P(B) x P(A|B)                                                                   (3)
Fakat P(A&B) ile P(B&A) elbette ki birbirine eşittir. Bu durumda (2) ve (3) numaralı denklemlerin sağ tarafları da birbirine eşittir:
            P(A) x P(B|A) = P(B) x P(A|B)                                                          (4)
Burada P(A)’yı sağ tarafa geçirirsek (1) numaralı denklemde hipotez ve gözlem için yazdığımızın aynısını elde etmiş oluruz.
  
Şimdi taksi sorusuna Bayes denklemini uygulayalım. P(G)’yi şu şekilde hesaplayabiliriz:
            P(G) = [P(H) x P(G|H)] + [P(~H) x P(G|~H)]
Burada P(~H) hipotezin doğru olmama olasılığıdır. Yani hipotezin doğru olması ve gözlemin elde edilmesi olasılığı ile hipotezin doğru olmaması ve gözlemin elde edilmesi olasılığını ayrı ayrı topluyoruz. Taksi örneğinde gözlem tanığın taksinin rengine yeşil demesi, hipotez ise taksinin renginin gerçekten yeşil olmasıdır. Ortada bir gözlem olmadığında hipotezin doğru olma olasılığı yeşil taksilerin bütün taksilere oranı olan .15’tir. Taksi gerçekten yeşilse tanığın yeşil demesinin, yani yeni gelen bilginin olasılığı ise .80’dir. Bu durumda
            P(H|G) = .80 x .15 / [(.15 x .80) + (.85 x .20)] = .41
Yani görgü tanığının taksinin yeşil olduğunu söylemesine rağmen taksinin gerçekten yeşil olma olasılığı mavi olma olasılığından daha düşüktür.
  
Taksi sorusu sorulan herkesin Bayes teoremini bilmesi ve soruda doğru bir şekilde kullanması beklenemez. Fakat en azından şu beklenebilir: Ortada görgü tanığı olmadığında taksinin yeşil olma olasılığı .15’tir. Tanığın ifadesinden sonra bu olasılık artacaktır. Tanığın tek bir yeşil taksiyi doğru tanıma olasılığı ise .80’dir. Taksi mavi taksilerin çoğunlukta olduğu bir topluluk içinden rasgele seçildiğine göre bu olasılık düşecektir. Yani Bayes teoremini bilmeyen biri bile taksinin gerçekten yeşil olma olasılığının temel oran olan .15’in üstünde fakat .80’in altında olduğunu tahmin edebilir. Fakat yapılan deneyler birçok kişinin bu ve benzeri sorularda temel oranı tamamen ihmal edip .80 cevabını verme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu hata temel oran hatası (base rate fallacy) adıyla karar verme literatüründe önemli bir yere sahip.

Fakat bu standart cevabı hata olarak nitelemeden önce sorudaki varsayımların yeterince açık olmaması yüzünden cevaplayanın bizim düşünmediğimiz bir varsayım yapıp yapmadığını göz önüne almak gerekir. Burada soruyu soranın yaptığı varsayım örneğin (bu durumda taksinin) rasgele seçildiğidir. Aksi halde Bayes teoremini kullanmak mümkün olmaz. Bu sorunun bazı versiyonlarında ise cevap verenin bu varsayımı yapmadığını, dolayısıyla da Bayesçi düşünmemesinin bir hata sayılamayacağını düşündürecek bulgular var. Mesela insanlara %85’i psikolog, %15’i mühendis olan bir topluluk içinden seçilen bir kişinin özellikleri okunduğunda bu özellikler mühendise yakınsa insanlar seçilen kişinin çok yüksek oranda mühendis olduğunu tahmin ediyorlar. Yani karar verirken topluluğun çoğunluğunun psikolog olduğuna dair temel oran bilgisini ihmal ediyorlar. Oysa insanlara kişinin seçiminin rasgele olduğu bilgisi çok net bir şekilde iletilirse, mesela insanlar bu kişinin özelliklerinin yazılı olduğu kağıdı kendileri bir kutunun içinden rasgele seçerlerse, çok daha yüksek oranda Bayesçi düşünmenin gerçekleştiği, temel oranın ihmal edilmediği görülüyor (Gigerenzer ve ark. 1988). Yani insanlar aslında bilginin kendilerine nasıl bir prosedürle geldiği konusuna duyarlılar. Deneyde aksi yönde düşünmelerini sağlayacak bir müdahale olmadığı sürece gelen bilginin rasgele seçilmiş olamayacağı, bunun deneyci tarafından özel olarak seçildiği varsayımını yapıyorlar ve bunu da temel oran bilgisini ihmal etmek için yeterli bir sebep olarak görüyorlar.

Temel oran hatasının tamamen bu şekilde açıklanmasının doğru olup olmadığıyla ilgili tartışmalar psikoloji literatüründe sürüyor (Barbey & Sloman, 2007; Koehler 1996; Krynski &; Tenenbaum, 2007). Fakat en azından bazı durumlarda bu açıklama doğruysa bile bu, rasyonel olmamakla suçlanan insanların aslında deneycinin niyetlerini de işin içine katan, bilginin kendilerine nasıl ulaştığına duyarlı olan adeta kurnazca bir rasyonelliğe sahip olduklarını gösteren bir örnek.

Sonuç
Görüldüğü gibi bilgi edinme sürecinin niteliği ve bu süreçle ilgili örtük varsayımlar gelen bilgiden hareketle ne sonuca varılması gerektiğini etkiliyor. Bu durumda bu varsayımlar sadece bilgi edinme süreciyle betimleyici düzeyde ilgilenen psikologları değil, bilgi edinmenin normatif yönüyle ilgilenen felsefecileri ve istatistikçileri de ilgilendiriyor. Mantığı ve olasılık teorisini sadece formel sistemler olarak gören yaklaşımın hala cazip tarafları olsa da, sıradan insanların bu tür problemlerle karşılaştığında formel sistem anlayışına uymayan cevaplarının altında yatan sebeplerin incelenmesi ve pratikte kullanılmaya uygun normatif modellerin bu incelemelerden hareketle geliştirilmesi bizce çok daha verimli ve heyecan verici bir yaklaşım.



Kaynaklar


Bar-Hillel, M. (1980). The base rate fallacy in probability judgments. Acta Psychologica, 44, 211-233. 


Barbey, A. K., & Sloman, S. A. (2007). Base-rate respect: From ecological rationality to dual processes. Behavioral and Brain Sciences, 30, 241-254.


Bishop, M. A., & Trout, J. D. (2004). Epistemology and the psychology of human judgment. New York: Oxford University Press.


Cohen, L. J. (1981). Can human irrationality be experimentally demonstrated? Behavioral and Brain Sciences, 4, 317-370.

Gigerenzer, G. (1998). Ecological intelligence: An adaptation for frequencies. In D. D. Cummins & C. Allen (Eds.), The evolution of mind (pp. 9-29). New York: Oxford University Press. 


Gigerenzer, G., Hell, W., & Blank, H. (1988). Presentation and content: The use of base rates as a continous variable. Journal of Experimental Psychology: Human Perception and Performance, 14, 513-525.


Godfrey-Smith, P. (2003). Theory and reality: An introduction to the philosophy of science. Chicago: University of Chicago Press.


Hempel, C. G. (1965). Aspects of scientific explanation and other essays in the philosophy of science. New York: Free Press.


Kahneman D., Slovic P., & Tversky, A. (1982). Judgment under uncertainty: Heuristic and biases. Cambridge, UK: Cambridge University Press.


Koehler, J. J. (1996). The base rate fallacy reconsidered: Descriptive, normative, and methodological challenges. Behavioral and Brain Sciences, 19, 1-53. 


Krauss, S., & Wang, X. T. (2003). The psychology of the Monty Hall problem: Discovering psychological mechanisms for solving a tenacious brain teaser. Journal of Experimental Psychology: General, 132, 3-22.


Krynski, T. R., & Tenenbaum, J. B. (2007). The role of causality in judgment under certainty. Journal of Experimental Psychology: General, 136, 430-450.


McKenzie, C. R. M., & Mikkelsen, L. A. (2000). The psychological side of Hempel’s paradox of confirmation. Psychonomic Bulletin & Review, 7, 360-366.


Nickerson, R. S. (1996). Ambiguities and unstated assumptions in probabilistic reasoning. Psychological Bulletin, 120, 410-433.


Shafir, E., & LeBoeuf, R.A.  (2002).  Rationality. Annual Review of Psychology, 53, 491-517.


Wason, P. C., & Johnson-Laird, P. N. (1972). Psychology of reasoning: Structure and content. Cambridge, MA: Harvard University Press.  
  

9.11.2009

Doğal Seçilim Kavramları Envanterinin Tercümesi


Anderson, D.L., Fisher, K.M., & Norman, G.J. (2002). Development and Evaluation of the
Conceptual Inventory of Natural Selection. Journal of Research in Science Teaching, 39, 952-978.


Bu sorulara vereceğiniz cevaplar doğal seçilim teorisini ne kadar anladığınızı ölçmeye yarayacak.
Lütfen her soru için bir biyoloğun vereceğini düşündüğünüz en uygun cevabı işaretleyin.
________________________________________________________________
Galapagos ispinozları
Bilim adamları uzun süredir Galapagos Adaları’ndaki 14 ispinoz türünün adalara beş milyon yıl kadar önce göç etmiş tek bir ispinoz türünden evrimleştiğini düşünüyorlar (Lack, 1940). Son DNA analizleri bütün Galapagos ispinozlarının ötleğen kuşundan evrimleştiği sonucunu destekliyor (Grant, Grant & Petren, 2001; Petren, Grant & Grant, 1999). Değişik türler değişik adalarda yaşamaktadırlar. Mesela orta büyüklükteki yer ispinozuyla kaktüs ispinozu aynı adada yaşarken iri kaktüs ispinozu ise başka bir adada yaşar. İspinozlar arasındaki temel farklardan biri şekilde görüldüğü gibi gaga büyüklüğü ve şekliyle ilgilidir.




_______________________________________________________________
Bir evrimsel biyoloğun vereceği en uygun cevabı seçin.

1.Üremeye hazır bir çift ispinoz bütün bireylerin hayatta kalacağı ideal şartlarda (kendilerini
    avlayacak hayvanlar olmadığında ve sınırsız yiyecek olduğunda) bir adaya bırakılırsa ne
    olur? Yeteri kadar zaman geçtiğinde,
a. ispinoz popülasyonun büyüklüğü fazla artmaz çünkü kuşlar ancak kendi yerlerini alacak sayıda yavru sahibi olabilirler..
b. ispinoz popülasyonu önce iki katına çıkar, sonra sabit kalır.
c. ispinoz popülasyonunun büyüklüğü sınırsızca artar..
d. ispinoz popülasyonu önce yavaşça büyür, sonra sabitlenir.

2. Galapagos Adaları’ndaki ispinozların yemek yemeğe ve su içmeğe ihtiyaçları vardır.
a. Yemek ve su az olduğunda bazı kuşlar hayatta kalmaya yetecek kadarını elde edemeyebilirler.
b. Yemek ve su sınırlı olduğunda ispinozlar her zaman başka yiyecek kaynakları bulabilirler, dolayısıyla her zaman yetecek kadarı vardır.
c. Yemek ve su az olduğunda ispinozlar daha az yiyip içerler, dolayısıyla bütün kuşlar hayatta kalabilirler.
d. Galapagos Adaları’nda kuşların ihtiyaçlarını karşılayacak yemek ve su her zaman vardır.

3. Bir ispinoz popülasyonu bir adada değişmeyen bir çevrede uzun yıllar yaşadıktan sonra,
a. popülasyon hızla büyümeye devam eder.
b. dalgalanmalar olsa da popülasyon nispeten sabit kalır.
c. popülasyon her yıl büyük azalmalar ve çoğalmalar gösterir.
d. popülasyon büyüklüğü düzenli bir şekilde azalır.

4. İspinoz popülasyonunda zaman içinde yavaş yavaş oluşan ana değişiklikler nelerdir?
a. Popülasyon içindeki her ispinozun özellikleri yavaş yavaş değişir.
b. Popülasyon içinde değişik özelliklere sahip ispinozların oranı değişir.
c. İspinozların öğrenme yoluyla kazandığı başarılı davranışlar yavrulara aktarılır.
d. Çevre değiştikçe ispinozların ihtiyaçlarını karşılayacak mutasyonlar olur.

5. Gagalarının büyüklüğüne ve şekline bağlı olarak bazı ispinozlar çiçeklerden özsu alırlar,
    bazıları ağaç kabuklarındaki kurtçukları yerler, bazıları ufak tohumları yerler, bazıları
    da büyük cevizleri yerler. Aşağıdaki ifadelerden hangisi ispinozlarla yiyecekler
    arasındaki etkileşimi en doğru şekilde yansıtmaktadır?
a. Adadaki ispinozların çoğu yiyecek bulmak için işbirliği yaparlar ve bulduklarını paylaşırlar.
b. Bir adadaki ispinozların çoğu birbirleriyle kavga eder ve fiziksel olarak en güçlü olanlar kazanır.
c. Bütün ispinozların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yiyecek vardır ve bu yüzden yiyecek için mücadele etmeleri gerekmez.
d. İspinolar genellikle aynı tür yiyeceği yiyen benzer ispinozlarla rekabet ederler ve
bazıları yiyecek bulamadığı için ölür.

6. Galapagos ispinozlarında farklı gaga tipleri ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır?
a. Gaga büyüklüğünde ve şeklinde değişiklik ispinoların hayatta kalabilmek için değişik tür yiyecekler yemesi gerektiği için ortaya çıktı.
b. İspinozların gagalarındaki değişiklikler şans eseri ortaya çıktı, daha sonra gaga yapısıyla var olan yiyecekler arasında uyum olan kuşlar daha fazla yavruya sahip oldular.
c. İspinozların gagalarındaki değişiklikler çevre şartlarının gerekli genetik değişiklikleri yaratması sonucu ortaya çıktı.
d. İspinozların gagaları büyüklük ve şekil olarak her geçen nesil bir parça daha değişti, bu sayede bazıları giderek daha küçük bazıları giderek daha büyük hale geldi.

7. Ne tür çeşitlilik yavrulara aktarılır?
a. İspinozun hayatı boyunca öğrendiği her tür davranış.
b. Sadece ispinozun hayatında yararlı olmuş özellikler.
c. Genetik temelli bütün özellikler.
d. İspinozun hayatı boyunca çevreden olumlu yönde etkilenmiş bütün özellikler.

8. Değişik gaga şekline ve büyüklüğüne sahip ispinoz popülasyonlarının değişik adalara  
    dağılmış farklı türlere dönüşmesini sağlayan nedir?
a. İspinozlar çeşit çeşitti ve özellikleri her bir adadaki yiyecek türüne en uygun olan ispinozlar üremeyi en iyi başaranlar oldu.
b. Bütün ispinozlar esasen benzerdir ve ortada gerçekten 14 ayrı tür yoktur.
c. Değişik adalarda değişik yiyecek türleri vardır ve bu yüzden her bir adadaki ispinozlar yavaş yavaş ihtiyaç duydukları türden gagalara sahip olmuşlardır.

d. Değişik ispinoz soyları değişik gaga türleri geliştirdiler çünkü adalarda var olan yiyecekleri elde edebilmek için bu gerekiyordu.

____________________________________________________________

Venezüella lepistesleri
Lepistesler Venezüella’da akarsularda bulunan küçük balıklardır. Erkek lepistesler parlak renklidirler ve siyah, kırmızı, mavi ve rengi değişen benekleri vardır.  Erkekler aşırı parlak renkli olamazlar çünkü aksi halde kendilerini avlayan hayvanlar tarafından kolayca görülürler ve yenirler. Ama tamamen mat renkli olurlarsa da dişiler başka erkekleri seçerler. Doğal seçilim ve cinsel seçilim parlaklık düzeyini ters yönlere çeker. Bir akarsuda avcı hayvanların olmadığı bir ortamda yaşayan bir lepistes popülasyonunda parlak renkli erkeklerin oranı artar. Akarsuya birkaç saldırgan avcı eklenirse parlak renkli erkeklerin oranı yaklaşık beş ay (3-4 kuşak) içinde azalır. Avcıların varlığının lepistes rengi üzerindeki etkisi yapay göletlerde ve doğal akarsularda avcıların olmadığı, avcıların nispeten az saldırgan olduğu, ve avcıların çok saldırgan olduğu durumlarda deneysel olarak incelenmiştir (Endler, 1980).
___________________________________________________________
Bir evrimsel biyoloğun vereceği en uygun cevabı seçin.

9. Tipik bir doğal lepistes popülasyonu yüzlerce lepistesten oluşur. Aşağıdaki ifadelerden
    hangisi yalıtılmış bir popülasyondaki tek bir türe ait lepistesleri en iyi şekilde tanımlar?
a. Lepistesler tamamıyla aynı özellikleri paylaşırlar ve birbirlerini aynısıdırlar.
b. Lepistesler türlerinin bütün temel özelliklerini paylaşırlar; sahip oldukları küçük çeşitlilikler hayatta kalıp kalmamayı etkilemez.
c. Lepistesler iç mekanizmaları açısından birbirlerinin aynısıdır, fakat görünüşlerinde birbirlerinden çok farklıdır.
d. Lepistesler bir çok temel özelliği paylaşırlar, fakat aynı zamanda birçok özellik bakımından farklılık gösterirler.

10. Uyumluluk (fitness) terimi evrimsel biyologlar tarafından organizmaların evrimsel
      başarısını betimlemek için kullanılır. Bir biyolog bir grup lepistes arasından hangisinin en
      uyumlu olduğuna karar verirken aşağıdakilerden hangisini en önemli özellik olarak
      değerlendirir?
a. büyük bir bedene ve avcılardan çabuk kaçabilme yeteneğine sahip olmak
b. yiyecek için mücadele etmede en üst düzey yeteneğe sahip olmak
c. üreme çağına kadar hayatta kalabilmiş yavrulara sahip olmak
d. farklı dişilerle çok sayıda çiftleşmek

11. Bol yemek ve geniş mekanın bulunduğu ve avcıların olmadığı ideal şartlar altında
      çiftleşen bir çift lepistesin büyük bir göle yerleştirilmesi neye yol açar?
a. Lepistesler popülasyonun takviyesi için ihtiyaç duyulan miktar kadar yavruya sahip olacağı için lepistes popülasyonu yavaşça büyüyecektir.
b. Lepistes popülasyonu başta yavaşça büyüyecek, sonra büyümesi hızlanacak ve en sonunda binlerce lepistes gölü dolduracaktır.
c. Lepistes popülasyonu hiçbir zaman çok büyük olamayacaktır çünkü sadece böcekler ve bakteriler gibi organizmalar bu biçimde ürerler.
d. Lepistes popülasyonu zaman içinde yavaşça büyümeye devam edecektir.

12. Bir lepistes popülasyonu birkaç yıldır gerçek (ideal olmayan) bir gölde yaşamakta ve bu
      gölde lepisteslerin avcılarının da dahil olduğu diğer organizmalar bulunmaktadır. Buna
      göre lepites popülasyonuna aşağıdakilerden hangisinin olması daha olasıdır?
a. Lepistes popülasyonu aynı büyüklükte kalacaktır.
b. Lepistes popülasyonu hızla büyümeye devam edecektir.
c. Lepistes popülasyonu hiçbir lepistes kalmayıncaya kadar yavaşça azalacaktır.
d. Bu durumda kesin birşey söylemek mümkün değildir çünkü popülasyonlar kurallara bağlı olarak değişmezler.

13. Lepistes popülasyonlarında zaman içinde yavaşça oluşan temel değişimler nelerdir?
a. Popülasyondaki her bir lepistesin özellikleri yavaş yavaş değişir.
b. Popülasyonda farklı özelliklere sahip lepisteslerin oranları değişir.
c. Bazı lepistesler tarafından öğrenilen başarılı davranışlar sonraki kuşaklara aktarılır.
d. Çevre değiştikçe lepisteslerin ihtiyaçlarını karşılayacak mutasyonlar ortaya çıkar.

_________________________________________________________________


Kanarya Adaları Kertenkeleleri
Kanarya Adaları Afrika kıtasının batısındaki yedi adadan oluşur. Adalar yavaş yavaş bitkiler, kertenkeleler, kuşlar gibi canlılar tarafından işgal edilmiştir. Adalarda bulunan üç ayrı tür kertenkele Afrika kıtasında bulunan bir türe oldukça benzemektedir (Thorpe & Brown, 1989). Bu yüzden bilim adamları kertenkelelerin Afrika’dan Kanarya Adaları’na denizde yüzen ağaç gövdelerinin üstünde seyahat ederek geldiğini düşünmektedirler.
________________________________________________________________
Bir evrimsel biyoloğun vereceği en uygun cevabı seçin.

14. Kertenkeleler çeşitli böcekleri ve bitkileri yerler. Aşağıdaki ifadelerden hangisi Kanarya
      Adaları’ndaki kertenkeleler için yiyecek ulaşılabilirliğini en iyi betimler?
a. Yiyecek bulmak sorun değildir çünkü her zaman yeterli miktarda yiyecek vardır.
b. Kertenkeleler değişik tür yiyecekler yedikleri için her zaman bütün kertenkeler için yeterli yiyecek bulunması yüksek ihtimaldir.
c. Kertenkeleler az bir yiyecekle de yaşayabilirler, bu yüzden yiyecek miktarı sorun olmaz.
d. Muhtemelen bazı zamanlar kertenkeleler için yeterli yiyecek varken bazı zamanlar yoktur.


15. Ulaşılabilir yiyecek sınırlı olduğunda belli bir türün kertenkeleleri arasında muhtemelen
      aşağıdakilerden hangisi olur?
a. Kertenkeleler yiyecek bulmak için işbirliği yaparlar ve bulduklarını paylaşırlar.
b. Kertenkeleler yiyecek bulmak için birbirleriyle mücadele ederler ve en güçlüler daha zayıf olanları öldürürler.
c. Kertenkelelerin yeni tür yiyecekler yiyebilmelerini sağlayacak genetik değişiklikler oluşur.
d. Yiyecek bulma mücadelesinde en az başarılı olan kertenkeleler yetersiz beslenme yüzünden ölürler.

16. Yerleşik bir kertenkele popülasyonu yüzlerce kertenkeleden oluşur. Bir ada üstündeki
      kertenkele popülasyonunda bütün kertenkeleler
a. birbirinden farksızdır çünkü yalıtılmış popülasyonlarda bütün bireyler diğer bireylerle çiftleşebilir.
b. iç özellikleri bakımından aynıdır ama dış özellikleri bakımından farklılık gösterirler.
c. benzerdir ama hem iç hem dış özellikleri bakımından farklılık gösterirler.
d. dışarıdan bakıldığında aynıdır ama iç özellikleri bakımından farklıdırlar.

17. Aşağıdaki ifadelerden hangisi biyolojik özelliklerin kertenkele yavrularına nasıl
      aktarılacağını en iyi betimler?
a. Anne-baba kertenkeleler özel bir tür böceği yakalamayı öğrenince yavrularına da bu yakalama becerisi aktarılabilir.
b. Anne-baba kertenkeleler sürekli av yakalama sonucu daha güçlü pençelere sahip olduklarında bu özellik yavrularına da aktarılabilir.
c. Yiyeceğe kolay ulaşabildikleri için anne-baba kertenkelelerin pençeleri yeteri kadar gelişmezse yavrulara da gelişmemiş pençe özelliği aktarılabilir.
d. Anne-babadan biri pençelerinden birinde altı parmakla doğarsa bu özellik yavrularına da aktarılabilir.

18. Uyumluluk (fitness) terimi evrimsel biyologlar tarafından organizmaların evrimsel başarısını betimlemek için kullanılır. Aşağıda dört dişi kertenkele tanıtılmıştır. Bir biyolog açısından en iyi uyum sağlamış kertenkele bunlardan hangisidir?



Kertenkele A
Kertenkele B
Kertenkele C
Kertenkele D
Vücut uzunluğu
      20 cm
      12 cm
      10 cm
      15 cm
Yetişkinliğe ulaşan yavru sayısı

         19

         28

         22

        26
Öldüğü zamanki yaşı
       4 yıl

       5 yıl

       4 yıl

       6 yıl

Yorumlar

Çok sağlıklı, güçlü ve zeki
Birçok kertenkeleyle çiftleşti
Koyu renkli ve çok süratli
En geniş alana sahip kertenkele

            a. Kertenkele A
            b. Kertenkele B
            c. Kertenkele C
            d. Kertenkele D

19. Doğal seçilim teorisine göre üç kertenkele türünde görülen vücut büyüklüğü farklılıkları
      nereden kaynaklanmıştır?
a. Kertenkelelerin hayatta kalabilmeleri için değişmeleri gerekiyordu, bu yüzden yararlı yeni özellikler ortaya çıktı.
b. Kertenkeleler farklı büyüklüklere sahip olmak istedi, bu yüzden popülasyonda zaman içinde yararlı yeni özellikler ortaya çıktı.
c. Rastlantısal genetik değişiklikler ve genetik rekombinasyon beraberce çeşitliliği ortaya çıkardı.
d. Adada var olan çevre kertenkelelerde genetik değişiklikler ortaya çıkardı..

20. Bir türün zaman içinde üç farklı türe dönüşmesine ne sebep olmuş olabilir?
a. Kertenkele grupları farklı adalarda farklı çevre şartlarıyla karşılaştılar, bu yüzden hayatta kalabilmek için değişik özelliklere sahip yeni türlere dönüşmeleri gerekti.
b. Kertenkele grupları coğrafi olarak diğer gruplardan yalıtılmış duruma geldi ve rastlantısal genetik değişiklikler bu kertenkele popülasyonlarında zaman içinde birikti.
c. Küçük farklılıklar olsa da bütün kertenkeleler esasen benzerdir ve hepsi aynı türün üyeleridir.
d. Hayatta kalabilmek için farklı kertenkele gruplarının farklı adalara uyum sağlaması gerekti, bu yüzden her bir gruptaki bütün organizmalar yavaş yavaş yeni bir kertenkele türü haline gelecek şekilde evrimleşti.


Envanterle ilgili daha fazla bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz:

http://insandogasi.blogspot.com/2009/09/dogal-secilim-kavramlar-envanteri.html


6.11.2009

Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi

   

Bilim ve Ütopya, Kasım 2009 tarihli yazımız..
 
Modern akıllı tasarım düşüncesi ABD’de 1990’larda ortaya çıktı. Bunun başlıca sebebi yaratılışçıların 1980’lerin başlarından itibaren mahkemelerde ardarda yenilgiye uğramalarıydı. Yaratılışçıların okullarda evrim teorisinin öğretilmesini engellemek, o olmayınca evrim teorisiyle beraber yaratılışçılığın da öğretilmesini sağlamak amacıyla yaptıkları girişimler hep ABD’de anayasanın 1. maddesindeki laiklik ilkesine takıldı. Mahkemeler hep evrim teorisinin bilimsel bir teori olduğu için fen derslerinde okutulabileceğine, yaratılışçılığın ise dinsel bir görüş olduğu için laik devlet okullarının fen derslerinde okutulamayacağına hükmetti.
     
Bunun üzerine hedef evrim teorisindeki maddeci ve doğalcı çağrışımlara sahip olmayan, yaratılışçı dünya görüşüyle kolayca uzlaşabilecek bir alternatif görüşün evrim teorisine rakip bilimsel bir teori olarak lanse edilmesi haline geldi. Bu çabanın sonucu akıllı tasarım görüşünün ortaya atılması oldu. Son 10 yıldır evrim karşıtlarının hukuk düzeyindeki çabaları akıllı tasarımın da evrim teorisi gibi bilimsel bir teori olduğunu ve bilimsel açıdan en az onun kadar sağlam olduğunu, aynı zamanda evrim teorisiyle uzlaşamayacağını ve dolayısıyla onun rakibi olduğunu kabul ettirmeye yönelik. Bu sayede evrim teorisine yer verilen derslerde bilimdeki tartışmaları yansız bir şekilde yansıtmak ve evrime eleştirel bakabilmeyi sağlamak adına akıllı tasarım görüşünün de okutulmasını sağlamayı amaçlıyorlar. Evrim teorisi savunucuları ise akıllı tasarımın kendisinden önceki yaratılışçılık gibi bilimsel bir teori değil dinsel bir görüş olduğunu, bu sebeple yaratılışçılık gibi akıllı tasarımın da fen derslerinde yeri olmadığını savunuyorlar.
 
Bu yazıda akıllı tasarımın okullarda öğretilmesinin uygun olup olmadığı konusunu doğrudan ele almıyoruz. Onun yerine tartışmaların merkezinde yer alan, akıllı tasarımın “bilimsel” olup olmadığı konusunu, bilimselliğin ve bilimsel yaklaşımın ne olduğunu modern bilim felsefesinden hareketle sorgulayarak ele alıyoruz. Amacımız günlük hukuki ve siyasi tartışmalardan bir adım geriye gelerek konuya daha felsefi bir açıdan yaklaşmak, bu sayede günlük tartışmaların iki taraf için de daha rasyonel yürümesini ve daha verimli olmasını sağlamak.

                                                        Akıllı tasarımcıların iddiaları
 
William Dembski, Michael Behe, Philip Johnson gibi akıllı tasarım savunucularının görüşlerini savunmak için kullandıkları ana argüman şu şekilde özetlenebilir (Sarkar, 2007):
  
1. Evrim teorisindeki kavramsal araçlar biyolojik özelliklerin kalıtımı, yönlendirilmemiş çeşitlilik ve doğal seçilimden ibarettir.
2. Evrim teorisinin açıklayamadığı birçok biyolojik olgu vardır ve bunların başında karmaşık biyolojik yapılar gelmektedir.
3. Evrim teorisi sadece geçici olarak değil, elindeki kavramsal araçlar söz konusu olduğunda prensip itibariyle bu tür yapıların ortaya çıkışını açıklayamaz.
4. Eldeki veriler akıllı (yani ancak bilinçli bir varlığın işe karışması sonucu oluşabilecek) tasarım fikrinin yeterli bir açıklamaya ulaşabilmek için kaçınılmaz olduğuna işaret etmektedir.
 
Ayrıca akıllı tasarımcılar evrim teorisi savunucularının, açıklayıcı gücü bakımından akıllı tasarım fikri evrim teorisinden üstün olmasına rağmen bunu kabul etmeye yanaşmamalarını evrimcilerin “doğalcılık” (naturalism) fikrine dogmatik bir şekilde bağlı olmalarına bağlamaktadırlar. Dolayısıyla akıllı tasarımcıların felsefi düzeydeki argümanları büyük ölçüde doğalcılık fikrini metafiziksel bir dogma sayıp reddettikleri eleştirilerden oluşur.
        
Bilimde doğalcılık ve diğer metafiziksel prensipler
     
Akıllı tasarımcıların iddialarını değerlendirebilmek için önce kısaca doğalcılıktan ne kastedildiğine, bilim tarihinde nasıl bir rol oynadığına ve gerçekten bilim adamları tarafından dogmatik bir şekilde savunulup savunulmadığına bakmak yararlı olur.
 
Doğalcılık modern bilim felsefesinde en az iki ayrı anlamda kullanılmaktadır. Metodolojik doğalcılık bilimin inceleme alanına sadece doğal yollarla incelenebilecek olayların girdiğini, bunların açıklanmasında da sadece doğal mekanizmaların kullanılmasını öngörür. Yani metodolojik doğalcılık bilimin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili bir tezdir. Ontolojik doğalcılık ise evrende sadece doğal olayların ve mekanizmaların var olduğunu öngörür. Yani ontolojik doğalcılık neyin gerçekten var olduğuyla ilgili metafiziksel bir tezdir. Ontolojik doğalcılık da zaman zaman bilim adamları ve bilim felsefecileri tarafından savunulsa da modern bilim açısından asıl vazgeçilmez sayılan metodolojik doğalcılıktır. Akıllı tasarıma yöneltilen başlıca eleştiri de metodolojik doğalcılığın dışında kaldığı için bilim dışı olduğudur.

17. yüzyıldan itibaren önem kazanan metodolojik doğalcılığın modern bilim için nasıl bu kadar önemli bir prensip haline geldiğine ve neden aslında vazgeçilmez bir dogma olmadığına bilim tarihinde kısa bir yolculuk yaparak bakalım.

Metafiziksel prensipler tarih boyunca bilimsel açıklama geliştirme çabalarına yol göstericilik etmiştir. Bunun en ünlü örneklerinden biri 17. yüzyıl mekanistik felsefesindeki cisimler arasında uzaktan etkinin mümkün olmadığı prensibidir. Newton’ın 17. yüzyılın sonlarında ortaya attığı evrensel çekim yasası ise gök cisimlerinin birbirlerini uzaktan etkilediğini öngörür. Newton’ın kendi ifadesiyle (“hypotheses non fingo”) nasıl mümkün olduğunu açıklayamadığı bu etki ve onu içeren yasa açıklama ve öngörü gücü bakımından o kadar başarılı olmuştur ki bilim dünyası kısa sürede yasayla beraber uzaktan etki prensibini de kabul etmek zorunda kalmıştır. Yani teorinin ampirik verileri açıklama gücü metafiziksel prensipten vazgeçilmesi sonucunu getirmiştir.

Bir diğer örnek klasik fizikteki zaman ve mekanın birbirinden bağımsız olduğu ve Eukleides geometrisinin mekanın doğru bir tasviri olduğu prensibidir. Bunlar doğrudan test edilebilecek fikirler olmamalarına rağmen aksini iddia etmek sağduyuya o kadar aykırı görünüyordu ki felsefeci Kant tarafından bile bilimin temelinde yatan ve onu mümkün kılan çok temel doğrular olarak görülmüşlerdir. Fakat bilindiği gibi 20. yüzyılda Einstein’ın genel relativite teorisi bu prensiplerden vazgeçerek o ana kadar fizik için açıklanamayan bir sorun olarak görünen Merkür’ün yörüngesinden sapması gibi olguları açıklamıştır. Teori metafiziksel görüşlerimizde çok radikal bir değişiklik gerektirmesine rağmen açıklama ve öngörü başarısı nedeniyle kısa zamanda bilim dünyasında kabul edilir hale gelmiştir.

Son olarak, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisi de o zamana kadar sorgulanmadan kabul edilen bazı prensiplerden vazgeçilmesini gerektirmiştir. Bunların başında da adaptasyonun, işlevselliğin amaçlılık olmadan ortaya çıkabileceği kabulü gelir. Darwin çevreye uyum sağlayan, hayatta kalma ve üreme işlevlerine hizmet eden karmaşık yapıların bilinçsiz, amaçsız, mekanistik bir süreç sonucunda ortaya çıkabileceğini önerdiği teorik mekanizmayla ve onu destekleyen verilerle göstermiştir. Bu sayede de “tasarımcı olmadan tasarımın mümkün olamayacağı” prensibinin terkedilmesini sağlamıştır.

Görüldüğü gibi bilimde yöntemsel ve metafiziksel prensipler zamanında ne kadar vazgeçilmez görülürse görülsün ampirik kanıtlardan hareketle değişebilmektedir. Doğalcılık prensibi de bu bakımdan farklı değildir. 17. yüzyılda bilimsel devrim dediğimiz dönemden beri doğaüstü açıklamaların bir kenara bırakılmasını sağlayan doğalcılık prensibi o zamandan günümüze kadar bilimin göz kamaştırıcı başarılarına eşlik etmiştir. Fakat daha büyük başarıların önünü açacaksa bilim dünyası doğalcılığın terk edilmesine de razı olacaktır. Burada belirleyici olan gene eldeki ampirik verilerin en iyi nasıl açıklanacağıdır. Ve birazdan göreceğimiz gibi akıllı tasarım savunucularının evrim teorisine alternatif doğalcı olmayan açıklamalar getirmek için sundukları ampirik veriler doğalcılığın terk edilmesini gerektirmekten çok uzaktır.
  
İndirgenemez karmaşıklık ve akıllı tasarım
     
Karmaşık biyolojik yapılar evrim teorisyenleri için yeni bir kavram değil. Doğal seçilim yoluyla evrim karmaşık yapıların doğal yollarla nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklama potansiyeli taşıdığı için Darwin’in zamanından beri bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Ve Darwin’den bu yana geçen zaman içinde evrim teorisi birçok karmaşık yapının ortaya çıkışını başarıyla açıklamıştır.

Akıllı tasarımcılara göre indirgenemez karmaşıklık özel bir karmaşıklık türüdür. Buna göre indirgenemez derecede karmaşık bir sistem birbiriyle koordinasyon içinde çalışması gereken birçok parçadan oluşur ve bu parçalardan bir tanesinin eksik olması durumunda bile sistem tamamen iş göremez hale gelir. Dolayısıyla böyle bir sistemin evrimsel süreç içinde tesadüf eseri ortaya çıkan yararlı mutasyonların seçilmesi yoluyla adım adım oluşması mümkün değildir. Böyle bir sistem akıllı bir tasarımcı tarafından belli bir amaca yönelik olarak bilinçli bir şekilde tasarlanmış izlenimi vermektedir. Ve ortada daha iyi bir doğal açıklama yoksa gerçekten akıllı bir tasarımcının işe karıştığını en iyi açıklama olarak kabul etmek bilimsel yaklaşımın gereğidir. Açıkça söylemeseler de akıllı tasarım savunucularının akıllı tasarımcı derken doğaüstü, tanrısal bir varlığı kastettikleri herkes tarafından tahmin edilebilir.

İndirgenemez karmaşıklık prensipte ciddiye alınabilecek bir eleştiridir. Gerçekten de biyolojik bir yapının indirgenemez derecede karmaşıklığa sahip olduğunun ispatlanması ortodoks Darwinci (yani doğal seçilime dayalı) yaklaşım için ciddi bir sorun oluşturabilir. Bununla birlikte bu ilkenin temel sorunu henüz indirgenemez karmaşıklıktaki bir yapının gösterilememiş olmasıdır. Örneğin, akıllı tasarımcıların ikonu haline gelmiş olan bakteri kamçısının biyolojik fonksiyonlarını gerçekleştirebilmesi için 30 kadar proteinin aynı anda işlevsel olması gerekmektedir. Behe’nin iddiasına göre, herhangi bir bileşeninin eksikliği durumunda çalışmayacak ve bu sebeple daha az bileşene sahip fonksiyonel bir yapıya indirgenemeyecek olması yüzünden bakteri kamçısının varlığı doğal seçilim süreçlerince açıklanamaz. Oysa bakteri kamçısının homologu olan 3. tip sekretuar sistemi, bakteri kamçısında da bulunan 10 temel protein bloğu ile çalışır. Buna ek olarak, yeni çalışmalar bakteri kamçısının kullandığı protein gruplarının içinde başka işlevsel protein grupları da saptamıştır. Başka bir deyişle bakteri kamçısının çalışma sistemi çok karmaşık olmasına rağmen indirgenemez değildir (Miller, 2008).

Bir başka ünlü örnek kanın pıhtılaşmasıda rol oynayan biyolojik süreçlerle ilgilidir. Benzer bir biçimde bu süreçlerin de indirgenemez bir karmaşıklığa sahip olduğu iddia edilmiştir. Ancak yapılan genetik çalışmalar yunus ve balinalarda kanın pıhtılaşmasına yönelik faktörlerden birinin, kirpi balığında ise üçünün eksik olduğunu, ancak bu canlıların pıhtılaşmayla ilgili bir sorun yaşamadığını göstermiştir. Bu bulgular, karmaşık bir sistemin daha basit bir parçasının da benzer işlevler taşıyabileceğini göstermiş ve sistemin evrimsel tarih içinde adım adım gelişebileceği fikrini desteklemiştir (Miller, 2008). İndirgenemez karmaşıklıkla ilgili örnekler bunlarla sınırlı değildir ancak şimdiye kadar ortaya atılan her örnek evrim teorisi çerçevesinde açıklanabilir durumdadır.

Diğer taraftan, gerçekten indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin keşfedilmesi de  evrim teorisi için aşılamayacak bir sorun olmayabilir. İndirgenemez karmaşıklığa Darwinci açıdan iki tür açıklama getirilebilir. Bunlardan birincisine göre adım adım ortaya çıkan bir sistem sonradan indirgenemez derecede karmaşık hale gelmiş olabilir. Mesela A yapısının bir işlevi mükemmel bir şekilde olmasa da yerine getirebildiğini varsayalım. Daha sonra buna B yapısı ekleniyor ve ortaya çıkan AB sistemi işlevi daha iyi yerine getiriyor. Bir sonraki aşamada A mutasyona uğrayarak A’ haline geliyor ve A’B sistemi söz konusu işlevi daha da iyi yerine getirdiği için evrim tarafından seçiliyor. Fakat artık sistemin parçaları olan A’ ve B tek başlarına işlevi yerine getirebilecek durumda değiller. Diğer bir deyişle A’B sistemi indirgenemez derecede karmaşık hale geldi. Sistemi ilk olarak bu aşamada gözleyen biri bunun adım adım Darwinci bir süreç sonunda ortaya çıkamayacağını düşünebilir. Oysa sistem aslında tam da bu şekilde ortaya çıkmıştır (Sarkar, 2007).
  
İkinci Darwinci açıklamaya göre indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin daha az karmaşık önceki halleri başka bir işlevi yerine getirdikleri için seçilmiş olabilir. Dolayısıyla bugünkü karmaşık sistem daha az karmaşık eski formlardan evrimleşmiş olabilir. Buna verilebilecek en iyi anlaşılmış örneklerden biri kuştüyüdür. Kuştüyüne sahip olmayan hiçbir kuş bilindiği kadarıyla uçamamaktadır. Kuşların dinozorlardan, kuştüyünün de dinozor pullarından evrimleştiğini biliyoruz. Fakat pul-kuştüyü arası yapılar uçmayı sağlayacak aerodinamik özelliklere sahip değildir. Bu durumda kuştüyleri bir tür indirgenemez derecede karmaşık sistem olarak görülebilir. Fakat gene biliyoruz ki kuştüyü uçmayı sağlama dışında ısı kaybına karşı yalıtım özelliğine de sahiptir. Pul-kuştüyü arası formlarda da bu özellik kısmen vardır. Dolayısıyla pullardan kuştüyüne adım adım geçiş muhtemelen yalıtım avantajı kazandırdığı için başlamıştır ve belli bir aşamada kuştüyü artık bir başka işlev olan uçmayı da sağlar hale gelmiştir (Sarkar, 2007).
  
Özet olarak, Darwinci görüşün prensip itibariyle açıklayamayacağı indirgenemez derecede karmaşık bir sistem henüz keşfedilmiş değildir. Bu da eldeki verilerin, Darwinci görüşün ve benzeri doğalcı açıklamaların dışına çıkılmasını ve akıllı tasarım görüşünün benimsenmesini gerektirmediği anlamına gelmektedir.
 
Akıllı tasarıma karşı kullanılmaması gereken eleştiriler
 
Akıllı tasarım görüşünün ampirik ve kavramsal açılardan ne şekilde eleştirilebileceğini kısaca görmüş olduk. Bu kısımda evrim teorisi savunucularının akıllı tasarımı özellikle felsefi yönden eleştirmeye giriştiklerinde sık kullandıkları ve zayıf oldukları için aslında kullanmamalarının daha uygun olacağı bazı argümanlara bakacağız.
 
Başta da gördüğümüz gibi, akıllı tasarımın fen derslerinde okutulmasının uygun olup olmadığının tartışıldığı bir ortamda akıllı tasarım görüşünün ve savunucularının dinsel bir motivasyona sahip olduğunu göstermek etkili bir strateji olabilir. Fakat akıllı tasarım görüşünün bilimselliğinin bilim felsefesi açısından tartışıldığı bir ortamda bu sağlam bir argüman değildir. Bilim felsefesinde bilimsel bir görüşün kaynağıyla gerekçelendirilmesi arasında bir ayrım yapılır. Ve görüşün bilimselliğiyle, sağlamlığıyla, doğruluğuyla ilgili bir tartışma ancak gerekçelendirme düzeyinde yapılabilir. Yani görüş ortaya atıldıktan sonra savunulması/gerekçelendirilmesi ampirik veriler ve bilimsel düşünüş kullanılarak yapılır. Bu açıdan zayıf olan bir görüşün bilimselliği sorgulanabilir. Fakat kaynağı (ortaya atılma sebebi) bir kutsal kitap olduğu, dayanaksız bir tahmin olduğu, hatta bir rüya olduğu gerekçesiyle bir görüşün bilimselliği sorgulanamaz. Bu bakımdan akıllı tasarımın bilimselliğinin felsefi açıdan tartışıldığı bir ortamda dinsel kaynaklı olma eleştirisi sağlam bir argüman değildir.
  
Akıllı tasarımı ortaya çıkaran akıllı tasarımcının gözlenemiyor olması da kendi başına akıllı tasarım görüşünün bilimselliğini zedeleyen bir husus değildir. Bilimde doğrudan gözlenemeyen mekanizmaların açıklama amaçlı olarak sık sık kullanıldığını görürüz. Modern fizikte gözlenemeyen parçacıkların, fizik deneylerinde ortaya çıkan etkilerin açıklanması amacıyla kullanılması buna bir örnektir. Burada önemli olan, gözlenemeyen mekanizmayı ileri süren teorinin bu mekanizmanın ne tür şartlarda ne tür gözlenebilir sonuçlar ortaya çıkaracağıyla ilgili test edilebilir tahminler yapabilmesidir. İşte bu bakımdan akıllı tasarım düşüncesi gerçekten sorunludur. Zira akıllı tasarımcının zihnini okuyabilecek bağımsız bir yönteme sahip olmadığımız için akıllı tasarım görüşü zaten gözlediğimiz etkilerin ötesinde başka ne gibi etkiler gözlememiz gerektiğiyle ilgili kolayca tahmin yapamamaktadır. Bu yüzden de bu görüş kamuoyunda bu kadar ses getirmesine rağmen bilimsel alanda hala önemli bir araştırmaya kaynaklık edebilmiş değildir.
 
Son olarak, Popper’ın “yanlışlanabilirlik” prensibinin basit halinin akıllı tasarıma karşı kullanılması da güçlü bir eleştiri niteliğinde değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi doğrudan yanlışlanamayacak metafiziksel ve metodolojik prensipler bilimin kendisinde de vardır. Dolayısıyla yanlışlanamayacak yönleri olan bir teori doğrudan “bilim dışı” olarak sınıflandırılamaz. İkincisi, modern bilim felsefesi bize, yaptığı tek bir öngörünün bile yanlış çıkması durumunda bilimsel bir teorinin anında reddedilmesi gerektiğini söylememektedir. Duhem-Quine tezi olarak bilinen prensibe göre teorinin öngörüsüyle ampirik veri arasındaki uyuşmazlık teorinin yanlış olması dışındaki sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir (Godfrey-Smith, 2003). Bu yüzden bir teorinin yanlışlanması Popper’ın zannettiği kadar basit bir süreç değildir. Son olarak, akıllı tasarımı yanlışlanamaz olduğu gerekçesiyle bilim dışı saymak ve daha öte bir değerlendirmeye tabi tutmamak bu görüşün bilimin kıskacından fazla kolay bir biçimde kurtulması anlamına gelmektedir. Astroloji bugün yanlışlanamaz olduğu için değil, tam tersine öngörüleri defalarca test edildiği ve yanlış çıktığı için bilim dışı sayılmaktadır. Aynı stratejiyi akıllı tasarıma karşı kullanmak, prensipte yanlışlanabilir bir teori olduğunu varsayarak bilimsel açıdan ciddiye almak, ve yaptığı öngörülerin sürekli yanlış çıktığını ampirik verilere dayanarak göstermek akıllı tasarıma karşı çok daha güçlü bir eleştiriyle ortaya çıkmayı sağlayacaktır (Pigliucci, 2002).

Sonuç: Bilimsel tavır

Günümüz bilim felsefesinde bilimin doğasıyla ilgili görüşler son derecede çeşitlidir (Godfrey-Smith, 2003). Bu yüzden bilimin amacıyla veya bilimselliğin kriterleriyle ilgili 20. yüzyılın ilk yarısında mantıksal pozitivizmin hakim görüş olduğu zamanlardaki gibi rahatça iddialar ortaya atabilecek durumda değiliz. Fakat gene de birçok bilim felsefecisi bilimin ana amaçlarından birinin ampirik verileri ve bilimsel yöntemin mantığını kullanarak varolanın en iyi açıklamasını sunmak olduğunu kabul edecektir. Bu yüzden bilimsellik adına evrim teorisi savunulurken gözden kaçırılmaması gereken şey bilimsel tavrın evrim teorisine değil bilimsel düşünüşe bağlı kalmayı gerektirdiğidir. Diğer bilimsel teoriler gibi evrim teorisi de ispatlanmış, doğruluğu kesin olarak gösterilmiş bir teori değildir. Yakın gelecekte elde edilecek araştırma bulgularının birikerek bizi evrim teorisinden vazgeçip yerine başka bir teoriyi benimsemeye sevketmesi ihtimal dahilindedir. Bu yüzden evrim teorisini dogmatik bir şekilde savunmaktan ziyade şu anda varolanın en iyi açıklaması olduğu için savunmak, daha iyi bir açıklama ortaya çıktığında da evrim teorisini terketmeye hazır olmak gerekir. Bilimsel tavrın gereği budur.


Kaynaklar
Godfrey-Smith, P. (2003). Theory and reality: An introduction to the philosophy of 
          science. Chicago: The University of Chicago Press.
Miller, K. (2008). Only a theory: Evolution and the battle for America’s soul. New York:
          Viking Books.
Pigliucci, M. (2002). Denying evolution: Creationism, scientism, and the nature of 
          science. Sunderland, MA: Sinauer Associates.
Sarkar, S. (2007). Doubting Darwin? Creationist designs on evolution. Oxford: Blackwell
          Publishing.