21.06.2010

Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi


(18 Haziran 2010’da Radikal Kitap’ta Hasan Bahçekapılı imzasıyla yayınlanan yazı)

EVRİM BİLİMİ VE YARATILIŞ EFSANESİ
Neyin Gerçek ve Neden Önemli Olduğunu Bilmek
Ardea Skybreak
Çeviren: Betül Çelik, Yordam Kitap
2010, 416 sayfa

Evrim teorisinin doğru olup olmadığı, temel prensipleri itibariyle kabul edilebilir olup olmadığı modern bilimde artık tartışılan bir konu değil. Modern evrim teorisi biyolojik bilimlerin temel taşı konumunda. Evrimin halk arasında tanınma ve kabul edilme düzeyine baktığımızda ise karşımıza çok farklı bir tablo çıkıyor. Dünyanın birçok ülkesinde evrimin orta öğretim ve üniversite eğitimine gerçek anlamda entegre edilmemesinden ve genellikle dinsel kaynaklı yoğun karşı propagandanın sebep olduğu yanlış bilgilenmeden dolayı evrim teorisi reddedilebiliyor ve bilim dışı görüşler evrime rakip olarak görülebiliyor.

Bu durum özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye için geçerli. 2006 yılında Science dergisinde yayınlanan bir araştırma Batı Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında bu iki ülke halkının evrim teorisini kabul etmede çok geride olduğunu göstermişti. İşte bu yüzden ABD halkı göz önünde bulundurularak yazılmış evrim teorisini tanıtan bir kitabın Türkiye halkının bilimsel okuryazarlığına katkıda bulunmak amacıyla çevrilmesi çok yerinde bir seçim.

Ardea Skybreak’in “Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi” adlı kitabı hem evrim teorisini biraz bilen hem de hiç bilmeyen okuyucuya teorinin temel prensiplerini ve teoriyi destekleyen bilimsel verileri ayrıntılı olarak ama teknik olmayan bir dille aktarmayı amaçlıyor. Bunun yanında kitap bir biyoloji ders kitabından farklı olarak evrim teorisinin etrafında dönen politik tartışmalar içinde de kendisini keskin bir şekilde konumlandırıyor. Skybreak muhafazakarların ve köktendincilerin politik görüşlerinin uzantısı olan yaratılışçılığa şiddetle karşı çıkarken evrim teorisini sadece bilimsel düzeyde değil, ilerici ve sosyalist dünya görüşü adına da savunuyor.

Kitabın 1. bölümü evrenin ve dünya üzerindeki hayatın tarihini kısaca özetledikten sonra Darwin’in evrim teorisinin temel kavramlarını tanıtıyor. Ortak bir atadan türeyen canlıların birbirinden farklılaşmasını ve giderek karmaşıklaşmasını sağlayan evrimsel süreç çeşitlilik, seçilim ve kalıtım kavramlarına dayanıyor. Bu bölümde canlılığın tarihinin bilimsel açıklamasıyla çeşitli kültürlerin yaratılış efsaneleri karşılaştırılıyor. Darwin’in ünlü kitabı Türlerin Kökeni’nde bahsettiği gibi doğal seçilim süreciyle tarım ve hayvancılıkta kullanılan yapay seçilim süreci arasındaki paralellik vurgulanıyor.

Bundan sonraki bölümler büyük ölçüde en yeni bulgular ışığında evrim teorisini destekleyen verileri ortaya sermek amaçlı. 2. bölümde güvelerde, sirke sineklerinde, Büyük Kanyon sincaplarında görülen evrimsel değişiklikler kolayca anlaşılır bir dille aktarılıyor. Bilinçsiz ilaç tedavisinin ilaca dirençli virüslerin evrimleşmesine sebep olabileceği anlatılarak evrim teorisi bilgisinin tıp alanında da vazgeçilmez olduğu gösteriliyor.

4. ve 5. bölümler doğrudan gözlenmesi zor olduğu için özel olarak tartışmalı olan türleşme (farklı türlere ayrılma) konusuna ayrılmış. Doğal seçilimin mikro düzeyde olduğu gibi makro düzeydeki değişimlerin de temel mekanizması olduğu vurgulanıyor. Aynı türün değişik grupları arasında ortaya çıkan üreme yalıtımının nasıl türleşmenin başlamasına sebep olabileceği gösteriliyor. Ayrıca evrimsel değişikliğin hızıyla ve türleşmenin mekanizmalarıyla ilgili evrimsel biyoloji içindeki tartışmaların neden yaratılışçıların iddia ettiği gibi evrim teorisi içinde bir kriz olduğu anlamına gelmediği açıklanıyor.

6. bölüm kısa başlıklar altında değişik alanlardan evrimi destekleyen bulguları özetliyor. Bunların en başında ortak bir atadan ayrılıp farklılaşma fikrini destekleyen fosil kayıtları geliyor. Ayrıca farklı canlı türleri arasındaki genom karşılaştırmaları, morfolojik özellik karşılaştırmaları, embriyolojik gelişim karşılaştırmaları, işlevini yitirmiş özelliklerin varlığı, kusurlu tasarım örnekleri, canlıların coğrafi dağılımı ancak evrim teorisi çerçevesinde anlam kazanan olgular olarak sunuluyor.

7. bölüm bilim dünyası dışında en çok tartışmaya sebep olan insanın evrimi konusuna ayrılmış. İnsanın insan olmayan hayvan türlerinden evrimleştiği fikri hem fosil bulgularından hem de insan-şempanze DNA’sı karşılaştırmalarından hareketle oldukça ayrıntılı ve güçlü bir şekilde savunuluyor. İnsansıların evrimsel gelişimindeki iki önemli atılımın iki ayaklılığa geçiş ve beyin büyüklüğündeki muazzam artış olduğu belirtiliyor. Bu bölümde yan konu olarak yine büyük tartışmalara yol açan biyolojik ırk kavramı ve Sosyal Darvinizm görüşü ele alınıyor ve ikisinin de bilimsel bir dayanağının olmadığı söyleniyor.

Kitabın son ve en uzun bölümü yaratılışçılık konusunun ele alındığı 8. bölüm. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi kitabın bir amacı evrimin neden bir gerçek olduğunu göstermekken diğer bir amacı da yaratılışçılığın neden efsaneden ibaret olduğunu göstermek. Evrimin karşısında yer alan yaratılışçılık görüşünden genellikle kastedilen “Evreni Tanrı yaratmıştır” şeklinde ifade edilebilecek çok genel bir fikirden ziyade “Canlı türleri birbirlerinden ayrı olarak nispeten kısa bir süre önce yaratılmıştır” şeklinde ifade edilebilecek daha özel bir fikir. (Dolayısıyla dindar bir insan bu özel anlamıyla yaratılışçı olmak zorunda değil; “tanrıcı evrim” denen bir görüşü de benimseyebilir.) Bölümde öncelikle evrim ve bilim karşıtı politik bir hareket olarak ABD’deki yaratılışçılığın tarihi anlatılıyor ve 2000’li yıllarda bu hareketin sempatizanlarının ABD yönetiminde oldukça etkili noktalarda bulunduğu belirtiliyor. Daha sonra bilimsel bir teorinin ne olduğu anlatılarak evrim teorisi ve yaratılış görüşünün bilimsel statüleri arasındaki fark vurgulanıyor. Ayrıca yaratılışçıların bilimsel gerçekleri çarpıtmaları da çeşitli örneklerle gösteriliyor. Termodinamiğin 2. yasasının neden evrimle çelişmediği, dünyanın neden 10,000 değil 4.5 milyar yaşında olduğu gösterilerek eski moda yaratılışçıların klasik itirazlarına cevap veriliyor. Bölümde daha ayrıntılı olarak ele alınan konu daha yeni olan Akıllı Tasarım görüşü ve bu görüşün “indirgenemez derecede karmaşık” olduğunu ve dolayısıyla evrimleşmiş olamayacağını iddia ettiği biyolojik yapılar. Akıllı tasarımcıların bakteri kamçısı, kanın pıhtılaşmasını sağlayan sistem, göz, kulak gibi üzerinde ısrarla durduğu yapılar ele alınarak bunların nasıl ortaya çıktığının en iyi açıklamasının neden yine evrim teorisi tarafından verilebileceği açıklanıyor. Bölüm ve kitap evrim ne kadar sağlam bir bilimsel temele oturmuş olsa da evrime saldırıların durmayacağı, bu yüzden evrimi ve bilimsel yaklaşımı aktif bir şekilde savunmak ve öğretmek gerektiği uyarısıyla son buluyor.

Modern evrim teorisini bilimsel verilere sadık kalarak aktaran kitapta bazı ufak hatalar yok değil. Her türlü kayadan fosil çıktığının söylenmesi (s. 33; fosiller genellikle sadece tortul kayalardan çıkar), “fitness” teriminin çevirisiyle ilgili sorunlar (s. 42), bir teorinin kesin olarak ispatlanmasıyla ilgili yanlış anlamaya yol açabilecek ifadeler (s. 45; bilimsel bir teori matematikteki anlamıyla ispatlanamaz), J. B. S. Haldane’in bir sözünün yanlışlıkla T. H. Huxley’ye atfedilmesi (s. 107) bunlardan bazıları. Ayrıca Kaynakça’nın daha kapsamlı olması ve metin içinde birincil kaynaklara referans verilmesi kitabı bilim dışı görüşlerle mücadelede kaynak olarak kullanmak isteyecek okuyucu için daha yararlı olurdu.

Yazarın bilimsel bir görüşle beraber politik bir görüşü de savunma tercihini eleştirenler çıkabilir. Fakat bu tercih aslında yazarın genel amacıyla uyumlu. Skybreak aslen bilim adamlarını ikna etmeye değil halkı bilimsel konularda bilinçlendirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de bilim dışı görüşlerin politik temelinin ne olduğunu göstererek okuyucuyu bilimsel gerçeği tanıma, talep etme ve onun için savaşma konusunda motive etmeye çalışıyor. Türkçe basımın önsözünü yazan Prof. Ali Nihat Bozcuk’un belirttiği gibi, genel okuyucunun zorluk çekmeden okuyabileceği bir dille yazılmış ve Betül Çelik’in akıcı Türkçesi’yle çevrilmiş kitabın bu amacı başarıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz.

2.06.2010

İnsan Genomundaki Akıllı Olmayan Tasarım

 
Geçen ay bilim dünyasında din-bilim ilişkisinin tekrar sorgulanmasına yol açan birkaç gelişme oldu. Bunların herhalde en göze batanı Craig Venter ve ekibinin, Science dergisinde yayınladıkları makalede gösterdikleri gibi, bir bakteri genomunu sentezlemeleri ve bu bir hücrenin içine yerleştirildiğinde hücrenin normal metabolik faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamasıydı. Beklenebileceği gibi bu bilimsel başarı “Bilim adamları Tanrı olmaya mı soyunuyorlar?” gibi soruları da beraberinde getirdi:


Yeni bir buluş içermediği için daha az göze batan ama birbirinden ilginç iki ayrı argüman içeren bir başka makale de evrimsel genetikçi John C. Avise’in Proceedings of the National Academy of Sciences’da (PNAS) yayınlanan “Footprints of nonsentient design inside the human genome” başlıklı makalesiydi:


Bu aslında 2009 Aralık’ında dördüncüsü düzenlenen “In the Light of Evolution” başlıklı sempozyum dizisinde Avise’in yaptığı konuşmanın makale haline getirilmiş şekli. Sempozyumların dördüncüsü insanın evrimine ve “insanlık durumuna” ayrılmıştı:


Makale aynı zamanda Avise’in bu sene Oxford University Press’ten çıkan Inside the human genome: A case for non-intelligent design adlı kitabının da çok kısa bir özeti niteliğinde:


Makalenin önce Avise’in uzmanlık alanına giren kısmına bakalım. Avise’in belirttiği gibi evrim teorisi savunucuları da akıllı tasarım görüşü savunucuları da aslen belli bir işlev için özel olarak tasarlanmış gibi görünen biyolojik yapı ve süreçlerin nasıl ortaya çıktığının açıklamasını vermeye çalışıyorlar. İki taraf da kendi önerdiği mekanizmanın daha iyi bir açıklama olduğunu iddia ediyor (akıllı tasarımın gerçek bir mekanizma önerip önermediği meselesini şimdilik bir kenara bırakalım). Fakat Avise’e göre akıllı tasarım için asıl zorluk biyolojik dünyadaki yetersiz ve verimsiz tasarım örnekleri. Mühendislik bakış açısından optimal sayılamayacak biyolojik yapılar evrim teorisinin beklemeyeceği şeyler değil. Hemen sayılabilecek birkaç sebep:

1. Doğal seçilim evrimsel değişikliğin tek mekanizması değil; genetik sürüklenme gibi diğer mekanizmalar tasarımın optimalden sapmasına yol açabilir.
2. Zararlı mutasyonlar doğal seçilimin eleyemeyeceği bir hızla ortaya çıkıyor olabilir.
3. Eşeysel seçilim ve doğal seçilim biyolojik özellikleri farklı yönlere çekebilir.
4. Pleitropi: Genotip birden fazla fenotipe yol açıyor olabilir ve bunlardan bazıları zararlı olabilir.
5. Doğal seçilim sadece bireysel organizma düzeyinde çalışmaz; organizma düzeyinde zararlı ama “bencil genler” düzeyinde yararlı özellikler seçilebilir.

Akıllı tasarım görüşü ise biyolojik özellikleri bilinçli ve herhangi bir yetersizliği olmayan bir tasarımcının ürünü olarak gördüğü için optimal olmayan özellikleri açıklayamaz. Bu yüzden Avise’e göre akıllı tasarım için asıl yıkıcı argüman doğrudan doğal seçilimin şekillendirdiği mükemmel işleyen özellikleri ön plana çıkaran değil, optimal olmayan özellikleri ön plana çıkaran argümandır.

Peki insanda bu tür hatalı tasarım özellikleri var mı? Avise “var, hem de binlerce” diye cevap veriyor. Örnekleri de insan genomundan seçmiş. Örnekler oldukça teknik ve ayrıntılı olduğu için burada ancak ana başlıklar halinde kısa bir özetini yapabiliriz.

1. Mutasyonların sebep olduğu tasarım hataları: Genetik temelli binlerce hastalık bunun örnekleri.

2. Genomdaki gereksiz karmaşıklığın sebep olduğu tasarım hataları: DNA transkripsiyonundan (RNA oluşumu) önce DNA’nın intron bölgelerinin (protein kodlamayan bölgeler) ayrılmasının gerekmesi gereksiz metabolik enerji harcanmasına sebep oluyor ve bu karmaşıklık bir şeylerin ters gitmesi ihtimalini arttırıyor. Benzer şekilde gen regülasyonu (protein sentezinin başlamasının ve durmasının kontrolü) sürecinin karmaşıklığı da birçok sağlık problemine yol açabiliyor. Son olarak mitokondrideki DNA’nın faaliyetindeki tasarım hataları da ancak mitokondrilerin milyarlarca yıl önce ökaryot hücreler tarafından yutulmuş bir zamanlar bağımsız olan bakteri hücreleri olduğu fikriyle anlam kazanabilir.

3. DNA’daki tekrarların ve müsrifliğin sebep olduğu tasarım hataları: DNA’mızın büyük kısmı herhangi bir işlevi olmayan, sürekli tekrar eden nükleotit dizilerinden oluşuyor. Bu dizilerin bir kısmı sonradan bir işlev kazanmış olsa da yapıyı ve gördüğü işlevi göz önüne aldığımızda optimal olmayan bir tasarım olduğunu hemen farkedebiliriz. Ayrıca eskiden işlev gören fakat bugün etkisiz olan sahte-genlerin genomumuzda hala bulunuyor olması da akıllı tasarım açısından değil ancak evrimsel tarih açısından baktığımızda anlam kazanır. Son olarak genomdaki hareketli parçalar da (mesela transpozonlar) birçok genetik hastalığa sebep oluyorlar.

Son yıllarda genomumuzun protein kodlamayan yüzde 98’lik kısmının başka yararlı işlevleri olduğu fikri yaygınlık kazanmaya başlamış olsa da geçen ay yayınlanan bir araştırmanın sonuçları bu fikri desteklemiyor:


Sonuç olarak insan genomu kesinlikle akıllı bir tasarımcının elinden çıkmış gibi görünmüyor. Makalenin ilk argümanı bu. Buraya kadar Avise standart bir evrimsel biyoloğun kendi alanına dinsel temelli görüşleri karıştırmaya çalışan akıllı tasarımcılara vermesi beklenebilecek tepkiyi gösteriyor. Fakat makalenin son kısmında Avise bambaşka bir iddia ortaya atıyor: Geleneksel dinler akıllı tasarım görüşünü değil evrim görüşünü benimserlerse teolojinin klasik sorunlarından biri olan kötülüğün varlığı sorununu daha kolay çözebilirler!

Bilimsel bir makalede teolojik sorunların ne işi var diye merak edebiliriz. Veya bir evrimsel genetikçinin teolojiyle ilgili yeni tezler ortaya atabilecek yetkinliğe sahip olup olmadığını sorgulayabiliriz. Bunların hepsini bir kenara bırakıp Avise’in tezine bakalım. Kötülük sorunu dediğimiz şey herşeye gücü yeten iyi bir Tanrı’nın varlığıyla dünyadaki kötülüğün ve acı çekmenin varlığının uzlaştırılması sorunu. Avise’e göre yaratılışçıların ve akıllı tasarımcıların yaptığı gibi Tanrı’yı en küçük ayrıntısına kadar dünyadaki herşeyin tasarlayıcısı olarak görürsek dünyadaki bütün kötülüklerden de sorumlu tutmak zorunda kalırız. Oysa biyolojik dünyadaki birçok sonucu ortaya çıkaranın evrimsel süreç olduğunu kabul edersek Tanrı da mesela genomumuzdaki tasarım hatalarının sebep olduğu acılardan doğrudan sorumlu olmamış olur. Yani evrimsel süreç Tanrı’nın hayatı yaratma planının parçasıdır, ama Tanrı bu sürecin ayrıntılarına karışmaz. Bu görüş aynı zamanda dini de bilimin alanına giren konularda açıklama verme zorunluluğundan kurtarıp asıl alanı olan ahlak, ruhsallık, kutsallık gibi konularda saygın bir yol gösterici haline sokar.

Avise’in makaledeki bu ikinci argümanı için ne diyebiliriz? Herhalde söylenebilecek en kibar şey yeterince geliştirilmemiş bir argüman olduğu. Birincisi, dünyadaki kötülüğün tek sebebi evrimsel sürecin sebep olduğu tasarım hataları değil. Evrimden önce doğal afetler var. Dolayısıyla tasarım hatalarını evrime yüklemek kötülük sorununu kökten çözmüyor. İkincisi, dünyaya her an müdahale edebilecek bir Tanrı anlayışını kabul ettiğimizde “bu Tanrı neden bütün işleri evrimin bilinçsiz mekanizmalarına bırakıyor, neden insanların acısını hafifletmek için yararlı mutasyonların daha fazla ortaya çıkmasını sağlamıyor?” gibi sorular akla geliyor. Yani evrimi kabul etmek Tanrı’yı biyolojik tasarım hatalarından kaynaklanan kötülüklerin sorumluluğundan da kurtarmıyor. Son olarak, “Tanrı değil evrim yaptı” demek doğal süreçleri yöneten yasaları yapan, daha sonra olanlara ise karışmayan, deist görüştekine benzer bir Tanrı anlayışını çağrıştırıyor. Böyle bir Tanrı’ya mesela dua etmenin anlamı yoktur. Oysa Avise’in ulaşmak, hitap etmek istediği dindar insanların büyük çoğunluğu bu tür bir Tanrı’ya değil, dünyaya her an müdahale eden (veya etme potansiyeline sahip olan) teist görüşe uygun bir Tanrı’ya inanıyorlar. Dolayısıyla Avise’in evrimle uzlaştırmaya çalıştığı din, dindar insanların büyük çoğunluğunun benimsediği din değil.

Sonuç olarak Avise’in makalesinin, akıllı tasarıma yönelik eleştirisi bakımından başarılı, geleneksel dinle asıl uyumlu biyolojik görüşün akıllı tasarım değil evrim olduğu iddiası bakımından başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel dinle modern evrim görüşünü uzlaştırmak bir makalenin son yarım sayfasında başarılabilecek bir iş kesinlikle değil. Karşı iddianın, yani dinle evrimin uzlaştırılamayacağı iddiasının başarılı bir savunması için bir diğer ünlü evrimsel biyolog Jerry Coyne’un adeta bir kitap uzunluğunda olan şu kitap eleştirisi yazısına bakılabilir: