15.01.2010

Zombi Yaratıklar

 
Asalak bir yaban arısı yumurtalarını bir örümceğin karnına bırakıyor. Larvalar ortaya çıkmadan önce örümcek ördüğü tipik ağlara benzemeyen garip bir ağ örmeye başlıyor. Ağ tamamlandıktan hemen sonra örümceği içinden yemekte olan larvalar dışarı çıkıp ağın üstünde kendi kozalarını oluşturmaya başlıyorlar. Örümcek bu sırada ölmüş oluyor.

Asalak bir yassı solucan normalde karanlık ve kuytu köşeleri seven bir salyangozun beynine giriyor ve onu gün ışığında gezinmeye sevkediyor. Aynı zamanda salyangozun antenlerinin şişmesini ve kuşların sevdiği böcekler gibi kıpırdanmasını sağlıyor. Bu sayede salyangoz kolayca bir kuşa yem oluyor. Kuş da solucanın yeni konağı oluyor ve kuşun dışkısının diğer salyangozlar tarafından yenmesi sonucu solucan kendini diğer salyangozlara bulaştırmış oluyor.

Bunlar bazı asalakların kurbanlarının davranışını içeriden yöneterek onları adeta zombi haline getirdiğini, onları kendilerinin işine yarayacak ama kurbanın kendisi için ölümcül olacak davranışlar yapmaya sevkettiğini gösteren örneklerden sadece iki tanesi. Asalakların nasıl bir mekanizmayla konakçıların davranışını kontrol ettiğini bilmiyoruz. Fakat davranış söz konusu olduğuna göre nörotransmiterler ve hormonlar gibi kimyasal maddeler yoluyla olmalı. Evrimsel biyolojideki asalak-konakçı ilişkisinin en uç örneklerini oluşturan bu davranışlarla ilgili araştırmalar özellikle son yıllarda yoğunlaştı. İnsanların da aralarında olduğu diğer örnekleri Scientific American’ın sayfasından okuyabilirsiniz:


Slayt gösterisine de bakmayı unutmayın:


Özel olarak Toxoplasma gondii’nin marifetlerinden bahseden çok ilginç bir konuşma için:




2.01.2010

Templeton Vakfı Tartışması: “Bilim Tanrı İnancını Geçersiz Hale Getiriyor mu?”

  
Templeton Vakfı (http://www.templeton.org/) İngiliz hayırsever John Templeton tarafından "hayatın en büyük soruları" ile ilgili araştırmaları desteklemek amacıyla 1987'de kurulmuş bir vakıf. Bu sorular evrenin en temel yasalarından sevginin ve yaratıcılığın doğasına kadar uzanıyor. Vakıf bu konulardaki sorulara cevap vermek amacıyla doğa ve insan bilimlerinde yapılan bilimsel araştırmaların yanında felsefe ve teoloji ile ilgili çalışmalara da maddi destek veriyor.

Araştırmaları desteklemesinin yanında vakıf Nobel Ödülü'nden daha yüklü bir meblağ tutan Templeton Ödülü'nü vermesiyle de ünlü. Bu ödül hayatıyla veya araştırmalarıyla hayatın ruhani yönünü vurgulayan kişilere veriliyor. Ödülü alanlar arasında dinsel inançla ilişkisi kurulabilecek araştırmalar yapan bilim adamlarından Rahibe Teresa’ya kadar çok çeşitli kişiler var.

Vakfa yöneltilen eleştirilerin başında dinle bilimi uzlaştırma amacı güderken bu ikisinin arasındaki ayrımı muğlaklaştırmak ve bilimin içine dinsel görüşleri sokmaya çalışmak geliyor. Mesela vakıf 1999'da akıllı tasarım görüşünü savunan bazı biyologlara maddi destek sağlamıştı. Fakat desteklenen araştırmanın kendisi akıllı tasarımla veya evrim karşıtı başka bir dinsel görüşle ilgili değildi. Zaten vakıf daha sonraki yıllarda akıllı tasarım görüşünün merkezi konumunda olan Discovery Enstitüsü kaynaklı projeleri "ne bilim ne de din" olduğu gerekçesiyle desteklemeyi bıraktı.

Vakıf ayrıca "Büyük Sorular" sohbetleri (http://www.templeton.org/bigquestions/) başlığı altında, pratik veya teorik önemi olan konularda bir soru sorduğu ve önde gelen araştırmacı ve düşünürlerin bu soruya cevap veren birer yazı yazarak katkıda bulunduğu tartışmalar düzenliyor. Şu ana kadar "Evrenin bir amacı var mı?" ve bizim sayfayı doğrudan ilgilendiren "Evrim insan doğasını açıklıyor mu?" gibi konularda tartışma düzenlendi. Fakat biz ilk olarak daha provokatif görünen "Bilim Tanrı inancını geçersiz hale getiriyor mu?" (http://www.templeton.org/belief/) sorusuyla ilgili tartışmayı tanıtmayı tercih ettik.

Bilimle dinin alanlarının ayrı olduğunu, Tanrı'nın var olup olmadığı sorusunun bilimin alanına girmediğini söyleyerek bu soruya basit bir "hayır" cevabı vermek isteyenler çıkacaktır. Fakat düşünce tarihi boyunca Tanrı inancını rasyonel düzeyde savunmak amacıyla ortaya atılan argümanlara bakacak olursak bunların çoğu hakkında bilimin söz söyleme potansiyeli olduğunu görürüz. Bu argümanların en önemlilerini tek tek kısaca ele alıp bilimin alanına girip girmediklerine bakalım.

Ontolojik argüman Tanrı'nın varlığının mantıksal bir zorunluluk olduğunu göstermeye yöneliktir. Bilimin burada aydınlatıcı bir rolü olması söz konusu değildir. 
  
Kozmolojik argüman başka herşey gibi evrenin de bir sebebi veya başlatıcısı olması gerektiği için (ve bazan da bazı evrensel sabitler hayatın ortaya çıkması için özel olarak ayarlanmış gibi göründüğü için) Tanrı'nın var olması gerektiğini söyler. Bu konularda elbette modern kozmolojinin söyleyebileceği şeyler vardır. 

Teleolojik argüman (diğer adıyla tasarım argümanı) bir amaca göre tasarlanmış gibi görünen karmaşık varlıkların, özellikle de canlıların, kendi kendine ortaya çıkamayacağını, Tanrı tarafından yaratılmış olmaları gerektiğini söyler. Bilimsel bir teori olan evrim teorisi tasarımla ilgili alternatif bir açıklama getirdiği için bilim burada da doğrudan argümanın geçerliliğiyle ilgili söz söyleyebilecek durumdadır. 

Mucize argümanı doğa yasalarına aykırı olayların varlığının ancak bu yasaları ihlal edebilecek güçte bir Tanrı'nın varlığıyla açıklanabileceğini söyler. Geçmişte kalmış olsa da bir olayın gerçekten doğa yasalarını ihlal edip etmediği konusunda başvuracağımız ilk kaynak elbette bilimdir.

Pragmatik argüman Tanrı'nın varlığına inanmanın, olası sonuçları itibariyle inanmamaktan daha avantajlı olduğunu, dolayısıyla Tanrı'ya inanmanın daha rasyonel olduğunu göstermeye çalışır. Tanrı'nın varlığıyla ilgili değil Tanrı'nın varlığına inanmayla ilgili bir iddiada bulunan bu argümanla ilgili tartışmalarda bilimin fazla bir aydınlatıcı rolü olmayacaktır.

Ahlak argümanı ahlaklı davranışın ve onun kaynağı olan vicdanın maddi süreçler yoluyla ortaya çıkamayacağını, ancak Tanrı'nın özel müdahalesi sonucunda oluşabileceğini söyler. Burada ahlaka akıl ve bilinci de ekleyip genel olarak başka türlü açıklanması mümkün görülmeyen şeyin insan zihni olduğunu söyleyebiliriz. Bu argümanın değerlendirilmesine de elbette psikolojinin ve daha genel olarak evrim teorisinden yararlanan davranış ve beyin bilimlerinin katkıları olacaktır.

Son olarak dinsel tecrübe argümanı da insanların yaşadığı dinsel ve mistik tecrübelerin Tanrı'nın varlığının kanıtı olduğunu söyler. Burada da psikoloji, beyin bilimleri ve hatta antropoloji bu tür tecrübelerin başka şekillerde açıklanmasının mümkün olup olmadığı konusunda söz söyleyebilir.

Görüldüğü gibi bilim doğrudan Tanrı'nın varlığını veya yokluğunu gösteremese de, elde ettiği bulgularla Tanrı'nın varlığını kanıtlamak amacıyla geliştirilen argümanları zayıflatma veya güçlendirme potansiyeline sahip. Bu yüzden "Bilim Tanrı inancını geçersiz hale getiriyor mu?" sorusuna basit bir "hayır" cevabı verilemez. Daha karmaşık "evet" ve "hayır" cevaplarının nasıl verilebileceğini, bilimden ve Tanrı'dan anladığımız şey değiştikçe cevabın da nasıl değişebileceğini Templeton Vakfı'nın sayfasından (http://www.templeton.org/belief/) okuyabilirsiniz.