13.09.2011

İnsan Doğası Üzerine


Bu blogu kurduğumuz zaman “insan doğası” kavramının özellikle 20. yüzyılda sorunlu bir kavram haline geldiğinin, “insan doğası diye bir şey yoktur” türünden çıkışlar olduğunun farkındaydık. Kuruluştan bu yana iki yıldan fazla zaman geçtiğine göre bu konuyla ilgili en azından kısa bir yazı yazmanın zamanı geldi demektir.
  
İnsan doğasına yönelik bazı itirazlar ideolojik temelli. İnsanın değişmez bir doğası olduğunu kabul etmenin toplumda var olan eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri meşrulaştırmak için kullanılabileceği endişesinden kaynaklanıyor. Bazıları ise daha metafiziksel. Sartre’ın “insanın doğası yoktur; insan öncelikle vardır, kendisini daha sonra tanımlar” demesi gibi. Bilimsel açıdan baktığımızda bu itirazları çok önemsemeye gerek yok. Fakat itiraz biyoloji felsefecilerinden geldiğinde ve bilimsel bulgulara dayandırıldığında cevap verebilmek zorunlu hale geliyor.
  
Bu felsefecilerden biri David Hull. Hull (1986) zamanında epey etkili olmuş bir makalesinde insan doğası fikrini bütün insanların temelde/özünde aynı olduğu fikriyle özdeş görüyor ve modern evrimsel biyolojiden hareketle bu fikrin savunulamaz olduğunu söylüyor. Ayrıca hepimizin aynı haklara sahip olması için hepimizin aynı olmasının gerekmediğini, dolayısıyla insan doğası fikrinin pratik açıdan da bir yararı olmadığını söylüyor.
  
Daha yakın zamanda felsefeci David Buller da (2005) genel olarak evrimsel psikolojiyi eleştirdiği kitabında özel olarak insan doğası kavramına karşı çıkıyor. İtirazının gerekçesi temelde aynı. Evrimsel süreç türün içinde çeşitlilik olmasını gerektirir ve evrim tamamlanmamış bir süreç olduğu için türün içindeki bireyler sürekli değişir. Dolayısıyla evrensel ve değişmez bir insan doğası olamaz.
  
Bu durumda insan doğası kavramını savunmaya devam edeceksek evrim teorisiyle uyumlu bir tanım yapmamız gerektiği açık. Önce evrim teorisiyle uyumlu olmayan insan doğası anlayışının ne olduğunu belirtelim. Bu özcü anlayışa göre insan doğası insana özgü olan ve insanın ne olduğunu tanımlayan tek tek gerekli ve beraberce yeterli bir dizi özellikten oluşur. Bütün insanlarda bulunan ve sadece insanlarda bulunan muhtemelen hiçbir özellik olmadığı için bu savunulamayacak bir insan doğası tanımı. Bu tür özellikler için zamanında önerilen örnekler olarak dili, akıl yürütme becerisini, alet yapmayı, ahlakı, mizahı ve öleceğinin farkında olmayı gösterebiliriz. Bunlardan herhangi birine sahip olmayan birini otomatik olarak “insan” tanımının dışına atamayacağımıza göre özcü anlayıştan vazgeçmemiz gerekiyor.
  
Bir başka felsefeci Edouard Machery’ye (2008; ayrıca bak. Machery & Barrett, 2006) göre insan doğası, türlerinin evrimsel tarihinin bir sonucu olarak insanların sahip olduğu özellikler olarak tanımlanabilir. Buna göre iki ayak üstünde yürümek insan doğasının parçasıdır çünkü çoğu insan iki ayaklıdır ve bu ortak özellik insanın kendine özgü evriminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu tanıma göre bütün insanların iki ayaklı olmaması veya başka bazı hayvanların da iki ayaklı olması bir sorun değildir. Yani insan doğası kavramı insan olmak için gerekli ve yeterli şartların bir listesi değildir. Bir özelliğin insan doğasının parçası olması için gereken şart bu özelliğin çoğu insanda bulunması ve bunun özel bir sebepten (insanın evrimsel tarihinden) kaynaklanmasıdır. Bu tanıma göre kültürel etkileşim ve sosyal öğrenme sonucu insanlarda yaygın olarak görülen özellikler insan doğasının parçası değildir.
  
Felsefeciler savunulabilir bir insan doğası tanımı yaptıktan sonra iş bilim adamlarına düşüyor. İlk yapılması gereken şey bu tanıma uyan özelliklerin gerçekten var olduğunu, yani tanımın içi boş olmadığını ampirik verilere dayanarak göstermek. Bu muhtemelen çok tartışma yaratacak bir şey değil. Daha önemlisi, ve bizim blogu doğrudan ilgilendiren, bu özelliklerin gerçekten evrim teorisi çerçevesinde açıklanabileceğini göstermek. Zira bir özelliğin evrimsel tarih içinde ortaya çıkmış olması onun şu anki evrim teorisi içinde açıklanabilir olmasını gerektirmiyor. Bu iddia ilk bakışta biraz garip görünse de beynin fiziksel bir organ olarak fizik yasalarına uygun çalıştığını, ama beynin çalışmasını açıklamak için fizik yasalarının yeterli olmadığını söylemekten farklı değil. Dil, din, ahlak, işbirliği gibi özelliklerin insan doğasının parçası olduğunu düşünsek de henüz bunların tatmin edici bir evrimsel açıklamasını vermekten uzağız. Bu tür bir açıklamanın mümkün olup olmadığı muhtemelen yakın bir gelecekte bu konularda çalışan bilim adamlarının çabasının sonucunda ortaya çıkacak.
  
Evrimin insan doğasını açıklayıp açıklamadığıyla ilgili bir tartışmaya referans vererek bu yazıyı bitirelim. Templeton Vakfı’nın 2009’da sorduğu soruya 12 bilim adamı ayrı ayrı cevap veriyor:
  
Verilen cevap genellikle “evet, evrim (en azından kısmen) insan doğasını açıklıyor” şeklinde olsa da katılımcıların evrimden, insan doğasından ve açıklamaktan anladıkları şey farklı olduğu için aslında verdikleri cevaplar da farklı. Özellikle Eva Jablonka bu kavramların anlamları üzerinde uzlaşmanın önemine dikkat çekiyor.
  
Gene Templeton Vakfı sponsorluğunda Yale Üniversitesi’nde düzenlenen aynı konudaki tartışma:
  


Kaynaklar:
  
Buller, D. J. (2005). Adapting minds: Evolutionary psychology and the persistent quest for human nature. Cambridge: MIT Press.
  
Hull, D. L. (1986). On human nature. PSA: Proceedings of the Biennial Meeting of the Philosophy of Science Association, 2, 3-13.
  
Machery, E. (2008). A plea for human nature. Philosophical Psychology, 21, 321-329.
  
Machery, E., & Barrett, H. C. (2006). Essay review: Debunking Adapting Minds. Philosophy of Science, 73, 232-246.