27.09.2015

İşkence Her Zaman Yanlış mıdır?


Bu yılın Temmuz ayında uzun zamandır beklenen şey oldu ve bağımsız bir kuruluşun raporu Amerikan Psikoloji Birliği'nin (American Psychological Association; APA) ileri gelenlerinin George Bush döneminde ulusal güvenlik adına yapılan işkence uygulamalarında devlet görevlileriyle işbirliği yaptığını belgeledi. Bunun üzerine APA yapılanlardan dolayı özür dileyen bir bildiri yayınladı ve gerekli önlemlerin alınacağına dair söz verdi. Bu önlemlerin arasında psikologların bu tür sorgulamalarda görev almalarını yasaklamak da vardı.

   
Yaşananlar bütün dünyadaki psikoloji camiası için şaşırtıcı ve üzücüydü. Fakat bazı psikologlar APA'nın yaptığı açıklamaları ve aldığı önlemleri aşırı bir tepki olarak gördüler. Konunun pratik ayrıntılarından biraz geriye çekilip daha teorik bir perspektiften baktığımızda temel meselenin "işkence her zaman yanlış mıdır?" sorusu olduğunu görüyoruz. Bu yazıda genel eğilimin tersine bu soruya "hayır" cevabı veren ve APA'nın genel tutumunu eleştiren bir makaleyi ele alacağız (O'Donohue ve ark., 2014).
   
Saatli Bomba ve İşkence
   
Amerikan psikoloji camiasında işkence konusu son skandal ortaya çıkmadan önce de zaman zaman tartışılmıştı. Mesela Costanzo ve ark. (2007) işkencenin her zaman ahlaken yanlış olduğunu ve psikologların işkence içeren sorgulamalarda yer almamaları gerektiğini savunurken Suedfeld (2007) işkence görecek kişiyi koruma sorumluluğumuz olduğu gibi işkence yapılmayıp gerekli bilgiye ulaşılamadığında zarar görecek olan kişileri koruma sorumluluğumuz da olduğunu, dolayısıyla "işkence her zaman yanlıştır" şeklinde bir mutlak kural koyulamayacağını savunmuştu. Ayrıca Zimbardo'nun ünlü Stanford hapishane deneyini hatırlatarak psikologların sorgulamalarda yer almalarının sorgulayıcıların davranışlarının etik sınırlar dışına çıkmadan daha etkin olmasına katkıda bulunabileceğini iddia edenler olmuştu.
  
Meseleye ahlak felsefesi açısından bakarsak işkencenin kabul edilebilirliğiyle ilgili ne söyleyebiliriz? Bu soru felsefe literatüründe daha çok saatli bomba (ticking time bomb) senaryosu bağlamında tartışılagelmiştir. Bu senaryoda elimizde bir tutuklu vardır. Tutuklu kısa bir süre sonra patlayacak ve birçok masum insanın ölümüne sebep olacak olan bir bombanın yerini bilmektedir. Tutuklunun bombayı hazırlayan ve yerleştiren kişi olup olmaması önemli değildir. Önemli olan tutuklunun bombanın yeriyle ilgili bilgiyi bize vermeyi reddetmesi ve başka yollarla bu bilgiyi kendisinden alamayacak olmamızdır. Aynı zamanda işkence altında tutuklunun bu bilgiyi bize vermeyi kabul edeceğine ve bu bilgi sayesinde bombayı zamanında etkisiz hale getirerek insanların ölümünü önleyebileceğimize dair makul bir beklentimiz vardır. Bu özel koşullar altında işkence kabul edilebilir mi? O'Donohue ve arkadaşlarına göre üç önemli normatif ahlak görüşü de (faydacılık, deontoloji ve erdem etiği) bu soruya kategorik olarak "hayır" cevabı vermez.
   
Faydacılık ve İşkence
   
Sonuççuluk (consequentialism) veya onun daha özel bir hali olan faydacılık (utilitarianism) bir davranışın ahlaken doğru olup olmadığına karar verirken göz önüne alınması gereken tek şeyin davranışın olası sonuçları olduğunu söyler. Saatli bomba senaryosunda göz önüne alınıp karşılaştırılması gereken sonuçlar işkence sonucunda tutuklunun çekeceği acı ile işkence yapmamanın sonucunda ölecek olan insanlardır. Bu basit analiz birçok faydacıyı zorunlu olarak şu sonuca götürür: Bu şartlar altında işkence yapmak sadece kabul edilebilir değil aynı zamanda ahlaken zorunludur. Yani işkence yapmamak ahlaksızlıktır.

Fakat bu basit analizin fazla basit olduğunu düşünenler de var. Bufacchi ve Arrigo'ya (2006) göre işkencenin hoş görülmesinin ve kurumsallaşmasının toplum açısından çeşitli sakıncaları vardır (ayrıca bak. Arrigo ve ark., 2015). Yani göz önüne alınması gereken sonuçlar sadece işkence mağduru kişi ve hayatı kurtarılan kişi için doğan sonuçlar değil, aynı zamanda daha geniş bir yelpazede ve daha uzak gelecekte ortaya çıkacak sonuçlardır. Mesela Bufacchi ve Arrigo'ya göre devlet kurumlarının işkence yapması bu kurumlara olan güveni sarsar. Teröristlerin misilleme yapmasına ve gelecekte daha radikal olmasına yol açabilir. Aynı zamanda işkencecilerin gelecekteki ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. 
  
O'Donohue ve arkadaşlarına (2015) göre ise bütün bu olasılıklar hesaba katıldığında bile faydacılık bizi zorunlu olarak işkencenin yanlış olduğu sonucuna götürmez. Zira işkence yapılmadığında ve birçok masum insan öldüğünde de benzer sonuçlar ortaya çıkabilecektir: Devlet kurumlarının elinde imkan varken masum insanların ölümünü engelleyememesi bu kurumlara olan güveni sarsacaktır. Terörün işe yaradığını görmek teröristleri cesaretlendirip daha da radikalleştirebilecektir. Son olarak, işkence yapmayı reddettiği veya cesaret edemediği için masum insanların öldüğünü görmek de devlet görevlilerin gelecekteki ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. İşkencenin kabul edilebilir olduğu durumlar vardır diyen faydacı argüman işkencenin kurumsallaşmasını savunmaz. Sadece her genel kuralda olduğu gibi işkence karşıtı kuralın da istisnaları olabileceğini söyler (ayrıca bak. Allhoff, 2005; Wisnewski, 2009).
  
Deontoloji ve İşkence

Deontolojiye göre bir davranışın ahlaken doğru olup olmadığına karar verirken davranışın genel ahlaki kurallarla ve görevlerle uyumlu olup olmadığına bakılır. Bu görüşün en ünlü temsilcilerinden Immanuel Kant ancak evrensel bir yasa haline getirilmesi uygunsa bir davranışın ahlaken doğru olabileceğini söyler. Mesela yalan söylemek hoş görülemez çünkü herkesin her an yalan söyleme hakkına sahip olduğu bir dünya ahlaken kabul edilebilir bir dünya değildir. Davranışın olası sonuçları davranışın ahlaka uygun olup olmadığıyla ilgili yargımızı etkilemez. Bu fikrin slogan şeklindeki ifadesini "Fiat justitia ruat caelum" (adalet yerini bulsun, isterse gökler yıkılsın) sözünde bulabiliriz: Sonuçları ne olursa olsun adaletin yerine getirilmesi ahlaki bir zorunluluktur. Gene Kant'a göre insanları hiçbir zaman sadece bir araç olarak görmemek, amaç ne olursa olsun diğer insanların haklarını çiğnememek gerekir. Bu şekilde bakıldığında deontoloji işkenceyi kategorik olarak reddeder gibi görünüyor: İşkence mağdurun en temel haklarını çiğniyor, bilgi edinmek için onu sadece bir araç olarak kullanıyor. Ayrıca işkence en genel ahlak kurallarıyla da çelişir ve kesinlikle evrensel olarak geçerli olmasını isteyeceğimiz bir davranış değildir.
  
Fakat meseleye daha dikkatli baktığımızda bu sonuca o kadar kolay ulaşamayacağımızı görürüz. Saatli bomba senaryosunda ne yaparsak yapalım hakları çiğnenecek insanlar vardır: Ya işkence yapacağız ve tutuklunun zarar görmeme hakkı çiğnenecek ya da işkence yapmayacağız ve masum insanların yaşama hakkı çiğnenecek. Bu durumda "kimin hakları daha önemli" veya "kime karşı görevimiz daha öncelikli" sorusuyla karşı karşıya geliriz. Kant'ın kendisi bile başkalarının haklarını çiğneyen bir insanın kendi bazı haklarından da vazgeçmiş sayılacağını söyler. Bu yüzden mesela suç işlemiş bir insanı özgürlük hakkından vazgeçmiş sayıp tutuklayabiliyoruz. Dolayısıyla Kantçı bakış, saatli bomba senaryosundaki tutuklunun da topluma karşı görevini yerine getirmeyerek ahlaki topluluğun dışına çıkmış olduğunu ve işkence görmeme hakkından vazgeçmiş sayılacağını söyleyebilir.
   
Bir diğer deontolojik prensip çifte etki (double effect) doktrinidir. Aquino’lu Tommaso’nun ifade ettiği bu prensibe göre başka birine verdiğimiz zarar o kişiye zarar verme amacıyla yapılıyorsa kabul edilemez. Fakat zarar başka bir amaca yönelik davranışın (istenmeyen) yan etkisi olarak ortaya çıkıyorsa kabul edilebilir. Mesela tutukluya ceza vermek, ona acı çektirmek amacıyla işkence yapıyorsak bu kabul edilemez. Fakat amacımız başkalarının hayatını kurtaracak bilgiyi elde etmekse ve tutuklunun çektiği acı bu amaca yönelik davranışımızın (istenmeyen) bir yan etkisiyse işkence kabul edilebilir.

Erdem Etiği ve İşkence

Kökenleri Platon ve Aristoteles'e uzanan erdem etiğine göre hayatın amacı bir dizi takdire değer karakter özelliği, yani erdem geliştirmektir. Aristoteles’e göre bu erdemler şunlardır: bilgelik, ihtiyatlılık, adillik, azim, cesaret, açık fikirlilik, ılımlılık, cömertlik ve yüce gönüllülük. Saatli bomba senaryosunda erdem etiğine başvurduğumuzda sorulması gereken soru şudur: İşkence yapmak işkencecinin karakteriyle ilgili bize ne söylüyor? İlk bakışta işkenceye razı gelmenin arkasında bir karakter kusuru olduğunu düşünebiliriz. Fakat senaryoyu şöyle zenginleştirelim: İşgal ordusunun askerlerinden biri sırf nefret güdüsüyle bir okula bomba yerleştirdi. Bomba zamanında bulunup etkisiz hale getirilmezse yüzlerce çocuk ölecek veya yaralanacak. Askerin bu planı arkadaşları tarafından öğrenildi ve asker gözaltına alındı. Fakat asker bombayı nereye yerleştirdiğini söylemeyi reddediyor. Bu durumda bombanın yerini söyletmek ve düşman ülkenin çocuklarının ölmesini engellemek için bir askerin kendi silah arkadaşına işkence yapması erdemli bir davranış mıdır?

Bu psikolojik açıdan cevap verilmesi kolay bir soru değil. Fakat serinkanlı bir felsefi analiz cevabın evet olabileceğini bize gösteriyor. İşkencenin arkasındaki güdü çocuklar için duyulan merhametse, sonradan kendi yurttaşları tarafından ayıplanma riskine karşı gösterilen cesaretse, aynı zamanda sadece gerektiği kadar güç kullanmaya izin veren bir ılımlılıksa işkence erdemli ve dolayısıyla ahlaklı bir davranıştır diyebiliriz. Asker belki kendi arkadaşına işkence ettiği için vicdan azabı çekecek. Fakat askerin bunu da göze aldığını, "o çocukların yaşaması için hayatım boyunca vicdan azabı çekmeye razıyım" dediğini varsayalım. Bundan daha üst düzey bir yüce gönüllülük tasavvur etmek zor.

İşkence İşe Yarıyor mu?

Gördüğümüz gibi ne tür bir ahlaki görüşten hareket ediyor olursak olalım işkencenin ahlaken kabul edilebilir olduğu durumlar var (ayrıca bak. Spino & Cummins, 2014). Bu durumda APA'nın işkencenin hiçbir şekilde kabul edilemez olduğu yönündeki açıklamalarını fazla düşünülmeden yapılmış tepkisel açıklamalar olarak görebiliriz. Fakat hipotetik bir senaryoda işkencenin kabul edilebilir olduğu sonucuna varmak gerçek dünyada işkencenin kabul edilebilir olduğu durumların gerçekten ortaya çıktığını kabul etmeyi gerektirmiyor. Pratikte önemli bir mesele işkence sonucunda elde edilen bilginin güvenilir olup olmadığı. Saatli bomba senaryosu işkencenin işe yarayacağı, yani işkence sonucunda güvenilir bilgi elde edilebileceği varsayımına dayanıyor. İşkenceye karşı çıkanlar ise bu varsayımın pratikte çoğu zaman doğru olmadığını iddia ediyorlar.
   
Burada bir ayrım yapmak yararlı olacaktır. Sorgulamanın amacı işlenmiş bir suç konusunda sanıktan itiraf almaksa sanık gerçekten de işkenceden kurtulmak için sahte bir itiraf vermeyi tercih edebilir. Fakat saatli bomba senaryosuna daha çok benzeyen durumlarda, yani suçun henüz işlenmediği ve sorgulama sonucu elde edilen bilginin kolayca doğrulanabilir olduğu durumlarda, işkence pekala işe yarayabilir. Nitekim işe yaradığına dair tarihsel gözlemler var (Suedfeld, 2007). Yapılması ne kadar zor olsa da bu tür sorgulamaların ne kadar işe yaradığıyla ilgili sistematik araştırmalara acil olarak ihtiyaç var (Russano ve ark., 2005; ayrıca bak. Allhoff, 2014).
   
Sonuç
     
Bütün bunlardan hareketle varılabilecek iki ayrı sonuç var. İlk olarak, daha önce Amerikan Antropoloji Birliği (bak: Amerikan Antropolojisinin Üstündeki Karanlık) ve Türk Psikologlar Derneği (bak: Otizm, Ateizm ve Türk Psikologlar Derneği) bağlamında söylediğimiz şeyi tekrar edeceğiz: Bilimsel kurumlar kamuoyu baskısını bertaraf etmek amacıyla bilimsel veya entelektüel açıdan savunulamayacak tepkisel açıklamalar yapmamalılar.
    
İkinci olarak, bilimsel araştırma ve felsefi analiz sonuçları her zaman sezgisel olarak doğru kabul ettiğimiz fikirlerle uyumlu olmuyor. Zaten bilimi ve felsefeyi değerli kılan da bu: Ufkumuzu genişletme ve dünya görüşümüzü değiştirme potansiyelleri.
   

Kaynaklar

Allhoff, P. (2005). A defense of torture: Separation of cases, ticking time-bombs, and moral justification. International Journal of Applied Philosophy, 19, 243-264.

Allhoff, F. (2014). Empirical objections to torture: A critical reply. Terrorism and Political Violence, 26, 621-649.

Arrigo, J. M. ve ark. (2015). The “good” psychologist, “good” torture, and “good” reputation – Response to O’Donohue, Snipes, Dalto, Soto, Maragakis, and Im (2014) “The Ethics of Enhanced Interrogations and Torture”. Ethics & Behavior, 25, 361-372.

Bufacchi, V., & Arrigo, J. M. (2006). Torture, terrorism and the state: A refutation of the ticking-bomb argument. Journal of Applied Philosophy, 23, 354-373.

Costanzo, M., Gerrity, E., & Likes, M. B. (2007). Psychologists and the use of torture in interrogations. Analyses of Social Issues and Public Policy, 7, 7-20.

O’Donohue, W. ve ark. (2014). The ethics of enhanced interrogations and torture: A reappraisal of the argument. Ethics & Behavior, 24, 109-125.

O’Donohue, W. ve ark. (2015). Psychologists and the ethical use of enhanced interrogation techniques to save lives. Ethics & Behavior, 25, 373-385.

Russano ve ark. (2005). Investigating true and false confessions within a novel experimental paradigm. Psychological Science, 16, 481-486.

Spino, J., & Cummins, D. D. (2014). The ticking time bomb: When the use of torture is and is not endorsed. Review of Philosophy and Psychology, 5, 543-563.

Suedfeld, P. (2007). Torture, interrogation, security, and psychology: Absolutist versus complex thinking. Analyses of Social Issues and Public Policy, 7, 55-63.

Wisnewski, J. J. (2009). Hearing a still-ticking bomb argument: A reply to Bufacchi and Arrigo. Journal of Applied Philosophy, 26, 205-209.
   

9 yorum:

rdx dedi ki...

İşkence dışındaki diğer istihbarat metodlarının işlevselliği ve işkenceden elde edilen istihbaratın işlevselliği karşılaştırılarak bir sonuç elde edilebilir belki.

Adsız dedi ki...

Savaşın uzun sürmesini önlemek adına nükler bombanın kullanımı da erdemli bir harekettir. Neticede çok daha fazla sayıda masum çocuğun ölmesindense az ve kabul edilebilir birazını gözden çıkarmak ahlaklı ve erdemli bir davranıştır.

Savunma amacıyla, zaten kayıp edilecek kişilerle birlikte mümkün olduğunca fazla düşman askeri yok etmek adına kimyasal silah kullanmak da ahlaklı ve erdemli bir davranış olacaktır. Kim bilir belki böylece savaş bitebilir de.

Hocam detayda muhteşemsiniz, heyecanla okudum. Ama galiba resmin tamamı gözardı ediliyor. Irakta yapılan işkence, okula konulan bomba üzerinden inceleniyor.

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

Yazı aslında detaydan veya (Irak gibi) özel örneklerden ziyade en temel prensiplerden hareketle işkence konusunu ele alıyor. Saatli bomba senaryosunun önemi işkencenin kabul edilebileceği durumların en azından prensipte var olduğunu kabul ettirme potansiyelinden kaynaklanıyor. Böyle durumlar prensipte varsa (gerçek veya olası) bir işkence vakasıyla karşılaştığımızda "İşkence yanlıştır" diye kestirip atamayız, vakanın saatli bomba senaryosuna ne kadar benzediğini incelememiz gerekiyor demektir. Irak'ta yapılan işkencenin saatli bomba senaryosundaki duruma benzediği ve dolayısıyla kabul edilebilir olduğu fikri ise ne bu yazıda savunuluyor ne de ben felsefe literatüründe böyle bir iddiayla karşılaştım.

Adsız dedi ki...

Tüm işkence yapanlar için "saatli bomba" olarak görülebilecek bir konu vardır. Dolayısıyla işkenceye kategorik olarak karşı olunmadan olmaz. İşkencenin haklı olduğu durumları kapısı hayatta nerede ise hiç yaşanmayan örnekler üzerinden açılırsa korkarım bu durum herkese bir saatli bomba ortaya atma hakkı da verecektir.

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

İşkenceye kategorik olarak karşı olmanın neden mümkün olmadığını yazı gerekçeleriyle beraber anlatıyor. Bu gerekçelere cevap vermeden "işkenceye kategorik olarak karşı olalım" fikrini tekrar etmek rasyonel tartışmadan kaçmak anlamına gelir. Yazının amaçlarından biri bu konuda tartışma açılmasını sağlamak. İnsanların ahlakla ilgili farklı düşünceleri var ve hangi durumların saatli bomba sayılabileceği konusunda da farklı düşünceler olması kaçınılmaz bir şey. Bu farklılıktan korkup tartışmayı en baştan kapatmaya çalışmak yerine farklı düşüncelere sahip insanların da bizim kadar rasyonel ve iyi niyetli olabileceğini kabul edip tartışmaya açık olmak gerekir.

Adsız dedi ki...

Bu yazıdan da hareketle aslolanın nispeten daha küçük olan kötülüğü seçmek olduğu fikri karihamda baskın geliyor. Fakat aklıma şu soru takılmakta, kendi üzerinde yapılan işkencelerden sonuç vermeyen suçludan bilgi alabilmek için, o suçlunun masum herhangi bir tanıdığına işkence yapılması da, aynı hesapla, yani "daha fazla can kurtaracak" hesabı ile makul görülebilir mi? Sizin bu konudaki görüşünüz, bilim camiasında bulunan görüşler nedir?

Unknown dedi ki...

Kendimi bildim bileli işkenceye karşıydım. Ne olursa olsun işkence insanlık suçudur, hiç bir durum bir insana işkence yapmayı makul kılmaz diye düşünüyordum. Bu yazıyı okuduktan sonra düşüncelerim değişmişti; işkencenin uygulanabileceği durumların da olduğunu düşünmüştüm. Ancak bu yorumu yazarken fikrim bir daha değişti. İşkence ne olursa olsun yapılmamalıdır. Binlerce masum çocuğun ölme ihtimali olsa bile. Saatli bomba kuran adamın işkence dışında bir yolla yerini söylemeyeceğinden hiç bir zaman tamamen emin olamazsınız. İşkence yapınca da söyleyeceğinden veya doğru bilgi vereceğinden. Adama işkence yapmak yerine çocukların masum olduğunu ve empati yapması gerektiğini, eğer bombanın yerini şimdi söylerse suç işlememiş olcağını, hala vazgeçme şansı olduğun söylerseniz bombanın yerini söyleyebilir. İşkence yapıldığı halde yerini söylememe ihtimali, yalan söyleme ihtimali, bombanın yerini bilmiyor olma ihtimali, bombanın yerihi söylerse muhtemel bir örgüt tarafından ailesinin vahşice katledileceğini biliyor olma ihtimali vb. ihtimaller dururken işkence yapılamaz. Eğer bomba gerçekse, adam yerini biliyor olduğu halde konuşarak söylemediyse, işkence yapıldığında söyleyecek bile olsa bunu bilemeyeceğinizden çocukların ölümünden suçlu tutulamazsınız. Onların ölümü bombayı kuran adamın suçudur.

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

Yorumlara cevap vermekte biraz geç kaldığım için birikmişler. 21 Ocak 2017 tarihli Adsız yorumuna cevaben kısaca şöyle diyebilirim:

Nispeten daha küçük olan kötülüğü seçmek faydacılık görüşünün arkasındaki prensiptir. Yazı faydacılığı kabul etmeyen birinin bile işkenceyi kabul edilebilir görebileceğini iddia ediyor. Benim kişisel görüşümü merak ediyorsanız, faydacılık-deontoloji-erdem etiği arasında kesin bir tercihim yok. Fakat çok sayıda insanın hayatlarının kurtulacağı yönünde güçlü bir beklenti varsa masum birine işkence yapılmasının ahlaken kabul edilebilir olduğu fikrine katılıyorum. "Bu işkenceyi sen yapar mısın?" ve "Bu işkencenin senin üstünde yapılmasına razı gelir misin?" sorularına vereceğim cevaplar ahlaken kabul edilebilir olup olmama sorusuna vereceğim cevaptan mantıksal olarak bağımsızdır.

Yazıda da belirtildiği gibi bu mesele bilim ve felsefe camiasında tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bir uzlaşma yok. Yazı muhtemelen azınlıkta olan bir görüşü savunmaya çalışıyor.

Hasan G. Bahçekapılı dedi ki...

31 Temmuz 2017 tarihli Alper Kalamanoğlu yorumuna cevaben:

Burada işin kolayına kaçıp senaryonun şartlarını değiştirmişsiniz. Elbette gerçek hayatta tutuklunun bombanın yerini bildiğinden, işkence dışında bir yolla bombanın yerini söylemeyeceğinden, işkence altında doğruyu söyleyeceğinden, ve bu şekilde masum insanları kurtarabileceğimizden emin olmak çok zor. Ama senaryo bizden şunu istiyor: Varsay ki bunların hepsi doğru; bu özel şartlar altında işkence yapmak kabul edilebilir mi?

İkinci olarak, sanki daha çok bu şartlar altında bile işkence yapmayı reddeden birinin ahlaki duruşunu savunmaya çalışmışsınız. Bu da tam olarak yazıya bir karşı çıkış değil. Çünkü yazı işkenceyi reddeden birinin aklaksız sayılacağını iddia etmiyor. İşkence yapmanın ahlaken kabul edilebilir olduğunu iddia ediyor. Bu ikisi farklı şeyler.

Yorum Gönder