2.06.2010

İnsan Genomundaki Akıllı Olmayan Tasarım

 
Geçen ay bilim dünyasında din-bilim ilişkisinin tekrar sorgulanmasına yol açan birkaç gelişme oldu. Bunların herhalde en göze batanı Craig Venter ve ekibinin, Science dergisinde yayınladıkları makalede gösterdikleri gibi, bir bakteri genomunu sentezlemeleri ve bu bir hücrenin içine yerleştirildiğinde hücrenin normal metabolik faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamasıydı. Beklenebileceği gibi bu bilimsel başarı “Bilim adamları Tanrı olmaya mı soyunuyorlar?” gibi soruları da beraberinde getirdi:


Yeni bir buluş içermediği için daha az göze batan ama birbirinden ilginç iki ayrı argüman içeren bir başka makale de evrimsel genetikçi John C. Avise’in Proceedings of the National Academy of Sciences’da (PNAS) yayınlanan “Footprints of nonsentient design inside the human genome” başlıklı makalesiydi:


Bu aslında 2009 Aralık’ında dördüncüsü düzenlenen “In the Light of Evolution” başlıklı sempozyum dizisinde Avise’in yaptığı konuşmanın makale haline getirilmiş şekli. Sempozyumların dördüncüsü insanın evrimine ve “insanlık durumuna” ayrılmıştı:


Makale aynı zamanda Avise’in bu sene Oxford University Press’ten çıkan Inside the human genome: A case for non-intelligent design adlı kitabının da çok kısa bir özeti niteliğinde:


Makalenin önce Avise’in uzmanlık alanına giren kısmına bakalım. Avise’in belirttiği gibi evrim teorisi savunucuları da akıllı tasarım görüşü savunucuları da aslen belli bir işlev için özel olarak tasarlanmış gibi görünen biyolojik yapı ve süreçlerin nasıl ortaya çıktığının açıklamasını vermeye çalışıyorlar. İki taraf da kendi önerdiği mekanizmanın daha iyi bir açıklama olduğunu iddia ediyor (akıllı tasarımın gerçek bir mekanizma önerip önermediği meselesini şimdilik bir kenara bırakalım). Fakat Avise’e göre akıllı tasarım için asıl zorluk biyolojik dünyadaki yetersiz ve verimsiz tasarım örnekleri. Mühendislik bakış açısından optimal sayılamayacak biyolojik yapılar evrim teorisinin beklemeyeceği şeyler değil. Hemen sayılabilecek birkaç sebep:

1. Doğal seçilim evrimsel değişikliğin tek mekanizması değil; genetik sürüklenme gibi diğer mekanizmalar tasarımın optimalden sapmasına yol açabilir.
2. Zararlı mutasyonlar doğal seçilimin eleyemeyeceği bir hızla ortaya çıkıyor olabilir.
3. Eşeysel seçilim ve doğal seçilim biyolojik özellikleri farklı yönlere çekebilir.
4. Pleitropi: Genotip birden fazla fenotipe yol açıyor olabilir ve bunlardan bazıları zararlı olabilir.
5. Doğal seçilim sadece bireysel organizma düzeyinde çalışmaz; organizma düzeyinde zararlı ama “bencil genler” düzeyinde yararlı özellikler seçilebilir.

Akıllı tasarım görüşü ise biyolojik özellikleri bilinçli ve herhangi bir yetersizliği olmayan bir tasarımcının ürünü olarak gördüğü için optimal olmayan özellikleri açıklayamaz. Bu yüzden Avise’e göre akıllı tasarım için asıl yıkıcı argüman doğrudan doğal seçilimin şekillendirdiği mükemmel işleyen özellikleri ön plana çıkaran değil, optimal olmayan özellikleri ön plana çıkaran argümandır.

Peki insanda bu tür hatalı tasarım özellikleri var mı? Avise “var, hem de binlerce” diye cevap veriyor. Örnekleri de insan genomundan seçmiş. Örnekler oldukça teknik ve ayrıntılı olduğu için burada ancak ana başlıklar halinde kısa bir özetini yapabiliriz.

1. Mutasyonların sebep olduğu tasarım hataları: Genetik temelli binlerce hastalık bunun örnekleri.

2. Genomdaki gereksiz karmaşıklığın sebep olduğu tasarım hataları: DNA transkripsiyonundan (RNA oluşumu) önce DNA’nın intron bölgelerinin (protein kodlamayan bölgeler) ayrılmasının gerekmesi gereksiz metabolik enerji harcanmasına sebep oluyor ve bu karmaşıklık bir şeylerin ters gitmesi ihtimalini arttırıyor. Benzer şekilde gen regülasyonu (protein sentezinin başlamasının ve durmasının kontrolü) sürecinin karmaşıklığı da birçok sağlık problemine yol açabiliyor. Son olarak mitokondrideki DNA’nın faaliyetindeki tasarım hataları da ancak mitokondrilerin milyarlarca yıl önce ökaryot hücreler tarafından yutulmuş bir zamanlar bağımsız olan bakteri hücreleri olduğu fikriyle anlam kazanabilir.

3. DNA’daki tekrarların ve müsrifliğin sebep olduğu tasarım hataları: DNA’mızın büyük kısmı herhangi bir işlevi olmayan, sürekli tekrar eden nükleotit dizilerinden oluşuyor. Bu dizilerin bir kısmı sonradan bir işlev kazanmış olsa da yapıyı ve gördüğü işlevi göz önüne aldığımızda optimal olmayan bir tasarım olduğunu hemen farkedebiliriz. Ayrıca eskiden işlev gören fakat bugün etkisiz olan sahte-genlerin genomumuzda hala bulunuyor olması da akıllı tasarım açısından değil ancak evrimsel tarih açısından baktığımızda anlam kazanır. Son olarak genomdaki hareketli parçalar da (mesela transpozonlar) birçok genetik hastalığa sebep oluyorlar.

Son yıllarda genomumuzun protein kodlamayan yüzde 98’lik kısmının başka yararlı işlevleri olduğu fikri yaygınlık kazanmaya başlamış olsa da geçen ay yayınlanan bir araştırmanın sonuçları bu fikri desteklemiyor:


Sonuç olarak insan genomu kesinlikle akıllı bir tasarımcının elinden çıkmış gibi görünmüyor. Makalenin ilk argümanı bu. Buraya kadar Avise standart bir evrimsel biyoloğun kendi alanına dinsel temelli görüşleri karıştırmaya çalışan akıllı tasarımcılara vermesi beklenebilecek tepkiyi gösteriyor. Fakat makalenin son kısmında Avise bambaşka bir iddia ortaya atıyor: Geleneksel dinler akıllı tasarım görüşünü değil evrim görüşünü benimserlerse teolojinin klasik sorunlarından biri olan kötülüğün varlığı sorununu daha kolay çözebilirler!

Bilimsel bir makalede teolojik sorunların ne işi var diye merak edebiliriz. Veya bir evrimsel genetikçinin teolojiyle ilgili yeni tezler ortaya atabilecek yetkinliğe sahip olup olmadığını sorgulayabiliriz. Bunların hepsini bir kenara bırakıp Avise’in tezine bakalım. Kötülük sorunu dediğimiz şey herşeye gücü yeten iyi bir Tanrı’nın varlığıyla dünyadaki kötülüğün ve acı çekmenin varlığının uzlaştırılması sorunu. Avise’e göre yaratılışçıların ve akıllı tasarımcıların yaptığı gibi Tanrı’yı en küçük ayrıntısına kadar dünyadaki herşeyin tasarlayıcısı olarak görürsek dünyadaki bütün kötülüklerden de sorumlu tutmak zorunda kalırız. Oysa biyolojik dünyadaki birçok sonucu ortaya çıkaranın evrimsel süreç olduğunu kabul edersek Tanrı da mesela genomumuzdaki tasarım hatalarının sebep olduğu acılardan doğrudan sorumlu olmamış olur. Yani evrimsel süreç Tanrı’nın hayatı yaratma planının parçasıdır, ama Tanrı bu sürecin ayrıntılarına karışmaz. Bu görüş aynı zamanda dini de bilimin alanına giren konularda açıklama verme zorunluluğundan kurtarıp asıl alanı olan ahlak, ruhsallık, kutsallık gibi konularda saygın bir yol gösterici haline sokar.

Avise’in makaledeki bu ikinci argümanı için ne diyebiliriz? Herhalde söylenebilecek en kibar şey yeterince geliştirilmemiş bir argüman olduğu. Birincisi, dünyadaki kötülüğün tek sebebi evrimsel sürecin sebep olduğu tasarım hataları değil. Evrimden önce doğal afetler var. Dolayısıyla tasarım hatalarını evrime yüklemek kötülük sorununu kökten çözmüyor. İkincisi, dünyaya her an müdahale edebilecek bir Tanrı anlayışını kabul ettiğimizde “bu Tanrı neden bütün işleri evrimin bilinçsiz mekanizmalarına bırakıyor, neden insanların acısını hafifletmek için yararlı mutasyonların daha fazla ortaya çıkmasını sağlamıyor?” gibi sorular akla geliyor. Yani evrimi kabul etmek Tanrı’yı biyolojik tasarım hatalarından kaynaklanan kötülüklerin sorumluluğundan da kurtarmıyor. Son olarak, “Tanrı değil evrim yaptı” demek doğal süreçleri yöneten yasaları yapan, daha sonra olanlara ise karışmayan, deist görüştekine benzer bir Tanrı anlayışını çağrıştırıyor. Böyle bir Tanrı’ya mesela dua etmenin anlamı yoktur. Oysa Avise’in ulaşmak, hitap etmek istediği dindar insanların büyük çoğunluğu bu tür bir Tanrı’ya değil, dünyaya her an müdahale eden (veya etme potansiyeline sahip olan) teist görüşe uygun bir Tanrı’ya inanıyorlar. Dolayısıyla Avise’in evrimle uzlaştırmaya çalıştığı din, dindar insanların büyük çoğunluğunun benimsediği din değil.

Sonuç olarak Avise’in makalesinin, akıllı tasarıma yönelik eleştirisi bakımından başarılı, geleneksel dinle asıl uyumlu biyolojik görüşün akıllı tasarım değil evrim olduğu iddiası bakımından başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel dinle modern evrim görüşünü uzlaştırmak bir makalenin son yarım sayfasında başarılabilecek bir iş kesinlikle değil. Karşı iddianın, yani dinle evrimin uzlaştırılamayacağı iddiasının başarılı bir savunması için bir diğer ünlü evrimsel biyolog Jerry Coyne’un adeta bir kitap uzunluğunda olan şu kitap eleştirisi yazısına bakılabilir:



0 yorum:

Yorum Gönder