20.05.2010

2012’de Dünyanın Sonu mu Gelecek?

 
Tabii ki hayır. Daha doğrusu böyle bir şey olacağını düşünmek için ortada makul bir sebep yok. Ama inanmak için makul sebebe ihtiyaç duymayan bir kesim ve bundan yararlanmak isteyen bir başka kesim sayesinde 2012 felaket senaryoları başını aldı gidiyor. Bilimsel ve eleştirel düşünce bir kenara bırakıldığında insanların nelere inanabileceği ve inandırılabileceğini bir kere daha göz önüne seren bu durum hakkında güvenilir kaynaklara dayanan bir bilgilendirme yazısı yazma ihtiyacı duyduk.

2012’yle ilgili senaryoların başında 21 Aralık 2012’de dünyaya Nibiru adlı bir gezegenin çarpacağı veya çok yakınından geçeceği, güneş fırtınalarının maksimum düzeye çıkacağı, veya dünyanın bazı gök cisimleriyle ve galaksinin merkeziyle aynı hat üzerine geleceği iddiası yer alıyor. Bunun sonucunda beklenen de dünyanın yok olması veya görülmemiş şiddette depremler gibi büyük felaketlere maruz kalması, böylece insanlığın ya yok olması ya da bu büyük felaketler karşısında bir bilinç sıçraması yaşaması ve yeni bir çağın başlaması. Bütün bu olayların (veya bir kısmının) yüzlerce yıl önceki Maya kehanetlerinde ve Sümer mitolojisinde haber verildiği iddia ediliyor. Habervesaire sayfası iddiaların yorumsuz bir özetini yapmış:


Ustaca yazılmış izlenimi veren ama aslında birçok dayanaksız iddiadan oluşan bir yazı da ntvmsnbc’nin sayfasında var:


İnsanların bu iddiaları ciddiye aldığını gösteren örneklerden biri felaket gününden korunmak amacıyla sığınak yerlerinin kişi başı 50,000 dolardan satılmaya başlaması ve bunlara talebin de hiç fena olmaması:


Ortada çok fazla iddia olduğu için bunların başlıcalarını kısa başlıklar halinde ele alalım.

2012’yle ilgili Maya kehanetlerinin kaynağı ve geçerliliği

2012’yle ilgili muhtemelen en popüler iddia Maya takviminin 21 Aralık 2012’de bitiyor olması, bunun da bu tarihte dünyanın sonunun veya büyük bir dönüşümün gerçekleşeceğinin habercisi olduğu, ve Mayalar’ın astronomide ve takvimcilikte çok ileri gittiği için bu kehanete güvenilebileceği. Mayalar Meksika’da ve Orta Amerika’da hala yaşayan, fakat uygarlıklarının altın çağı M.S. 250-900 yıllarına denk düşen bir halk. Mayalar’ın “uzun sayım” takvimini incelediğimizde şunu görüyoruz: En küçük birim “gün” anlamındaki kin. Bir vinal 20 kinden, bir tun (yaklaşık bir yıl) 18 vinalden, bir katun 20 tundan, bir baktun da 20 katundan oluşuyor. Bir baktun yaklaşık 394 yıl uzunluğunda. Takvim toplam 13 baktundan oluşuyor. 13 baktun tamamlandığında takvim başa dönüyor. 13 baktun da yaklaşık 5125 yıl ediyor. Mayalar takvimin başlangıcını M.Ö. 11 Ağustos 3114  kabul ediyorlar. Bu tarihin anlamı bilinmese de önemli bir göksel olaya karşılık geldiği tahmin ediliyor. Başlangıç gününden tam 13 baktun sonrası da M.S. 21 Aralık 2012’ye denk düşüyor. Fakat Maya yazıtlarında bu günün dünyanın sonu veya büyük felaketlerin başlangıcı olduğuna dair bir ibare yok. Bildiğimiz kadarıyla klasik Mayalar bir dönemin bitişi olarak bu günü önemli ve kutlanacak bir gün olarak düşünüyorlar. Zira Maya yazıtları bu günden sonra olacak olaylardan da bahsediyor ve bunlar gene gündelik olaylar. Ayrıca modern Mayalar arasında da 21 Aralık 2012’de büyük felaketlerin olacağına dair bir inanış yok. 2012’ye dair Maya kehaneti fikri göründüğü kadarıyla tamamen Batı kaynaklı ve 20. yüzyılın ürünü. Bu konuda University of Calgary arkeoloji profesörü Kathryn Reese-Taylor’la yapılmış kısa bir röportaj üniversitenin sayfasından okunabilir:


Orta Amerika Çalışmalarını İlerletme Vakfı’nın (FAMSI; Foundation for the Advancement of Mesoamerican Studies, Inc.) sayfasında Maya uzmanı Mark Van Stone’un çok daha ayrıntılı bir açıklaması var:


Maya yazıtları 2012’de dünyanın sonunun geleceğini söyleseydi bile bunu ciddiye almanın gerekip gerekmediği, bizim bugünkü yöntemlerimizle önceden göremediğimiz bir felaketi Mayalar’ın 1500 yıl önceki yöntemleriyle tahmin edip edemeyecekleri de ayrı bir soru tabii. Maya takviminin bizimkinden daha “doğru” olup olmadığıyla ilgili bir soruyu gene Stone cevaplıyor:


Bunların ışığında Maya kehanetlerinin güvenilir olduğunu düşünmek için hiçbir sebep olmadığı sonucuna varabiliriz.

Nibiru gezegeni iddialarının kaynağı ve geçerliliği

Bir diğer popüler iddia Nibiru gezegeniyle ilgili. Nibiru Sümer mitolojisinde ve Babil astronomisinde güneşin gökte en yüksekte olduğu nokta ve bazan da Jupiter veya Merkür gezegeni anlamında kullanılıyor. Bazan da gökün en yüksek noktası olarak en büyük tanrı Marduk’la özdeşleştiriliyor. Nibiru’nun modern çağda henüz keşfedilmemiş bir gezegen olduğu, güneşin çevresinde 3600 yıllık bir yörüngede döndüğü, dünyanın bu gezegenden gelmiş akıllı yaratıklar tarafından geçmişte ziyaret edildiği ve gezegenin yakında tekrar dünyanın yakınından geçeceği iddiaları ise 20. yüzyılda Sümer efsanelerinden esinlenmiş hikayeler yazan Zecharia Sitchin’den kaynaklanıyor. Sitchin iddialarını Sümer efsanelerine dayandırıyor ama bunlar Sümerologlar tarafından kabul edilmiyor. Nibiru’nun 2012’de dünyaya çarpacağı veya çok yakınından geçeceği iddiası ise medyum Nancy Lieder’a dayanıyor. Lieder aslında önce çarpışmanın 2003’te olacağını iddia etmişti ama bu gerçekleşmeyince tarih 2012’ye çekildi. 2012 tarihini Sitchin’in kabul etmediğini de belirtelim. Son yıllarda amatör astronomik gözlemlere veya bazı sahte fotoğraflara dayanarak Nibiru’nun dünyadan görülür hale geldiği haberleri İnternet’te yaygınlaştı. NASA ve diğer astronomi kurumları ise böyle bir gezegenin varolduğu iddialarını reddediyorlar. NASA’da çalışan astrobiyolog David Morrison Skeptical Inquirer dergisinin Kasım/Aralık 2009 sayısındaki yazısında son iddiaları ve soruları cevapladı:


Morrison’ın kısa bir konuşması NASA’nın sayfasından dinlenebilir:


NASA’nın diğer 2012 iddialarına cevapları:


Dolayısıyla Nibiru iddialarının güvenilir olduğunu düşünmek için de bir sebep yok. Burada dikkat çekici olan şeylerden biri şu: İnsanlar bir yandan ABD hükümetinin bir kurumu olan NASA’ya ve onun bilim adamlarına güvenmeyip NASA’dan gelen açıklamalara karşı aşırı bir şüphecilik gösterirken bir yandan da NASA’dan çok daha az güvenilmesi gereken, hiçbir bilimsel değeri olmayan İnternet kaynaklarından gelen haberlere ve fotoğraflara ve tamamen ticari amaç güden filmlere ve kitaplara şaşırtıcı bir safdillikle yaklaşıyorlar. Bu ironik durumda insanların eleştirel düşünememesinin rolü olduğu kadar hükümetlerin yıllar yılı halklarını kandırmalarının sonucu güvenilirliklerini kaybetmelerinin de rolü olduğu söylenebilir.

Felaket yaratacağı söylenen diğer astronomik olaylarla ilgili iddiaların geçerliliği

2012’de gerçekleşeceği söylenen iki astronomik olayı daha kısaca ele alalım. Bunlardan biri, yaşanacak büyük güneş patlamalarının dünyanın manyetik alanında zayıflamaya yol açacağı ve kuzey ve güney kutuplarının yer değiştireceği iddiası. Kutupların yer değiştirmesi dünya tarihi boyunca görülen olaylardan. Fakat bu genellikle binlerce yıl alan bir süreç ve dünya üzerinde herhangi bir felakete yol açmıyor. Ayrıca 2012’de birdenbire bu tür bir değişimin başlayacağını düşünmek için de bir sebep yok. Universe Today adlı astronomi blogundan bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi veren iki yazı:



Son olarak 21 Aralık 2012’de dünya, güneş ve galaksinin merkezinin aynı hat üzerinde yer alacağı ve bunun büyük felaketlere yol açacağı iddiasına bakalım. Modern astronomik bilgiler ışığında baktığımızda bu iddianın da hiçbir tutar tarafı yok. Birincisi, bu üçünün tamamen aynı hat üzerinde olması mümkün değil zira galaksinin merkezi dünyanın yörünge düzleminin dışında kalıyor. Ancak yaklaşık olarak aynı hat üzerinde olmaktan bahsedebiliriz. Fakat bu yaklaşık durum zaten 1998 yılında gerçekleşti ve bu hiçbir özel olaya sebep olmadı. 2012’de bu olayın bir daha gerçekleşeceği ve bu sefer özel olaylara sebep olacağı beklentisinin hiçbir temeli yok. 2012hoax sayfasından bu konuyla ilgili kısa bir yazı:


Kuşkuculuk ve bilimsel yaklaşım

Bilim adamlarının her söylediği şey doğru mudur? Herşeyden kuşkulanacaksak bilime neden kayıtsız şartsız güvenelim ki?

Aslında ilk bakışta hiç fena bir soru değil. Rasyonel kuşkuculuğun yılmaz savunucusu olan bilimsel yaklaşım sıra bilim adamlarından gelen iddiaların değerlendirilmesine geldiğinde koşulsuz güveni savunuyor olsaydı gerçekten kendi kendisiyle çelişmiş olurdu. Ama istenen şey zaten bilim adamlarının söylediği herşeye güvenmek değil. Bilim adamlarının tamamen aynı fikirde olduğu konu bulmak zordur. Bilimsel veriler genellikle tek bir sonuca kesin olarak işaret etmediği için bilim adamları aralarında hangi sonuca varmanın daha makul olduğu konusunda tartışır dururlar. Kesin bir sonuca varmayıp tartışmaların sonuçlanmasını beklemenin en makul davranış olduğu durumlar da vardır. Fakat bilimsel yöntem sonucu elde edilen veriler ve bilimsel akıl yürütme süreçleri bizi tek bir sonuca yöneltiyorsa, bu konuda bilim dünyasında mutabakat varsa, bu sonucu değil de başka bir sonucu kabul etmenin nasıl bir savunması olabilir? Bir iddiayı sırf yerleşik otoriteden geldiği gerekçesiyle reddetmek mi bizi asıl özgürleştirecek olan tavırdır, yoksa nereden gelirse gelsin her iddiayı rasyonel düşünce süzgecinden geçirdikten sonra kabul edip etmemeye karar vermek mi? Aşırı bilim kuşkucularının cevap vermesi gereken soru budur.

Savunduğumuz tavrı özetleyecek olursak: Güvenilir bilgi edinmenin uzun ve zahmetli bir süreç olduğunu unutmamak; neye inanacağımıza karar verirken sadece iddianın geldiği kaynağa bakarak karar vermemek; ortada ciddi tartışma var gibi görünüyorsa bir süreliğine kesin karara varmayı askıya almak; konuyla ilgili güvenilir kaynakları bulmak ve ciddi olarak incelemek; kaynakların hangi iddiayı desteklediğine ancak bundan sonra karar vermek; vardığımız sonuçların gene de tartışmaya açık olabileceğini aklımızda bulundurmak; bu sonuçları başkalarıyla paylaşmaya, tartışmaya ve gerektiğinde değiştirmeye hazırlıklı olmak.

Eleştirel düşünce ve bilimsel yaklaşım dediğimiz budur. En temel varsayımı da insan aklına güvenmektir.



0 yorum:

Yorum Gönder