20.03.2018

Evrimsel Açıdan Saldırganlık ve Şiddet


Bu yazı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı sayısında Hasan G. Bahçekapılı imzasıyla yayınlandı.

Evrimsel biyolog Edward O. Wilson Pulitzer ödüllü On Human Nature kitabının saldırganlıkla ilgili bölümüne şöyle başlar:

İnsanlar doğuştan saldırgan mıdır? Bu soru üniversite seminerlerinin ve kokteyl partilerin en sevilen sohbet konularındandır ve her kesimden politik fanatiğin kanını beynine sıçratma potansiyeline sahiptir. Sorunun cevabı evettir. (Wilson, 1978/2004, s. 99)

Wilson’ın tartışmalı olduğunu kabul ettiği bu soruya nasıl bu kadar kesin bir cevap verdiğini görebilmek için “doğuştan” ve “saldırganlık” kavramlarından tam olarak ne kastettiğini anlamamız gerekir. Saldırganlık dediğinde Wilson fiziksel şiddet veya şiddet tehdidi içeren ve karşı tarafın hayatta kalma veya üreme şansını azaltan her türlü davranışı kastediyor. Doğuştan dediğinde ise bir davranışın genetik temelli olmasını, tamamen çevre şartları ve öğrenme sonucu olarak ortaya çıkmamasını kastediyor. Bu anlamda “doğuştanlık” davranışın ortaya çıkışında çevrenin, öğrenmenin ve kültürün rolünü reddetmez. Mesela insanda dilin doğuştan geldiğini söylediğimizde doğum anında dilin var olduğunu kastetmeyiz. Dilin genetik temelli bir öğrenme mekanizmasına dayandığını ve bu mekanizma sayesinde normal çevre şartlarında dil davranışının gelişimsel süreçte doğal olarak ortaya çıkacağını kastederiz.

Gene bu anlayışa göre saldırganlık belli uyaranlara karşı bir refleks gibi otomatik olarak ortaya çıkan bir tepki değildir. Freud’un ve Konrad Lorenz’in düşündüğü gibi zaman içinde biriktikçe dışarı taşma potansiyeli artan dürtüler gibi de değildir. Evrimsel anlayışa göre bir türün evrimsel tarihinde saldırganlık davranışı üreme başarısını arttırma potansiyeline sahip olmuşsa doğal seçilim sonuncunda saldırgan dürtüleri üreten beyin mekanizmaları adaptasyon olarak ortaya çıkar. İnsan türünde bu mekanizmaların ne zaman ve ne şekilde saldırganlık davranışını ortaya çıkaracağı hem şu andaki çevre şartlarına, hem bireyin öğrenme geçmişine, hem de bireyin içinde yaşadığı kültürün tarihine bağlıdır. Saldırganlık yıkıcı şiddet davranışları şeklinde ortaya çıkabileceği gibi karşı tarafın statüsünü zedelemeye yönelik sözel imalar şeklinde de ortaya çıkabilir. Bu yüzden saldırganlık dediğimizde tek bir davranış tipinden bahsetmek mümkün değildir. Hangi davranış tipinin ortaya çıkacağı öğrenmeye ve kültüre bağlıdır. Ortaya çıkabilecek bütün olası davranışlar kümesi ise doğuştan gelir.

Davranışın evrimsel açıdan incelenmesi diğer biyolojik özellikler gibi davranışın da ne yönden adaptif olabileceği, evrimsel amaçlara ne şekilde hizmet edebileceği sorularına cevap vermeyi gerektirir. Bu yazıda özellikle şiddet içeren saldırganlığı evrimsel açıdan ele alan son araştırmaların ve kavramsal yaklaşımların bir özetini sunacağız. İlk olarak topluluklar arası şiddetin, yani savaşın, evrimiyle ilgili fikirlere ve bulgulara bakacağız. Daha sonra topluluk içi şiddete geçip yakın ilişkilerde özellikle erkeğin kadına karşı gösterdiği şiddete evrimsel açıdan bakacağız. Arkasından kadınlarda şiddeti ele alacağız. Bu üç temel konudan sonra şiddet konusunda evrimsel yaklaşımla kültürel yaklaşımın, gelişimsel yaklaşımın ve davranış genetiğinin nasıl verimli işbirliğine girebileceği konusu tartışacağız. Yazı boyunca vurgulanan ana fikir evrimleşmiş eğilimlerin şiddet davranışında her zaman rol oynadığı, ama bu eğilimlerin davranışa nasıl yansıdığını açıklayabilmek için her zaman çevresel ve kültürel faktörleri de göz önüne almak gerektiği olacak.

Savaşın Evrimsel Kökenleri

Savaş uygarlığın gelişmesi sonucunda ortaya çıkan nispeten yeni bir icat mıdır yoksa insan doğasının derin kökleri olan bir parçası mı? Bu geleneksel tartışmada birincisine Rousseau’cu görüş, ikincisine Hobbes’cu görüş diyebiliriz. Son yıllardaki antropolojik araştırmalar ağırlıklı olarak Hobbes’cu görüşü desteklemektedir.

Savaşın tarım ekonomisine ve devlet düzenine geçişin ürünü olmadığını gösterebilmek için tarım öncesi avcı-toplayıcı gruplarını incelemek gerekir. 20. yüzyılın ilk yarısında barışçıl bir hayatı olduğu düşünülen bu tür toplulukların yer yer modern toplumlardan çok daha fazla şiddet barındırdığının gösterilmesi klasik Rousseau’cu anlayışa darbe vurmuştur (Gat, 2015; Pinker, 2011). Bu tür toplulukların ancak saldırgan devletlerle karşılaştıktan sonra savaş yapmaya başladığı fikri de tarih öncesi savaşların yaygınlığının arkeolojik bulgularla belgelenmesiyle çürütülmüştür (Keeley, 1996, 2014). (Yakın tarihli bir araştırma şempanzelerin de insan etkisi yüzünden değil adaptif sebeplerle gruplar arası şiddete başvurduğunu göstermiştir; Wilson ve ark., 2014).

Buradan elbette savaşın genlerimize kazınmış kaçınılmaz bir davranış olduğu sonucu çıkmaz. Topluluklar arası sorunları savaş yoluyla çözmeye çalışmak ne kadar doğamızın parçasıysa çatışma yönetimi yoluyla barışçı bir şekilde çözmeye çalışmak da o kadar doğamızın parçasıdır. Çatışma yönetiminin toplumsal hayatın bu kadar merkezi bir parçası olması çatışmaların her an yıkıcı şiddete dönüşme potansiyeli olmasıyla açıklanabilir (Gat, 2015). Buradan savaşların tamamen biyolojik dürtülerin ürünü olduğu sonucu da çıkmaz. Savaşın ortaya çıkması için savaştan beklenen bir fayda, gerekli teçhizat, toplumsal organizasyon ve savaşı teşvik eden bir savaş kültürü olması gerekir. Giriş kısmında belirttiğimiz gibi evrimleşmiş eğilimler çevreyle ve kültürle etkileşim içinde davranışı ortaya çıkarırlar. Araştırmalardan çıkarılabilecek sonuç savaşın yakın tarihli bir kültürel icat olduğu fikrinin savunulamayacak olduğudur (LeBlanc, 2014).

Savaşın evrimsel tarihimizin bir parçası olması aslında daha temel bir teorik sorunu gözler önüne serer: Savaş eğilimi ne amaçla evrimleşmiş olabilir? Standart evrimsel açıklamalar insandaki savaşı açıklamakta yetersiz kalır çünkü karıncalardan farklı olarak aynı safta savaşan insanlar arasında genetik yakınlık yoktur ve şempanzelerden farklı olarak savaşan insanlar kişisel çıkar amacıyla hareket etmezler (Zefferman & Mathew, 2015). Hayatını kaybedenlerin oranı düşünüldüğünde savaş savaşanların üreme başarısını ciddi şekilde azaltan bir davranış gibi görünmektedir. Savaşın evrimsel gerekçeleriyle ilgili henüz genel kabul görmüş geniş kapsamlı bir teori geliştirilmemiş olsa da kısmi açıklamalar sunan iki görüşü burada kısaca özetleyebiliriz.

Uzun yıllar Amazon’da yaşayan Yanomamö kabilelerindeki savaşı inceleyen Napoleon Chagnon’a (1988) göre savaş aslında savaşta başarılı olanların üreme başarısını arttırmaktadır.  Yanomamö savaşçıları savaşlarının bir numaralı gerekçesi olarak daha önceki bir yenilginin intikamını almayı gösterirler. Savaşlar da ilk olarak genellikle “kadın yüzünden” çıkar. Savaşta düşman öldürebilen savaşçılar genellikle daha sonra daha fazla eşe ve daha fazla çocuğa sahip olurlar. Dolayısıyla riskli de olsa savaş yapma eğilimi bu yolla seçilmiş olabilir. Bunla uyumlu olarak görülebilecek bir deneysel bulgu, erkeklerin çekici kadın resimlerine maruz kaldıktan sonra savaş yanlısı tutumlarında artma olmasıdır (Chang, Lu, Li & Li, 2011).

İkinci bir görüşe göre insanlarda, başka hayvanlarda görülmeyen düzeyde olan grup içi işbirliği ve özgecilik, gruplar arası çatışmayla beraber evrimleşmiştir. Oyun teorisine dayalı analizler geçmiş çevre şartlarıyla ve toplumsal şartlarla ilgili bazı makul varsayımlar yapıldığında bu tür bir özgecilik-çatışma eş-evrimin mümkün olduğunu göstermiştir (Choi & Bowles, 2007). Gruplar arası çatışmada rol alanlar daha çok erkekler olduğu için “grup içine karşı özgecilik, grup dışına karşı çatışma” stratejisinin daha çok erkekler için geçerli olduğu düşünülebilir. Bu mantık uyarınca ortaya atılan hipotezlerden biri “erkek savaşçı” hipotezidir (McDonald, Navarrete & Van Vugt, 2012). Bunu destekleyen bir deneysel bulgu, gruplar arası rekabet fikri uyandırıldığında, erkeklerin ekonomik bir oyunda grup üyelerine daha fazla para aktarmasıdır. Kadınların para aktarımı ise gruplar arası rekabet manipülasyonundan etkilenmemiştir (Van Vugt, De Cremer & Janssen, 2007).

Yakın İlişkilerde Erkek Şiddeti

Yakın ilişkideki çiftler arasındaki şiddet en genel anlamıyla cinsel çatışma (sexual conflict) teorisi çerçevesinde incelenebilir (Parker, 2006). İlişki içindeki kadın ve erkeğin evrimsel/genetik çıkarları kısmen örtüşürken kısmen de çatışır. Buna göre çatışma, ilişkilerde ara sıra ortaya çıkan bir arıza değil, belli şartlar altında sistematik olarak ortaya çıkması beklenebilecek bir durumdur. Çatışma cinsel ilişki öncesi dönemde, cinsel ilişki döneminde veya ilişki bittikten sonraki dönemde olabilir. Mesela erkekle kadın arasında cinsel ilişkinin yaşanıp yaşanmayacağı veya ne zaman ve hangi şartlar altında yaşanacağı konusunda sık sık çatışma baş gösterir. Kadın cinsel ilişkiye geçmeden önce bağlılık (commitment) göstergeleri ararken erkek bir an önce cinsel ilişki dönemine geçmek için bağlılık düzeyiyle ilgili gerçeği yansıtmayan göstergeler sunabilir (Haselton, Buss, Oubaid & Angleitner, 2005).

Gene bu teoriye göre şiddet, çiftlerin ilişki içinde ortaya çıkan ve evrimsel çıkarlarını tehdit eden sorunları çözmek için zaman zaman başvurdukları adaptif olabilen bir stratejidir. Babalığın belirsizliği (paternity uncertainty) erkeğin genetik çıkarlarını tehdit eden daimi bir potansiyel sorun olarak görüldüğü için evrimsel psikolojide erkekte bu sorunu çözmek amacıyla kadını cinsel açıdan sahiplenmeye ve onu aldatmaktan caydırmaya yönelik adaptasyonların evrimleştiği varsayımı yapılır (Wilson & Daly, 1996). Yani kadının ilişki dışı cinselliğini kısıtlamak erkeğin evrimsel çıkarlarının gereğidir. Bu kısıtlama çabası bazan baskıcı ve şiddet içeren davranışlar şeklinde ortaya çıkabilir. Aşağıdaki adaptif problemlere karşı erkeklerde şiddet davranışının ortaya çıkabildiği değişik ölçülerde belgelenmiştir (Buss & Duntley, 2011):

1. Başka erkeklerin eşi kaçırma girişimleri: Erkekler özellikle maddi durum, iş olanakları ve fiziksel güç bakımından kendilerinden üstün olan yabancı erkeklerin eşlerine göz koymasını tehdit olarak algılarlar. Bu gibi durumlarda şiddet ortaya çıktığında genellikle eşe değil yabancı erkeğe yöneliktir. Fakat eşi başka erkeklerle görüşmekten alıkoymak için eşe de yönelebilir (Wilson & Daly, 1996).

2. Eşin cinsel sadakatsizlik gösterdiği şüphesi: Eşin cinsel sadakatsizliği ve bunun sonucunda erkeğin kendi genlerini taşımayan bir çocuğa maddi ve manevi yatırım yapması olasılığı erkeğin evrimsel çıkarlarına en doğrudan tehdittir. Erkeğin bu sorunu çözmek için kullandığı yöntemlerden biri şiddettir. Nitekim erkeğin ilişki içinde olduğu kadına karşı gösterdiği şiddetin en baş sebeplerinden birinin aldatılma şüphesi olduğu gösterilmiştir (Daly, Wilson & Weghorst, 1982). Bu şüpheye karşı ortaya çıkabilen şiddet türlerinden biri de ilişki içi cinsel tecavüzdür (Goetz, Shackelford & Camilleri, 2008; Kaighobadi, Shackelford & Goetz, 2009). Benzer şekilde hamileyken ilişki içi şiddete uğrayan kadınların, diğer kadınlara kıyasla, başka bir erkekten hamile olma olasılıklarının daha yüksek olduğu gösterilmiştir (Taillieu & Brownbridge, 2010).

3. Kaynak sıkıntısı: Fakirlik veya ekonomik kaynak sıkıntısı aile içi şiddeti arttıran bir unsurdur (Wilson & Daly, 1993; Balci & Ayranci, 2005). Bunun geleneksel açıklaması ekonomik sıkıntının getirdiği stres olsa da evrimsel bakış açısı eşi elden kaçırma korkusunun erkeği bir çözüm olarak kadına karşı şiddete yönelteceği olasılığını da bize düşündürür.

4. Eşler arasında çekicilik farklılığı: Kadının eş değerinin (mate value) daha yüksek olması erkeği gene eşi elinden kaçıracağı korkusuna ve çözüm olarak şiddete yöneltebilir (Graham-Kevan & Archer, 2009).

5. Eşin terk etmiş olması: Terk edilmiş erkekler bazan eşi tekrar elde etmek için bazan da eşin başka bir erkekle ilişki kurmasını engellemek için son çare olarak şiddete başvururlar (Perilloux & Buss, 2008). Daha önceki maddelerde olduğu gibi burada da bu şiddetin kendi başına bir adaptasyon mu yoksa başka bir adaptasyonun adaptif olmayan bir yan ürünü mü olduğu tartışmalıdır.

Erkek şiddetinin temel amacının kadının cinselliğini kontrol etmek olduğunda evrimsel yaklaşımla feminist yaklaşım uyuşmaktadır. Bu iki yaklaşımın (son 15 yıldaki sert tartışmalar göz önüne alındığında) uyuşamaz gibi göründüğü konu tecavüzdür. Evrimsel yaklaşım başka şiddet türleri gibi tecavüzün de evrimleşmiş mekanizmaların ürünü olduğunu savunurken geleneksel feminist yaklaşım tamamen sosyal öğrenmenin ürünü olduğunu savunur. Vandermassen’e (2011) göre iki tarafın savunucuları biraz daha açık fikirli olurlarsa iki tarafın da öne sürdüğü faktörleri içine alan daha geniş kapsamlı bir tecavüz teorisi ortaya konabilir. Kısaca özetlemek gerekirse, Vandermassen’e göre bir adaptasyonun ürünü de olsa, adaptif olmayan bir yan ürün de olsa, tecavüzün kökeni erkeğin ve kadının evrimleşmiş cinselliklerinde yatar (ayrıca bak. Thornhill & Palmer, 2000). Tecavüzün cinsellikle ilgili olmadığı şeklindeki geleneksel feminist slogan bilimsel açıdan ciddiye alınabilecek bir fikir değildir. Diğer taraftan tecavüzle ilgili geleneksel evrimsel hipotez de bilimsel bulgular tarafından desteklenmemektedir. Bu hipoteze göre tecavüz eş bulamamış düşük statülü erkeklerin üreyebilmek için son çare olarak kullandıkları bir yöntemdir. Oysa araştırmalara göre tecavüzcülerin çoğunluğu ne düşük statülüdür ne de cinsel açıdan tecrübesizdir. Özellikle savaş zamanı meydana gelen tecavüz olaylarında kadının genellikle tecavüzden sonra öldürülmesi de erkeğin temel amacının üreme olmadığını göstermektedir. Vandermassen Smuts’ın (1995) analizinden esinlenerek ataerkilliğin ürünü olan cinsiyet ideolojilerinin, özellikle erkeğin kadın üzerinde hakim olmasını ve gerektiğinde kadına karşı şiddet kullanmasını meşru gören anlayışın, tecavüzün açıklanmasında önemli bir unsur olduğunu düşünmektedir. Bunu kabul etmek evrimsel yaklaşıma ters düşmez çünkü ataerkilliğin kendisi de biyolojik ve kültürel evrimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak erkek doğası gereği kadının cinselliğini kontrol etmek isteyecektir. Fakat bu isteğin baskıcı ve şiddet içerecek şekillerde ortaya çıkıp çıkmayacağı kısmen öğrenmeye ve kültürde hakim olan ideolojilere bağlıdır.

Kadınlarda Şiddet

Kadınlarda erkeklerdeki kadar şiddet ve saldırganlık görülmediği öteden beri bilinir. Bu farkın geleneksel açıklamalarından biri yetiştirme tarzı farklılıklarıdır: Erkek çocuklar erkek stereotipi olan girişimci, baskın ve gerektiğinde saldırgan olacak şekilde yetiştirilirken kız çocuklar kadın stereotipi olan duyarlı, şefkatli ve gerektiğinde taviz verecek şekilde yetiştirilir. Fakat bu yaklaşım bu stereotiplerin nereden geldiği sorusuna cevap vermemektedir (Cross & Campbell, 2014). Evrimsel yaklaşım ise bu farkların gelişigüzel sosyal ve tarihsel olaylar yüzünden ortaya çıkmayıp biyolojik bir temele dayandığını savunmaktadır. Bu temeli en açık şekilde tasvir eden de Trivers’ın (1972) ebeveyn yatırımı teorisidir. Buna göre birçok memeli türünde erkekler kolayca yeri doldurulabilecek bir sperm verme dışında üreme faaliyetine katkıda bulunmazken dişiler hamilelik, emzirme ve yavruya bakma anlamında bir ebeveyn olarak çok daha fazla yatırım yaparlar. Daha fazla yatırım yapan cinsin kötü bir eş tercihinden kaybedeceği daha fazla şey vardır. Bu yüzden dişiler eş tercihinde daha ihtiyatlı ve seçici olacak şekilde evrimleşmişken erkekler daha değerli olan dişi cinsi elde edebilmek için birbirleriyle rekabet edecek ve gerektiğinde saldırganlık gösterecek şekilde evrimleşmişlerdir.

Baskınlık ve topluluk içinde yüksek statü sahibi olmak erkekler gibi dişi hayvanların da üreme başarısını arttırmakla beraber dişi hayvanlar bu tür bir statüye sahip olmak için genellikle erkekler kadar riskli davranışlar sergilemezler (Sharp & Clutton-Brock, 2011). Bunun evrimsel sebebi kazanacaklarının nispeten az, kaybedebileceklerinin nispeten çok olmasıdır. Araştırmalar annenin ölüm veya başka sebeplerle ortada olmamasının, babanın olmamasına kıyasla, çocukların hayatta kalması üzerinde çok daha etkili olduğunu göstermiştir (Sear & Mace, 2008). Dolayısıyla saldırganlıkta kadın-erkek farklarının bir evrimsel sebebi erkeklerin baskınlık kurmak için gerektiğinde saldırganlık gösterecek şekilde evrimleşmesiyse bir diğer sebebi de kadınların çocuğun hayatını tehlikeye atacak riskli davranışlardan (ve dolayısıyla saldırganlıktan) kaçınacak şekilde evrimleşmiş olmasıdır (Campbell, 1999).

Bu farkın psikolojik düzeydeki açıklaması ise kadınların riskli durumlara girmekten daha çok korku duyduğu ve cezaya karşı daha duyarlı olduğudur (Byrnes, Miller & Schafer, 1999; Campbell, 2006). Kadınların erkeklerden daha sık ve daha yoğun korku duygusu yaşadığı birçok araştırmada gösterilmiştir (Else-Quest, Hyde, Goldsmith & Van Hulle, 2006). Dışarıdan testosteron alımının kadınlarda korku şartlanması tepkisini azaltması bu farkın testosteron düzeyi farkından kaynaklandığını düşündürmektedir (Hermans, Putman, Baas, Koppeschaar & van Honk, 2006). Buna göre saldırganlıktaki cinsiyet farkı ketleyici niteliğe sahip korku duygusundan kaynaklanmaktadır. Saldırganlık davranışını tetikleyen duygu olan öfke bakımından ise önemli bir kadın-erkek farkı yoktur (Archer, 2004). Kişilik özelliklerine baktığımızda ise cinsiyet farkını ortaya çıkaranın dürtüsellik (impulsivity) değil heyecan arama (sensation seeking) olduğu görülmektedir (Cross, Copping & Campbell, 2011).

Kadınlarda şiddet erkeklerde olduğu gibi ergenlik çağında tepe noktasına ulaşır ve eş bulmayla ilişkilidir (Ness, 2004). Kadın kavgalarının önemli bir kısmını kadının kendi cinselliğiyle ilgili söylentilere verdiği tepki oluşturur. Erkek için önemli eş seçimi kriterlerinden biri kadının cinsel namusu olduğu için kadının, namusuna dil uzatılmasına şiddetle tepki vermesi adaptif olarak görülebilir. Gene de kadınlar yumruk ve tekme atmak gibi riskli saldırganlık şekillerini değil, daha risksiz sayılabilecek kötü söz söyleme ve tehdit etme gibi saldırganlık yöntemlerini tercih ederler (Archer, 2009).

Yakın tarihli bir araştırma (Wölfer & Hewstone, 2015) cinsler içi ve cinsler arası saldırganlık farklarının açıklanmasında cinsel seçilim teorisiyle (Archer, 2009; Darwin, 1871) sosyal rol teorisini (Eagly, 1987) karşılaştırmıştır. Katılımcı olarak 11,000 kadar lise öğrencisi kullanılmış ve bunların sınıf içi arkadaşlık ve saldırganlık ağları incelenmiştir. Cinsel seçilim teorisinden türetilen ve saldırganlığı yordayabilecek değişkenler olarak erkekler arasında keskin sosyal hiyerarşiye, sınıftaki erkek-kız oranının eşitlikten ne kadar saptığına ve erkeklerle kızlar arasındaki beden-kütle endeksi farkına bakılmıştır. Sosyal rol teorisinden türetilen ve saldırganlığı yordayabilecek değişkenler olarak ise sınıftaki cinsiyet normlarının eşitlikten ne kadar saptığına ve erkeklik normlarının şiddete ne ölçüde izin verdiğine bakılmıştır. Araştırma sonucunda beklendiği gibi cinsel seçilim teorisinden türetilen değişkenlerin cinsler içi saldırganlık farklılığını (erkek-erkek saldırganlığının kız-kız saldırganlığından daha sık olmasını) daha iyi yordadığı, sosyal rol teorisinden türetilen değişkenlerin ise cinsler arası saldırganlık farklılığını (erkeklerin kızlara yönelik saldırganlığının ters yöndeki saldırganlıktan daha sık olmasını) daha iyi yordadığı bulunmuştur. Araştırmacılar bu bulguları, saldırganlıkta cinsiyet farklarının açıklanmasında iki tür teoriye de (evrimsel ve sosyal) ihtiyacımız olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Fakat katılımcıların yaş ortalamasının 15 bile olmaması bulguların yetişkin popülasyona genellenebilirliği ve cinsel seçilimin gerçekten test edilip edilmediği konusunda kuşku yaratmaktadır.

Yakın ilişkilerde şiddet konusunda ise Batı toplumlarında kadınlarla erkekler arasında önemli bir saldırganlık farkı gözlenmemektedir (Archer, 2006). Yakın ilişki şiddetinde yaralananlar ve ölenler ağırlıklı olarak kadınlardır. Bunun sebebi erkeklerin üst düzey şiddet içeren saldırganlık yöntemlerini kadınlardan daha sık tercih etmeleridir. Saldırganlık vakalarının büyük çoğunluğunu oluşturan durumsal çift saldırganlığında (situational couple conflict) ise bir anlaşmazlık büyüyerek karşılıklı saldırganlığa dönüşür (Cross & Campbell, 2014). Bu tür saldırganlığı başlatma sıklığı bakımından cinsiyet farkı yoktur. Fakat dediğimiz gibi bu bulgu günümüz Batı kültürlerine özgüdür. Bunun sebeplerini anlamada kültürel yaklaşım evrimsel yaklaşıma yardımcı olabilir.

Kültür, Evrim ve Şiddet

Giriş kısmında belirttiğimiz gibi saldırganlık eğilimi doğuştan geliyor olsa da saldırgan davranışın ne şekilde ortaya çıkacağı kısmen bireyin içinde yaşadığı kültürün normları tarafından belirlenir. Batılı ülkelerde son zamanlarda değişen normlar yakın ilişki şiddetinde azalan ve yok olan cinsiyet farklarını açıklamada önemli bir rol oynayabilir. Yakın zamanlı araştırmalara göre erkeğin kadına karşı gösterdiği şiddet, kadının erkeğe karşı gösterdiği benzer nitelikteki şiddetle karşılaştırıldığında, daha kabul edilemez ve polis müdahalesini daha fazla gerektirir olarak görülmektedir (Felson & Feld, 2009). Bunun sonucunda kadının erkeğe karşı şiddet kullandığında şiddetle karşılık göreceğine dair beklentisi, yani risk beklentisi, azalmış, dolayısıyla riskli durumlara girmenin yarattığı korku azalmış, sonuçta kadın şiddet göstermek konusunda kendini daha rahat hisseder hale gelmiştir (Feld & Felson, 2008).

Büyük çaplı bir kültürler arası tarama Birleşmiş Milletler’in Cinsiyet Güçlenme Ölçümü (Gender Empowerment Measure: GEM) ile yakın ilişki şiddetinde cinsiyet farkları arasında yüksek bir korelasyon olduğunu göstermektedir (Archer, 2006). GEM puanı düşük ülkelerde şiddet erkek tarafı ağırlıklıdır. GEM puanı yüksek ülkelerde bu farkın kapanması hem erkeğin şiddete daha az başvurmasından hem de kadının şiddete daha fazla başvurmasından kaynaklanır. Yüksek GEM ülkeleri aynı zamanda daha bireyselci kültürlerdir. Kadının ailenin bir parçası olarak değil kendi başına bir birey olarak görülmesi de şiddetin azalmasına katkıda bulunmuş olabilir (Haj-Yahia, 2011). 

Bahsettiğimiz durumlar evrimsel eğilimlerin kültürel faktörlerle etkileşime girerek davranışı belirlediğine dair örneklerdir: Cinslerin saldırganlığın içerdiği riske ne kadar duyarlı olduğu muhtemelen evrimsel süreçte belirlenmiş farklardır fakat bu riskin ne düzeyde olduğu kültüre bağlı olduğu için saldırganlık davranışı da kültürden kültüre değişir. Bu etkileşimin verimli bir şekilde incelenebileceği modeller gen-kültür evrimi modelleridir (Laland & Brown, 2011). Bu kısımda son olarak bu türden bir modeli kısaca tanıtacağız.

Henrich, Boyd ve Richerson’a (2012) göre tek eşli evliliğin toplumsal bir norm haline gelmesi kültürel grup seçilimi sayesinde olmuştur. Ortaya çıktığı gruplarda tek eşli evlilik, evlilik yapamayan erkeklerin sayısını azaltmış, bu sayede hem erkekler arası rekabet ve şiddet hem de kadına yönelik tecavüz gibi suçlar azalmıştır. Ayrıca erkeğin çabasını yeni eşler bulmaya değil çocuğa yatırım yapmaya yöneltmesi ekonomik verimliliği arttırmıştır. Bunun sonucunda tek eşli grupların çok eşli evlilik yapılan gruplara karşı üstünlük kurması mümkün olmuş ve üstünlük kuran grubun normu da evrimsel anlamda seçilip yaygınlaşmıştır. Gene tek eşli evlilik sayesinde karı-koca arasındaki ortalama yaş farkı azalmıştır. Eşler arasındaki büyük yaş farkı evlilik içi şiddetle korelasyon gösterdiği bilinen bir durumdur (Daly & Wilson, 1988). Son olarak tek eşli evlilik hane içinde yaşayanların genetik yakınlığını arttırmış, bu sayede genetik çıkar çatışması azalmış ve sonuçta aile içi cinayet ve çocuk istismarı gibi durumlarda da azalma meydana gelmiştir. Sonuç olarak şiddetin azalmasını sağlayan şey kültürel bir normdur. Bu normun nasıl yaygınlaştığı ise çevre şartları ve evrimleşmiş psikolojik eğilimlerin etkileşimiyle açıklanabilir.

Genler, Evrim ve Şiddet

Giriş kısmında söylediğimiz gibi davranışsal bir özellik doğuştan geliyorsa, evrimsel bir adaptasyonsa, özelliğin kısmen genler tarafından kontrol ediliyor olması gerekir. İnsanlar arası şiddet farklılıklarının ortaya çıkmasında çevre şartları kadar genetik faktörlerin de rolü olduğu gösterilmiştir. İkiz araştırmalarını konu edinen yakın tarihli bir meta-analiz antisosyal davranıştaki varyansın %56’sının genlerin etkisiyle açıklanabileceğini ortaya koymuştur (Ferguson, 2010). Ayrıca kalıtsallık (heritability) ölçümleri şiddet konusunda genlerin rolünün yaş arttıkça büyüdüğünü göstermektedir (Ferguson, 2010).

Moleküler genetik araştırmaları MAOA enziminin geninin bir alelinin, özellikle çocukluk dönemi travmasıyla bir arada bulunduğunda, şiddet davranışının ve antisosyalliğin olasılığını ciddi şekilde arttırdığını göstermiştir (Caspi ve ark., 2002). Bu bulgu gen-çevre etkileşimine bir örnektir. Bu tür etkileşimlerin geleneksel olarak zannedilenden daha sık görüldüğü fikri son zamanlarda popülerlik kazanmıştır (Moffitt, Caspi & Rutter, 2006). Genlerin etkisinin çevreyle etkileşim içinde ortaya çıkıyor oluşu aynı zamanda bazı araştırmalarda gösterilen genetik etkilerin neden daha sonraki başka araştırmalarda tekrarlanamadığını da açıklayabilir: Farklı bir çevrede aynı genler aynı etkiyi ortaya çıkarmayabilirler (Beaver, Nedelec, Schwartz & Connolly, 2014).

Gen-çevre etkileşimleri geleneksel olarak strese yatkınlık (diathesis-stress) modeli çerçevesinde yorumlanmıştır. Buna göre genler özel bir davranışa bir yatkınlık yaratır fakat bu yatkınlığın davranışsal fenotipe yansıması için çevresel bir tetikleyici gerekir. Daha yakın tarihli bir yaklaşım ise Belsky’nin farklılaşmış hassasiyet (differential susceptibility) modelidir (Belsky & Pluess, 2009). Buna göre bazı gen alelleri riski arttıran değil plastikliği veya çevreden etkilenme potansiyelini arttıran aleller olarak görülmelidir. Bu tür alellere sahip bireyler çevre şartlarından iyi yönde de kötü yönde de daha fazla etkilenirler. Dolayısıyla elverişli çevre şartlarında popülasyon ortalamasının üstünde, elverişsiz çevre şartlarında popülasyon ortalamasının altında fenotipik özelliklere sahip olurlar. Bu modelin saldırganlık ve şiddet konusundaki öngörüleri henüz yeterli düzeyde test edilmemiştir.

Evrimsel tarihteki çevrede şiddet davranışı muhtemelen bugünkü çevredekinden daha adaptif olduğundan ve popülasyondaki gen sıklıkları çevre şartları kadar çabuk değişmediğinden bugün hala bizi şiddete eğilimli kılan genler taşıyoruz (Nedelec & Beaver, 2012). Bu genlerin özellikle gelişim sırasında var olan çevre şartlarıyla etkileşim içinde şiddet davranışını ortaya çıkarıyor olması ise çevresel müdahalelerle istenmeyen davranışların azaltılabileceği konusunda umut vericidir.

Gelişim, Evrim ve Şiddet

Geleneksel gelişimsel görüşlere göre saldırganlık gelişim sırasındaki bir anormallik sonucu ortaya çıkan bir bozukluktur (Ellis ve ark., 2012). Evrimsel görüşe göre ise saldırganlık başka türlü elde edilemeyecek kaynakları elde etmeye yönelik bir adaptasyon olabilir. Evrimsel temelli hayat tarihi (life history) yaklaşımına göre en adaptif strateji kaynak elde etmek için kısmen prososyal kısmen de zorlayıcı (coercive) davranış kullanmaktır (Hawley, 2011). İki davranış tarzını da etkin kullananlar sosyal açıdan baskın bireylerdir. Bu tür çocukların dışa dönük, sosyal zekası yüksek, ahlaki duyarlılık sahibi, sosyal açıdan beğenilen ve nispeten yüksek saldırganlık düzeyine (hem sosyal hem fiziksel) sahip kişiler olduğu gösterilmiştir (Hawley, 2003). Dolayısıyla saldırganlık eğilimi bir bozukluk veya irrasyonellik olarak görülemez: Saldırganlık bazı şartlar altında adaptif ve rasyonel olabilir.

Gene hayat tarihi teorisine göre evrimleşmiş mekanizmalar hayatın ilk yıllarındaki çevre şartlarını tespit edip bundan sonraki çevrenin de buna benzer olacağı varsayımını yaparak adaptif davranış stratejilerinin gelişimine yön verirler (Belsky, Steinberg, & Draper, 1991). Bu tür stratejilere koşullu adaptasyon (facultative adaptation) adı verilebilir. Mesela yüksek stresli, kıt kaynaklı ortamlarda büyüyen ve yetişkinlerle güvenli bağlanma kuramayan çocuklar “hızlı hayat tarihi stratejisi” benimserler: Buluğ çağına daha erken girerler, cinsel ilişkiye ve üremeye daha erken yaşta başlarlar, daha çok çocuk sahibi olurlar ve çocuğa daha az yatırım yaparlar. Bu stratejinin sonuçlarından biri de riskli davranışlar, yüksek düzey saldırganlık ve suçtur (Simpson, Griskevicius, Kuo, Sung & Collins, 2012; ayrıca bak. Belsky, 2012).

Figueredo, Gladden ve Hohman’ın (2012) kurduğu yapısal eşitlik modeline göre yavaş hayat stratejisi hem kişinin eş değerinde (mate value) hem de yürütücü zihinsel işlevlerinde artışa yol açar. Bu özellikler kısa dönemli eş ilişkisi kurma ve topluma düşmanlık besleme eğilimini baskılar. Bunun sonucunda psikopati ve saldırganlık eğiliminde azalma olur. Yani dolaylı olarak da olsa yavaş hayat stratejisinin saldırganlığı azaltıcı etkisi vardır.

Saldırganlığı azaltmayı hedefleyen müdahale programlarının farkında olması gereken hususlardan biri saldırgan davranışın çoğunlukla mevcut çevre şartlarına karşı verilen adaptif bir tepki olduğudur. Dolayısıyla etkili müdahale bir patolojiyle mücadele eder gibi olamaz. Çocuklarda akran zorbalığını önleme çabalarının karşılaştığı güçlükleri bu söylediğimize örnek olarak verebiliriz. Volk, Camilleri, Dane ve Marini (2012) bütün kültürlerde ve diğer sosyal memelilerde görülmesinden, genetik temelli olmasından ve kaynak ve statü eksikliği çeken ergenlerin genellikle istediğini elde etmesini sağlamasından hareketle akran zorbalığının evrimsel bir adaptasyon olduğunu iddia etmiştir. Akran zorbalığını önleme amacıyla çevre şartlarını değiştirme ve bu sayede zorbalığı adaptif olmaktan çıkarma esasına dayalı olarak Finlandiya Turku Üniversitesi’nde geliştirilen KiVa bu bakımdan umut verici bir müdahale programıdır (Kärnä ve ark., 2011).


Kaynaklar

Archer, J. (2004). Sex differences in aggression in real world settings: A meta-analytic review. Review of General Psychology, 8, 291–322.

Archer, J. (2006). Cross-cultural differences in physical aggression between partners: A social   role analysis. Personality and Social Psychology Review, 10, 133–153.

Archer, J. (2009). Does sexual selection explain human sex differences in aggression?     Behavioral and Brain Sciences, 32, 249–311.

Balci, Y. G., & Ayranci, U. (2005). Physical violence against women: Evaluation of women assaulted by spouses. Journal of Clinical Forensic Medicine, 12, 258–263.

Beaver, K. M., Nedelec, J. L., Schwartz, J. A., & Connolly, E. J. (2014). Evolutionary behavioral genetics of violent crime. T. K. Shackelford & R. D. Hansen (ed.), The evolution of violence kitabında (s. 117–135). New York: Springer.

Belsky, J. (2012). An evolutionary perspective on child development in the context of war andpolitical violence. T. K. Shackelford & V. Weekes-Shackelford (ed.), The Oxford handbook of evolutionary perspectives on violence, homicide, and war kitabında (s. 393–409). New York: Oxford University Press.

Belsky, J., & Pluess, M. (2009). Beyond diathesis stress: Differential susceptibility to environmental influences. Psychological Bulletin135, 885–908.

Belsky, J., Steinberg, L., & Draper, P. (1991). Childhood experience, interpersonal development, and reproductive strategy: An evolutionary theory of socialization. ChildDevelopment62, 647–670.

Buss, D.M. & Duntley, J.D. (2011).The evolution of intimate partner violence. Aggression and Violent Behavior, 16, 411–419.

Byrnes, J. P., Miller, D. C., & Schafer, W. D. (1999). Gender differences in risk taking: A meta-analysis. Psychological Bulletin, 125, 367–383.

Campbell, A. (1999). Staying alive: Evolution, culture and women’s intra-sexual aggression. Behavioral and Brain Sciences, 22, 203–252.

Campbell, A. (2006). Sex differences in direct aggression: What are the psychological mediators? Aggression and Violent Behavior11, 237–264.

Caspi, A., McClay, J., Moffitt, T. E., Mill, J., Martin, J., Craig, I. W., ve ark. (2002). Role of genotype in the cycle of violence in maltreated children. Science, 297, 851–854.

Chagnon, N. A. (1988). Life histories, blood revenge, and warfare in a tribal population. Science, 239, 985–992.

Chang, L., Lu, H. J., Li, H., & Li, T. (2011). The face that launched a thousand ships: The mating–warring association in men. Personality and Social Psychology Bulletin, 37, 976–984.

Choi, J.-K., & Bowles, S. (2007). The coevolution of parochial altruism and war. Science, 318, 636–640.

Cross, C. P., & Campbell, A. N. (2014). Violence and aggresion in women. T. K. Shackelford & R. D. Hansen (ed.), The evolution of violence kitabında (s. 211–232). New York: Springer.

Cross, C. P., Copping, L. T., & Campbell, A. (2011). Sex differences in impulsivity: a meta-analysis. Psychological Bulletin, 137, 97–130.

Daly, M. & Wilson, M. (1988). Homicide. New York: Aldine de Gruyter.

Daly, M., Wilson, M. I., & Weghorst, S. J. (1982). Male sexual jealousy. Ethology & Sociobiology, 3, 11–27.

Ellis, B. J., Del Giudice, M., Dishon, T. J., Figueredo, A. J., Gray, P., Griskevicius, V., ve ark. (2012). The evolutionary basis of risky adolescent behavior: Implications for science, policy, and practice. Developmental Psychology, 48, 598–623.

Else-Quest, N. M., Hyde, J. S., Goldsmith, H. H., & Van Hulle, C. A. (2006). Gender differences in temperament: A meta-analysis. Psychological Bulletin, 132, 33–72.

Feld, S. L., & Felson, R. B. (2008). Gender norms and retaliatory violence against spouse and acquaintances. Journal of Family Issues, 29, 692–703.

Felson, R. B., & Feld, S. L. (2009). When a man hits a woman: Moral evaluations and reporting violence to the police. Aggressive Behavior, 35, 477–488.

Ferguson, C. J. (2010). Genetic contributions to antisocial personality and behavior: A meta-analytic review from an evolutionary perspective. The Journal of Social Psychology150, 160–180.

Figueredo , A., J., Gladden, P. R., & Hohman, Z. (2012). The evolutionary psychology of criminal behavior. S. C. Roberts (ed.), Applied evolutionary psychology kitabında (s. 201–221). Oxford: Oxford University Press.

Gat, A. (2015). Proving communal warfare among hunter-gatherers: The Quasi-Rousseauan error. Evolutionary Anthropology, 24, 111–126.

Goetz, A. T., Shackelford, T. K., & Camilleri, J. A. (2008). Proximate and ultimate explanations are required for a comprehensive understanding of partner rape. Aggression and Violent Behavior, 13, 119–123.

Graham-Kevan, N., & Archer, J. (2009). Control tactics and partner violence in heterosexual relationships. Evolution and Human Behavior, 30, 445–452.

Haj-Yahia, M. M. (2011). Contextualizing interventions with battered women in collectivist societies: Issues and controversies. Aggression and Violent Behavior, 16, 331–339.

Haselton, M. G., Buss, D. M., Oubaid, V., & Angleitner, A. (2005). Sex, lies, and strategic interference: The psychology of deception between the sexes. Personality and Social Psychology Bulletin, 31, 3–23.

Hawley, P. H. (2003). Strategies of control, aggression and morality in preschoolers: An evolutionary perspective. Journal of Experimental Child Psychology85, 213–235.

Hawley, P. H. (2011). The evolution of adolescence and the adolescence of evolution: The coming of age of humans and the theory about the forces that made them. Journal of Research on Adolescence, 21, 307–316.

Henrich, J., Boyd, R., & Richerson, P. J. (2012). The puzzle of monogamous marriage. Philosophical Transactions of the Royal Society B367, 657–669.

Hermans, E. J., Putman, P., Baas, J. M., Koppeschaar, H. P., & van Honk, J. (2006). A single administration of testosterone reduces fear-potentiated startle in humans. Biological Psychiatry, 59, 872–874.

Kaighobadi, F., Shackelford, T. K., & Goetz, A. T. (2009). From mate retention to murder: Evolutionary psychological perspectives on men’s partner-directed violence. Review of   General Psychology, 13, 327–334.

Kärnä, A., Voeten, M., Little, T. D., Poskiparta, E., Kaljonen, A., & Salmivalli, C. (2011). A large-scale evaluation of the KiVa antibullying program: Grades 4–6. Child Development, 82, 311–330.

Keeley, L. (1996). War before civilization. Oxford: Oxford University Press.

Keeley, L. (2014). War before civilization – 15 years on. T. K. Shackelford & R. D. Hansen (ed.), The evolution of violence kitabında (s. 23–31). New York: Springer.

Laland, K.N., & Brown, G.R. (2011). Sense and nonsense: Evolutionary perspectives on human behaviour. Oxford: Oxford University Press.

LeBlanc, S. A. (2014). Warfare and human nature. T. K. Shackelford & R. D. Hansen (ed.), The evolution of violence kitabında (s. 73–97). New York: Springer.

McDonald, M. M., Navarrete, C. D., & Van Vugt, M. (2012). Evolution and the psychology of intergroup conflict: The male warrior hypothesis. Philosophical Transactions of the Royal Society B, 367, 670–679.

Moffitt, T. E., Caspi, A., & Rutter, M. (2006). Measured gene-environment interactions in psychopathology: Concepts, research strategies, and implications for research, intervention, and public understanding of genetics. Perspectives on Psychological   Science, 1, 5–27.

Nedelec, J. L., & Beaver, K. M. (2012). The association between sexual behavior and antisocial behavior: Insights from an evolutionary analysis. Journal of Contemporary Criminal Justice, 28, 329–345.

Ness, C. D. (2004). Why girls fight: Female youth violence in the inner city. Annals of the American Academy of Political and Social Science, 595, 32–48.

Parker, G. A. (2006). Sexual selection over mating and fertilization: An overview. Philosophical Transactions of the Royal Society B361, 235–259.

Perilloux, C., & Buss, D. M. (2008). Breaking up romantic relationships: Costs experienced and coping strategies deployed. Evolutionary Psychology, 6, 164–181.

Pinker, S. (2011). The better angels of our nature: Why violence has declined. Londra: Viking Books.

Sear, R., & Mace, R. (2008). Who keeps children alive? A review of the effects of kin on child survival. Evolution and Human Behavior, 29, 1–18.

Sharp, S. P., & Clutton-Brock, T. H. (2011). Reluctant challengers: Why do subordinate female meerkats rarely displace their dominant mothers? Behavioral Ecology, 22, 1337–1343.

Simpson, J. A., Griskevicius, V., Kuo, S. I.-C., Sung, S., & Collins, W. (2012). Evolution, stress, and sensitive periods: The influence of unpredictability in early versus late childhood on sex and risky behavior. Developmental Psychology, 48, 674–686.

Smuts, B. (1995). The evolutionary origins of patriarchy. Human Nature, 6, 1–32.

Taillieu, T. L., & Brownridge, D. A. (2010). Violence against pregnant women: Prevalence, patterns, risk factors, theories, and directions for future research. Aggression and Violent Behavior, 15, 14–35.

Thornhill, R., & Palmer, C. T. (2000). A natural history of rape: Biological bases of sexual coercion. Cambridge: MIT Press.

Trivers, R. L. (1972). Parental investment and sexual selection. B. Campbell (ed.), Sexual selection and the descent of man 1871–1971 kitabında (s. 136–179). Chicago: Aldine.

Van Vugt, M., De Cremer, D., & Janssen, D. P. (2007). Gender differences in cooperation and competition: The male-warrior hypothesis. Psychological Science, 18, 19–23.

Vandermassen, G. (2011). Evolution and rape: A feminist Darwinian perspective. Sex Roles, 64, 732–747.

Volk, A., Camilleri, J., Dane, A., & Marini, Z. (2012). Is adolescent bullying an evolutionary adaptation? Aggressive Behavior, 38, 222–238.

Wilson, E. O. (1978/2004). On human nature. Cambridge: Harvard University Press.

Wilson, M. I., & Daly, M. (1993). An evolutionary perspective on male sexual proprietariness and violence against wives. Violence and Victims, 8, 271–294.

Wilson, M. I., & Daly, M. (1996). Male sexual proprietariness and violence against wives. Current Directions in Psychological Science, 5, 2–7.

Wilson, M. L., Boesch, C., Fruth, B., Furuichi, T., Gilby, I. C., Hashimoto, C., ve ark. (2014). Lethal aggression in Pan is better explained by adaptive strategies than human impacts. Nature, 513, 414–417.

Wölfer, R., & Hewstone, M. (2015). Intra- versus intersex aggression: Testing theories of sex differences using aggression networks. Psychological Science, 26, 1285–1294.

Zefferman, M. R., & Mathew, S. (2015). An evolutionary theory of large-scale human warfare: Group-structured cultural selection. Evolutionary Anthropology, 24, 50–61.



0 yorum:

Yorum Gönder