22.12.2009

2009 Yılındaki Faaliyetlerimiz

2009 Darwin yılının sonu yaklaştığına göre yılın kendi açımızdan bir değerlendirmesini yapmanın vakti geldi demektir. Yıl boyunca bu sayfaya koyduğumuz yazılar dışında gerçekleştirdiğimiz faaliyetleri ve aldığımız tepkileri kısaca gözden geçirelim.

 

Aslında grup olarak işe 2008 Eylül'ünde İstanbul Üniversitesi'nde yapılan 15. Ulusal Psikoloji Kongresi'nde sunduğumuz "İnsan Sosyaliğinin Evrimi: Dilin, Ahlakın ve Dinsel Düşüncenin Evrimsel Kökenleri" paneliyle başladık. Bu panelin amaç yazısını ve panel bağlamında sunulan tebliğlerin özetlerini sayfanın 'Evrim Panelleri" başlığı altında bulabilirsiniz. Panelin sonunda beklediğimiz kadar (olumlu veya olumsuz) tepki alamasak da genellikle panelimizin profesyonelce hazırlanmış ve akademik açıdan doyurucu olduğuna dair yorumlar aldık. Çoğunluğu doktora dereceli hatta yüksek lisans dereceli olmayan kişilerden oluşan bir  grup olduğumuz için bunu yeterince olumlu bir yorum saydık.

 

2009 yılındaki ilk faaliyetimiz Darwin'in doğum günü olan 12 Şubat'ta Darwin'i ve 2009 Darwin yılını tanıtan bir gazete yazısı yazmaktı. Bunun için Radikal2'yi seçtik. Fakat yazdığımız yazının uzunluğu gazetenin üst sınırını kat kat aştığı için Radikal haklı olarak yazıyı yayınlamadı. Acemilik dönemimize denk gelen bu yazıyı "200. yılında Darwin ve 150. yılında evrim teorisi" başlığıyla bu sayfalarda bulabilirsiniz.

 

2009 yılının Mart ayında TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik dergisinin Darwin sayısı krizi patlak verdikten sonra birçok üniversite Darwin ve evrim günleri benzeri etkinlikler düzenleme kararı aldı. Biz de bazı üniversitelerden bu etkinlikler bağlamında 2008'de yaptığımız paneli tekrarlama teklifleri aldık. Doğuş Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Nisan ve Mayıs aylarında panelleri yaptık. İki tarafa da uyan bir tarih bir türlü saptanamadığı için Boğaziçi Üniversitesi Bilim Kulübü tarafından davet edilmiş olmamıza rağmen paneli orada yapamadık. 

 

Doğuş Üniversitesi'ndeki panel 1 Nisan'da Fen-Edebiyat Fakültesi'nin düzenlediği Charles Darwin Haftası'nın merkezi etkinliği olarak yapıldı. Doğuş'taki panelin çok olumlu geçtiğini söyleyemeyiz. Çok kalabalık ve büyük ölçüde ilgisiz bir dinleyici topluluğu önünde olmamız ve düzenlemedeki aksaklıklar yüzünden bütün panel konuşmacılarına yeterli vaktin kalmaması performansımızı etkiledi. Panel sonunda dinleyicilerden birinin kalkıp "Fosil var mı?" diye sorması da güne damgasını vuran olaylardandı. Ayrıca Fen-Edebiyat Fakültesi dekanının üniversite dışından gelen davetli konuşmacılara gereken saygıyı ve konukseverliği göstermemesi de belirtmeden geçemeyeceğimiz bir husus. 


24 Nisan'da aynı paneli Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji Topluluğu'nun düzenlediği "Evrim ve Felsefe" sempozyumu bağlamında yaptık. Burada karşımızda çok daha ilgili bir dinleyici topluluğu vardı. Panel sonrası konuşmalarda dinleyicilere yakında insan doğası ve evrim konusunda bir İnternet sayfası kuracağımızdan bahsedip özellikle genetikle ilgili konularda katkılarını beklediğimizi belirttik. Bizi Yeditepe'ye davet eden ve panel süresince konukseverlik gösteren Biyoteknoloji Topluluğu üyesi Tuğçe Bilgin'e tekrar teşekkürlerimizi sunuyoruz. 

 

16 Nisan'da grubumuzun iki üyesi Hasan Bahçekapılı ve Şule Güney Yeditepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde "İşbirliğinin Evrimi: Ekonomik Oyunlar, Güçlü Karşılıklılık ve Grup Seçilimi" başlıklı konuşmayı yaptılar. Bu da aslında 2008 Ekim'inde İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji Günleri bağlamında yapılan konuşmanın tekrarıydı. Burada da konuşmamızın ilginç bulunduğunu ve yaptığımız literatür taramasını genişletmemizi sağlayacak yorumlar aldığımızı söyleyebiliriz. Bu konuşmanın bir parçasını makale olarak akademik bir dergiye göndermiş durumdayız. Yayınlandığında bu sayfalardan da makaleye ulaşmak mümkün olacak.

 

"İnsan Sosyalliğinin Evrimi" panelini son olarak 14 Mayıs'ta İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde yaptık. Burada karşımızda beklediğimizden daha küçük ve daha ilgisiz bir dinleyici topluluğu bulsak da bizi davet eden ve konukseverlik gösteren Psikoloji Bölümü başkanı Diane Sunar'a teşekkür ediyoruz.

 

Yaz aylarını nisbeten atıl geçirdik. İnternet sayfamızda da, dış aktiviteler bakımından da fazla gelişme olmadı. Bazı grup üyeleri bu aylarda İnternet tartışma listeleri üzerinden evrim teorisiyle ilgili tartışmalara katıldılar. Bilim ve Teknik olayının yankıları bu sıralarda devam ediyordu. Yazın sonlarına doğru Habertürk Gazetesi'nin Editoryal sayfasının editöründen kısa bir yazı daveti geldi. Birkaç gün içinde "Evrim teorisi, bilim ve toplum" başlıklı bir yazı hazırladık. Bu yazı gazetenin 21 Ağustos sayısında çıktı. Yazının tam metnini gene bu sayfalarda bulabilirsiniz.

 

Bu yazının yayınlanmasından kısa bir süre sonra Bilim ve Ütopya dergisinden Kasım ayında çıkaracakları evrim teorisi ve akıllı tasarım sayısıyla ilgili bir yazı daveti geldi. Bunun üzerine "Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi" başlıklı yazıyı yazdık. Derginin Kasım sayısı çıkar çıkmaz yazıyı bu sayfalara da koyduk. Bu yazının bize 2009'un son iki ayında iyi malzeme sağladığını söyleyebiliriz zira İstanbul, İzmir ve Ankara'da davet edildiğimiz üç etkinlikte bu yazıdan yola çıkan konuşmalar yaptık.

 

İlk olarak 12 Kasım'da Bilim ve Ütopya Kooperatifi'nin (BİLKOOP) Attila İlhan Kültür Merkezi'nde düzenlediği İstanbul Söyleşileri'nin ilkini yapmak üzere davet edildik. Söyleşide dergide çıkan yazıyı temel alan bir konuşmanın arkasından yaklaşık yarım saatlik bir soru-cevap oturumu yapıldı. Ağırlıklı olarak üniversite öğrencilerinin katıldığı bu söyleşinin özellikle son kısmının canlı olması bizi memnun etti. Akıllı tasarımla ilgili kaynak tavsiyelerinin de sorulduğu bu kısımda tartışma kaçınılmaz olarak din-evrim karşıtlığına ve uzlaşabilir olup olmadıklarına geldi. Bizim grubun içinde bile tam bir mutabakat olmayan bu konuda söyleşi sırasında da tabii ki bir uzlaşmaya varılamadı. Fakat sanırız evrim teorisi savunucuları olarak açık görüşlü dindar insanlara da ulaşma ve onlara evrim teorisini önyargısız ve çarpıtmasız bir şekilde anlatma çabası içine girme önerimiz ilgi gördü. Bu etkinliğe bizi davet eden ve konukseverlik gösteren Kürşat Yıldız'a özellikle teşekkür ediyoruz.

   

Bir hafta sonra 20 Kasım'da İzmir Ekonomi Üniversitesi'nin düzenlediği "200. Yılında Darwin, Evrim ve Davranış Sempozyumu"nda iki ayrı konuşma yaptık: Bilim ve Ütopya'da çıkan yazıyı temel alan "Bilim Felsefesi Açısından Akıllı Tasarım Düşüncesi" başlıklı bir konuşma ve "Evrim Teorisi Eğitimi: Evrimi Anlamada ve Kabul Etmede Neredeyiz ve Nasıl Daha İleri Gidebiliriz?" başlıklı bir konuşma. İkinci konuşmayı makale haline getirir getirmez bu sayfalara koyacağız. Sempozyumun sonundaki tartışma oturumunda özellikle evrim teorisi eğitimi konusu ele alındı. Tartışmada bilim eğitiminde ilerleme kaydetmemiz için yapmamız gereken çok şey olduğu fikri genel kabul görürken insanların çoğunluğuna evrim teorisini benimsetmenin gerekli ve mümkün olup olmadığı konusu sorgulandı. Bizi bu etkinliğe davet eden ve her türlü masrafımızı karşılayan İzmir Ekonomi Üniversitesi’ne ve başta bölüm başkanı Hakan Çetinkaya olmak üzere her türlü konukseverliği gösteren Psikoloji bölümü elemanlarına bir kere daha teşekürlerimiz sunuyoruz.

 

Yılın son etkinliği gene Bilim ve Ütopya dergisinin Ankara'da düzenlediği Evrim Kursu'ydu. Bu kurs bağlamında 6 Aralık'ta üçüncü defa akıllı tasarım düşüncesi konulu konuşmayı yaptık. Bu konuşmanın arkasından gelen soru-cevap kısmı da gayet canlıydı. Tartışma gene dinsel görüşle evrim teorisinin uzlaşıp uzlaşamayacağı konusuna geldi. İnsanların bu konudaki fikirlerini belirtme konusunda ne kadar istekli olduğunu gördük. Oturumu, bir sonraki konuşmacının zamanını almamak için kesmek zorunda olduğumuzu, tartışmalara İnternet sayfamız üzerinden devam edebileceğmizi söyleyerek kapattık.


Özetle asıl işi bu olmayan insanlar olarak az şey yapmamışız diyebiliriz. Fakat aynı zamanda yapmak isteyip de yapamadığımız ve kısa dönemde yapmayı planladığımız epey iş var. Bunların başında Darwin yılının bitiminde Darwinci evrim görüşünün bilim dünyasındaki konumuyla ilgili bir değerlendirme yazısı geliyor. Sayfanın Amaç yazısında belirttiğimiz gibi evrim teorisiyle ilgili alan içi tartışmaları, en son bulguları ve ortaya çıkan yeni yönelimleri ön plana çıkaran bir tutum izlemeye çalışıyoruz. Bu amaçla, bilim dünyasındaki özellikle Darwin’in hayat ağacı kavramının ve doğal seçilim mekanizmasının yeterliliğiyle ilgili tartışmaları ve üçüncü bir sentezin gerekliliğiyle ilgili fikirleri özetleyen bir yazı planlıyoruz.


Evrim teorisinin ve alternatif görüşlerin bilimselliğinin değerlendirilmesinin modern bilim felsefesinden hareketle yapılması gerektiğine dair önerimiz akıllı tasarım konulu yazımızın gördüğü ilgiye bakılırsa genel kabul görmüş görünüyor. İnsanları modern bilim felsefesini öğrenmeye sevkettiysek bu alandaki amacımızın yerine gelmeye başladığını söyleyebiliriz. Amaç sayfasında sözü edilen bir diğer amaç olan bilim ve toplum ilişkisi alanında kamusal tartışma alanları oluşturmak konusunda ise yeterli ilerlemeyi kaydettiğimiz söylenemez. Belki de geleneksel klişede doğruluk payı var: Türk insanı sözlü tartışmalardan çok hoşlanıyor ama iş yazı yazmaya geldiğinde isteksizlik gösteriyor. Oysa tartışmada ortaya atılan fikirlerin kalıcı olması ve her seferinde aynı yerden başlanmayıp ilerleme kaydedilebilmesi için tartışmaların yazılı ortama da taşınması şart. Takipçilerimizin sayısı her geçen gün artsa da sayfamızı kamusal tartışma alanı olarak kullanma konusunda henüz yeterli derecede teşvik edici olamadığımız görüyoruz. Önümüzdeki yılla ilgili beklentilerimizden biri de konferans salonlarında gördüğümüz canlı tartışma ortamını bu sayfaya taşıyabilmek.


Mutlu bir 2010 yılı dileği ile,


İnsan Doğası ve Evrim grubu



1.12.2009

Kargalar, Keçiler ve Taksiler

  
20. yüzyıl felsefesinde bilginin nasıl temellendirileceği veya gerekçelendirileceği konusunda iki ana yaklaşımın var olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi bilgi edinme sürecini soyutlayıp normatif formel sistemlere indirgemeye çalışmıştır. Söz konusu normatif sistemler de genellikle mantık ve olasılık teorisi olmuştur. İkinci yaklaşım ise formel sistemlerden ziyade gerçek dünyada bilgi edinmeye çalışan gerçek insanları etkileyen psikolojik ve sosyal faktörlerin önemini vurgulamıştır. Mantıksal olguculuğun etkisi altında geçen 20. yüzyılın ilk yarısında birinci yaklaşım, Kuhn ve Quine’ın olguculuk eleştirisinden hareketle ortaya çıkan doğalcı ve relativist bilgi teorisinin etkisi altında geçen 20. yüzyılın ikinci yarısında ise ikinci yaklaşım daha popüler olmuştur. Bu ikinci yaklaşımın sonuçlarından biri bilgi felsefesiyle bilişsel psikolojinin yakınlaşması ve birbirini etkiler hale gelmesidir (Bishop & Trout, 2004).

Bu yazıda normatif sistemlerin bilgi edinme sürecinin anlaşılmasında önemsiz olduğunu iddia etmek gibi bir amacımız yok. Fakat normatif bir sistemden hareketle doğrudan cevap verilebilir gibi görünen bazı durumlarda bile psikolojik faktörleri hesaba katmadan tek bir doğru cevaba ulaşmanın mümkün olmadığını göstererek doğalcı yaklaşımın önemini vurgulamayı amaçlıyoruz. Burada psikolojik faktör derken özel olarak kastettiğimiz şey bilgiyi değerlendirecek ve ondan sonuç çıkaracak kişinin bilginin kendisine nasıl ulaştığıyla ilgili örtük veya açık varsayımları olacak. Bu varsayımları bilmeden normatif bir çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını üç klasik mantık ve olasılık probleminden hareketle göstermeye çalışacağız.

1. Kargalar
Dünyayla ilgili genellemelerin nasıl doğrulanacağı mantıksal olgucuların bilim felsefesinde ilgilendikleri en temel konulardan biriydi. Mantıksal olgucuların bu konuda benimsedikleri genel strateji tümevarımdı: Tek tek gözlemlerden yola çıkarak genellemelere varmak ve genellemeleri doğrulamak için de tek tek gözlemlere başvurmak. Klasik örnek Hempel’in (1965) kargaları: Bütün kargalar siyahtır. Bu genellememizi (veya hipotezimizi) doğrulamak için kargalarla ilgili gözlemlere başvuruyoruz. Bu genellemenin doğru olduğunu gözlem sonuçlarına dayanarak ispat edemeyiz. Fakat gördüğümüz her yeni siyah karga bu genellemenin doğru olduğuna dair güvenimizi biraz daha arttırır.

Fakat şimdi bazı basit mantık kurallarını düşünelim. İki önerme birbiriyle mantıksal olarak eşdeğerse bunlardan birini doğrulayan her gözlem ötekini de doğrular, birini yanlışlayan her gözlem ötekini de yanlışlar. “Bütün kargalar siyahtır” önermesini “Bir şey karga ise siyahtır” şeklinde bir şartlı önerme olarak ifade edebiliriz. “P ise Q” şeklindeki bir şartlı önerme “Q-değil ise P-değil” şartlı önermesini gerektirdiği için  “Bir şey karga ise siyahtır” önermesi “Bir şey siyah değil ise karga değildir” önermesini gerektirir. Bu gerektirmenin tersi de doğru olduğu için bu iki şartlı önerme birbirine mantıksal olarak eşdeğerdir. Dolayısıyla birini doğrulayan bir gözlem ötekini de doğrular.

Bu basit mantıksal analiz bilim felsefecilerini neden ilgilendiriyor? Çünkü bu analiz tümevarımın reductio ad absurdum’u (saçmaya indirgeme) niteliğini taşıyor. Gözlemlediğimiz siyah kargaların “Bir şey karga ise siyahtır” önermesini desteklemesi gibi gözlemlediğimiz beyaz ayakkabılar ve sarı kanaryalar da “Bir şey siyah değilse karga değildir” önermesini destekler. Bu iki önerme mantıksal açıdan eşdeğer olduğuna göre gözlemlediğimiz her beyaz ayakkabı aynı zamanda “Bütün kargalar siyahtır” önermesine güvenimizi biraz daha arttırır. Yani ayakkabıları incelemek de ornitolojiye (kuşbilim) bir katkıdır.

Tümevarım ilkesinin karşılaştığı en çarpıcı zorluklardan biri olan bu örnek bilim felsefecilerini 40 yıldır meşgul etmeye devam ediyor. Örneği ilk ortaya atan mantıksal olgucu Hempel’in düşüncesine göre ortada aslında gerçek bir sorun yoktur. Mantık bunu gerektiriyorsa beyaz ayakkabıların “Bütün kargalar siyahtır” önermesini desteklediği kabul edilmelidir. Fakat bilim felsefecilerinin çoğunluğu burada sağduyularına güvenip ortada mantıksal bir sorun olduğunu düşünüyorlar. Bu sorunu giderme girişimlerinden bir tanesine kısaca bakalım.

Bu görüşe göre bir gözlem bilgisinin bir teorik önermeye destek sağlayıp sağlamaması bilginin içeriği kadar o bilginin bize nasıl ulaştığıyla, nasıl bir prosedürle o bilgiyi elde ettiğimizle ilişkilidir (Godfrey-Smith, 2003). “Bütün kargalar siyahtır” önermesini nasıl bir prosedürle test ettiğimizi düşünelim. Gördüğümüz her siyah karga bu önermeyi destekler mi? Siyah karga gözlemini nasıl yaptığımıza bağlı olarak destekleyebilir de desteklemeyebilir de. Eğer bir karga topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak bunların siyah çıkması yukarıdaki önermeyi destekler. Fakat bir siyah nesneler topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak bunların karga çıkması yukarıdaki önermeyi desteklemez. Her iki durumda da gözlemlediğimiz şeylerin siyah kargalar olmasına rağmen birinde önerme destekleniyor, diğerinde ise önermeyi test eden (doğrulama veya yanlışlama potansiyeli olan) bir gözlem yapmış olmuyoruz. Bunun neden böyle olduğunu daha açık görebilmek için önermemizi gene koşullu önerme şeklinde ifade edelim: “Bir şey karga ise siyahtır.” Bu önerme doğruysa gözlemlediğimiz kargaların siyah olması gerekir. Fakat gözlemlediğimiz siyah şeylerin karga olması gerekmez. Dolayısıyla gözlemlediğimiz karganın siyah çıkıp çıkmaması önermeyi test eden bir bilgiyken gözlemlediğimiz siyah şeyin karga çıkıp çıkmaması önermeyi test eden bir bilgi değildir.

Aynı akıl yürütmeyi beyaz ayakkabı örneği için de düşünebiliriz. Gözlemlediğimiz beyaz ayakkabılar “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekler mi? Hempel tümevarım ilkesi artı bazı mantık kuralları gereği buna evet cevabını verirken birçok kişi sağduyuya dayanarak hayır deme eğiliminde. Bahsettiğimiz görüşe göre ise destekleyip desteklememe gene o bilginin bize nasıl ulaştığına bağlıdır. Önermemizin eşdeğeri olan “Bir şey siyah değilse karga değildir” önermesini düşünelim. Bir siyah olmayan şeyler (mesela beyaz şeyler) topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak ve bunlar karga çıkmıyorsa (mesela ayakkabı çıkıyorsa) bu gözlemler “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekler. Fakat bir karga olmayan şeyler (ayakkabılar) topluluğu içinden rasgele gözlemler yapıyorsak ve bunlar siyah değil de beyaz çıkıyorsa bu gözlemler önermemizi desteklemez, zira o önermeyi test edebilecek bir gözlem niteliği taşımaz. Gene her iki durumda da gözlemlenen şeyler aynı (beyaz ayakkabı) olmasına rağmen birinde önerme destekleniyor, diğerinde desteklenmiyor.

Beyaz ayakkabı gözlemi dediğimiz zaman normal şartlarda insanın aklına beyaz olduğu bilinen bir şeyin test sonucu ayakkabı olduğunun belirlenmesi gelmediği için beyaz ayakkabıların “Bütün kargalar siyahtır” önermesini destekleyebileceği fikri ilk bakışta hiç makul görünmüyor. Fakat o bilgiyi nasıl bir prosedürle elde ettiğimizi de hesaba katınca ilk bakışta makul görünmeyen şeyin bazı durumlarda mümkün olabileceği kabul edilebilir hale gelebilir. Psikoloji laboratuvarında yapılan deneyler de insanların bazı şartlar altında bunun gerçekten mümkün olabileceğini kabul ettiğini gösteriyor (McKenzie & Mikkelsen, 2000; psikolojideki akıl yürütme literatürüne aşina okuyucular buradaki analizin Wason kart seçme testine benzerliğini farkedeceklerdir; bak. Wason & Johnson-Laird, 1972).

2. Keçiler
İkinci örneğimiz klasik bir olasılık bilmecesi. 1960’larda ABD televizyonlarında yayınlanan bir yarışma programından esinlenen bir bilmece olduğu için programın sunucusuna atfen Monty Hall bilmecesi olarak biliniyor (Krauss & Wang, 2003; Nickerson, 1996). Yarışmada üç tane kapalı kapı var. Kapılardan birinin arkasında bir otomobil, diğer ikisinin arkasında birer keçi var. Yarışmacının amacı doğru kapıyı seçip otomobili kapmak. Kapılara A, B ve C kapıları diyelim. Yarışmacı önce rasgele bir kapı seçiyor. Farzedelim ki A kapısını seçti. Bunun üzerine sunucu geri kalan iki kapıdan birini açıyor ve kapının arkasında bir keçi olduğu ortaya çıkıyor. Farzedelim ki sunucu B kapısını açtı. Bu durumda açılmamış iki kapı var: A ve C kapıları. Sunucu yarışmacıya dönüp tercihini değiştirmek, yani C kapısına geçmek isteyip istemediğini soruyor. Bilmece de aslında bu soru: B’nin arkasında keçi olduğu ortaya çıktıktan sonra A kapısından C kapısına geçmek otomobili bulma olasılığını arttırır mı, azaltır mı, yoksa bir şey farketmez mi?

Burada birçok kişinin ilk eğilimi bir şey farketmez diye cevap vermek. Bu kişilerin arasında matematik profesörleri de var (Krauss & Wang, 2003). Buna göre başta otomobilin bulunma olasılığı her kapı için 1/3’tü. Bir kapı devreden çıktıktan sonra olasılığın geri kalan iki kapı arasında eşit olarak paylaşılması gerekir. Dolayısıyla B açıldıktan sonra A ve C kapılarının her birinin arkasında otomobil olma ihtimali ½’ye yükselir. Yani C’yi A’ya tercih etmek için bir sebep yoktur.

Fakat bu basit analiz bilmecenin içinde geçmeyen ama bilmecenin içeriği itibariyle farzedilmesi gereken önemli bir bilgiyi gözardı ediyor. O da şu: Sunucu otomobilin hangi kapının arkasında olduğunu biliyor ve hiçbir zaman o kapıyı açmıyor. Bunun neden bilmecenin çözümünde bir fark yarattığını görelim.

Otomobilin A kapısının arkasında olduğunu farzedelim. Bu durumda “tercihini değiştir” stratejisiyle oynayan bir yarışmacının ilk tercihine ve sunucunun açtığı kapıya göre hangi durumlarda otomobili bulup hangi durumlarda bulamayacağına bakalım:

1. Yarışmacı A kapısını seçer; sunucu diğer iki keçili kapıdan birini açar (diyelim ki B’yi); yarışmacı tercihini değiştirip C kapısına geçer; ve otomobili bulamaz.
2. Yarışmacı B kapısını seçer; sunucu A’nın arkasında otomobil olduğundan C kapısını açar; yarışmacı tercihini değiştirip A kapısına geçer; ve otomobili bulur.
3. Yarışmacı C kapısını seçer; sunucu A’nın arkasında otomobil olduğundan B kapısını açar; yarışmacı tercihini değiştirip A kapısına geçer; ve otomobili bulur.

Yani “tercihini değiştir” stratejisiyle oynayan bir yarışmacı oynadığı oyunların 2/3’ünde otomobili bulur. “Tercihini değiştirme” stratejisiyle oynayan bir yarışmacının otomobili bulma olasılığının 1/3 olduğu da benzer bir analizle gösterilebilir. Şu halde sunucunun keçili bir kapıyı açması diğer iki kapının otomobilli olma olasılığını ½’ye yükseltmiyor. Birini 2/3’e yükseltirken diğeri (yarışmacının ilk seçtiği kapı) 1/3’te kalıyor.

Bu klasik bilmecenin standart çözümü bu. Fakat bu standart çözümde belirgin hale getirilmemiş bir varsayımla geçiştirilen muğlak bir nokta var. O da sunucunun, yarışmacının ilk tercihi otomobilli kapı olduğunda geri kalan iki keçili kapıdan hangisini açacağına nasıl karar verdiği. Yukarıdaki çözümde meseleyi “iki kapıdan birini açar” diyerek geçiştirdik. Yani rasgele seçer demek istedik. Oysa bilmecenin sunuluşunda sunucunun böyle bir stratejiye sahip olduğu belirtilmiyor. Öyleyse sunucunun iki keçili kapıdan birini rasgele seçmemesi durumunda bunun bilmecenin çözümünde bir fark yaratıp yaratmayacağını görelim.

Otomobilin gene A kapısının arkasında olduğunu farzedelim. Sunucumuz da gene her zaman keçili bir kapıyı açıyor. Fakat yarışmacı ilk olarak A kapısını seçtiğinde sunucu B ve C kapılarından birini rasgele seçmek yerine her zaman B kapısını açıyor. Yarışmacı da sunucunun mümkünse A kapısını, olmazsa B kapısını, o da olmazsa C kapısını açma stratejisine sahip olduğunu biliyor. (Yarışmacı otomobilin A’da olduğunu bilmediği için sunucunun A’yı açmayacağını bilemez.) Bu durumda sunucunun, yarışmacının ilk tercihinden sonra C kapısını açması yarışmacıya otomobilin kesin olarak nerede olduğunu tesbit etme imkanı verir. Çünkü sunucu diğer iki kapıyı birinde otomobil olduğu, diğeri de yarışmacının tercihi olduğu için açmamıştır. C kapısı açıldığında tercihini değiştirmek yarışmacının otomobili bulma olasılığını 1’e çıkarır. A kapısı açıldığında ise tercihini değiştirip değiştirmemek yarışmacı için bir şey farkettirmez. Çünkü arkasında otomobil olmadığında sunucu her zaman A kapısını açacaktır ve otomobilli olmadığı da zaten açıldığında görüldüğü için bunu bilmek bir avantaj sağlamaz. Otomobilin B’de veya C’de olma olasılığı ½’dir.

Bu gene karar vermede sahip olunan bilgi yanında o bilgiye ulaşmayı sağlayan prosedürü de bilmenin önemine dair bir örnek.  Burada bilgi açılan kapının arkasından keçi çıkması, bilginin bize ulaşmasını sağlayan prosedür de sunucunun kapı açma stratejisi anlamına geliyor. Sunucunun stratejisini bilmezsek açılan kapının arkasından keçi çıkmasından hareketle ne sonuca varacağımızı, tercihimizi değiştirmenin avantajlı olup olmadığını bilemeyiz.
           
3. Taksiler
Son örneğimiz psikolojideki karar verme literatüründen. Tversky, Kahneman ve diğerlerinin katkılarıyla 1970’lerden beri gelişen bu literatürün vardığı ana sonuç insanların belirsizlik altında tercih yapma ve karar vermeyi gerektiren problemlerde kullanmaları gereken mantık ve olasılık kurallarını kullanmadıkları, onun yerine bazı kestirme yöntemler kullandıkları ve bu yüzden bu problemlerde sistematik hatalar yaptıkları (bak. Kahneman ve ark., 1982). Bu hatalar insanların rasyonel olup olmadığını sorgulamaya kadar gittiği için psikologların, felsefecilerin, istatistikçilerin ve ekonomistlerin içinde olduğu bir camiada hararetli tartışmalara sebep olmaya devam ediyor (bak. Cohen, 1981; Gigerenzer, 1998; Shafir & LeBoeuf, 2002).

Bu literatürde en sık kullanılan problem türlerinden biri karar verirken gelen yeni bilginin yanında temel oran (base rate) bilgisini de hesaba katmayı gerektirenler (Bar-Hillel, 1980). Mavi-yeşil taksiler problemini ele alalım. Buna göre bir şehirdeki taksilerin %85’i mavi, %15’i yeşildir. Bir taksi gece yarısı bir yayaya çarpıp kaçmıştır ve gözü iyi görmeyen görgü tanığının ifadesine göre taksinin rengi yeşildir. Tanık loş ışıkta test edildiğinde maviyle yeşili başarıyla ayırt etme oranının %80 olduğu görülmüştür. Buna göre söz konusu taksinin gerçekten yeşil olma ihtimali nedir?

Bu sorunun Bayes teoremi kullanılarak basitçe bulunabilecek bir cevabı var. Daha önce verilen örneklere de uygulanabilir olması ve daha genel bir mesajı vermeye imkan tanıması nedeniyle bu teoremin çıkarılışını ve bu probleme uygulanışını adım adım görelim.

Bayes teoremi bize eski bilgilerin olasılığının yeni bilgiler ışığında nasıl değiştirileceğini söyler. Bilimsel pratiğe uyarlayacak olursak bir hipotezin (H) olasılığının bir gözlem sonucuna (G) göre nasıl değiştiğini söyler:
P(H|G) = P(G|H) x P(H) / P(G)                                                          (1)
P(H|G) gözlem sonucu ışığında hipotezin olasılığı, P(G|H) ise hipotez doğruysa böyle bir gözlem elde etme olasılığıdır. İlk bakışta hemen kavranamayan bu denklem aslında temel olasılık kurallarından kolayca çıkarılabilir. Olasılık teorisinin aksiyomlarından birine göre A ve B olaylarının beraberce meydana gelme olasılığı A’nın olasılığıyla A olduğunda B olma olasılığının çarpımına eşittir:
            P(A&B) = P(A) x P(B|A)                                                                   (2)
B ve A olaylarının beraberce meydana gelme olasılığı için de benzer bir denklem yazılabilir:
            P(B&A) = P(B) x P(A|B)                                                                   (3)
Fakat P(A&B) ile P(B&A) elbette ki birbirine eşittir. Bu durumda (2) ve (3) numaralı denklemlerin sağ tarafları da birbirine eşittir:
            P(A) x P(B|A) = P(B) x P(A|B)                                                          (4)
Burada P(A)’yı sağ tarafa geçirirsek (1) numaralı denklemde hipotez ve gözlem için yazdığımızın aynısını elde etmiş oluruz.
  
Şimdi taksi sorusuna Bayes denklemini uygulayalım. P(G)’yi şu şekilde hesaplayabiliriz:
            P(G) = [P(H) x P(G|H)] + [P(~H) x P(G|~H)]
Burada P(~H) hipotezin doğru olmama olasılığıdır. Yani hipotezin doğru olması ve gözlemin elde edilmesi olasılığı ile hipotezin doğru olmaması ve gözlemin elde edilmesi olasılığını ayrı ayrı topluyoruz. Taksi örneğinde gözlem tanığın taksinin rengine yeşil demesi, hipotez ise taksinin renginin gerçekten yeşil olmasıdır. Ortada bir gözlem olmadığında hipotezin doğru olma olasılığı yeşil taksilerin bütün taksilere oranı olan .15’tir. Taksi gerçekten yeşilse tanığın yeşil demesinin, yani yeni gelen bilginin olasılığı ise .80’dir. Bu durumda
            P(H|G) = .80 x .15 / [(.15 x .80) + (.85 x .20)] = .41
Yani görgü tanığının taksinin yeşil olduğunu söylemesine rağmen taksinin gerçekten yeşil olma olasılığı mavi olma olasılığından daha düşüktür.
  
Taksi sorusu sorulan herkesin Bayes teoremini bilmesi ve soruda doğru bir şekilde kullanması beklenemez. Fakat en azından şu beklenebilir: Ortada görgü tanığı olmadığında taksinin yeşil olma olasılığı .15’tir. Tanığın ifadesinden sonra bu olasılık artacaktır. Tanığın tek bir yeşil taksiyi doğru tanıma olasılığı ise .80’dir. Taksi mavi taksilerin çoğunlukta olduğu bir topluluk içinden rasgele seçildiğine göre bu olasılık düşecektir. Yani Bayes teoremini bilmeyen biri bile taksinin gerçekten yeşil olma olasılığının temel oran olan .15’in üstünde fakat .80’in altında olduğunu tahmin edebilir. Fakat yapılan deneyler birçok kişinin bu ve benzeri sorularda temel oranı tamamen ihmal edip .80 cevabını verme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu hata temel oran hatası (base rate fallacy) adıyla karar verme literatüründe önemli bir yere sahip.

Fakat bu standart cevabı hata olarak nitelemeden önce sorudaki varsayımların yeterince açık olmaması yüzünden cevaplayanın bizim düşünmediğimiz bir varsayım yapıp yapmadığını göz önüne almak gerekir. Burada soruyu soranın yaptığı varsayım örneğin (bu durumda taksinin) rasgele seçildiğidir. Aksi halde Bayes teoremini kullanmak mümkün olmaz. Bu sorunun bazı versiyonlarında ise cevap verenin bu varsayımı yapmadığını, dolayısıyla da Bayesçi düşünmemesinin bir hata sayılamayacağını düşündürecek bulgular var. Mesela insanlara %85’i psikolog, %15’i mühendis olan bir topluluk içinden seçilen bir kişinin özellikleri okunduğunda bu özellikler mühendise yakınsa insanlar seçilen kişinin çok yüksek oranda mühendis olduğunu tahmin ediyorlar. Yani karar verirken topluluğun çoğunluğunun psikolog olduğuna dair temel oran bilgisini ihmal ediyorlar. Oysa insanlara kişinin seçiminin rasgele olduğu bilgisi çok net bir şekilde iletilirse, mesela insanlar bu kişinin özelliklerinin yazılı olduğu kağıdı kendileri bir kutunun içinden rasgele seçerlerse, çok daha yüksek oranda Bayesçi düşünmenin gerçekleştiği, temel oranın ihmal edilmediği görülüyor (Gigerenzer ve ark. 1988). Yani insanlar aslında bilginin kendilerine nasıl bir prosedürle geldiği konusuna duyarlılar. Deneyde aksi yönde düşünmelerini sağlayacak bir müdahale olmadığı sürece gelen bilginin rasgele seçilmiş olamayacağı, bunun deneyci tarafından özel olarak seçildiği varsayımını yapıyorlar ve bunu da temel oran bilgisini ihmal etmek için yeterli bir sebep olarak görüyorlar.

Temel oran hatasının tamamen bu şekilde açıklanmasının doğru olup olmadığıyla ilgili tartışmalar psikoloji literatüründe sürüyor (Barbey & Sloman, 2007; Koehler 1996; Krynski &; Tenenbaum, 2007). Fakat en azından bazı durumlarda bu açıklama doğruysa bile bu, rasyonel olmamakla suçlanan insanların aslında deneycinin niyetlerini de işin içine katan, bilginin kendilerine nasıl ulaştığına duyarlı olan adeta kurnazca bir rasyonelliğe sahip olduklarını gösteren bir örnek.

Sonuç
Görüldüğü gibi bilgi edinme sürecinin niteliği ve bu süreçle ilgili örtük varsayımlar gelen bilgiden hareketle ne sonuca varılması gerektiğini etkiliyor. Bu durumda bu varsayımlar sadece bilgi edinme süreciyle betimleyici düzeyde ilgilenen psikologları değil, bilgi edinmenin normatif yönüyle ilgilenen felsefecileri ve istatistikçileri de ilgilendiriyor. Mantığı ve olasılık teorisini sadece formel sistemler olarak gören yaklaşımın hala cazip tarafları olsa da, sıradan insanların bu tür problemlerle karşılaştığında formel sistem anlayışına uymayan cevaplarının altında yatan sebeplerin incelenmesi ve pratikte kullanılmaya uygun normatif modellerin bu incelemelerden hareketle geliştirilmesi bizce çok daha verimli ve heyecan verici bir yaklaşım.



Kaynaklar


Bar-Hillel, M. (1980). The base rate fallacy in probability judgments. Acta Psychologica, 44, 211-233. 


Barbey, A. K., & Sloman, S. A. (2007). Base-rate respect: From ecological rationality to dual processes. Behavioral and Brain Sciences, 30, 241-254.


Bishop, M. A., & Trout, J. D. (2004). Epistemology and the psychology of human judgment. New York: Oxford University Press.


Cohen, L. J. (1981). Can human irrationality be experimentally demonstrated? Behavioral and Brain Sciences, 4, 317-370.

Gigerenzer, G. (1998). Ecological intelligence: An adaptation for frequencies. In D. D. Cummins & C. Allen (Eds.), The evolution of mind (pp. 9-29). New York: Oxford University Press. 


Gigerenzer, G., Hell, W., & Blank, H. (1988). Presentation and content: The use of base rates as a continous variable. Journal of Experimental Psychology: Human Perception and Performance, 14, 513-525.


Godfrey-Smith, P. (2003). Theory and reality: An introduction to the philosophy of science. Chicago: University of Chicago Press.


Hempel, C. G. (1965). Aspects of scientific explanation and other essays in the philosophy of science. New York: Free Press.


Kahneman D., Slovic P., & Tversky, A. (1982). Judgment under uncertainty: Heuristic and biases. Cambridge, UK: Cambridge University Press.


Koehler, J. J. (1996). The base rate fallacy reconsidered: Descriptive, normative, and methodological challenges. Behavioral and Brain Sciences, 19, 1-53. 


Krauss, S., & Wang, X. T. (2003). The psychology of the Monty Hall problem: Discovering psychological mechanisms for solving a tenacious brain teaser. Journal of Experimental Psychology: General, 132, 3-22.


Krynski, T. R., & Tenenbaum, J. B. (2007). The role of causality in judgment under certainty. Journal of Experimental Psychology: General, 136, 430-450.


McKenzie, C. R. M., & Mikkelsen, L. A. (2000). The psychological side of Hempel’s paradox of confirmation. Psychonomic Bulletin & Review, 7, 360-366.


Nickerson, R. S. (1996). Ambiguities and unstated assumptions in probabilistic reasoning. Psychological Bulletin, 120, 410-433.


Shafir, E., & LeBoeuf, R.A.  (2002).  Rationality. Annual Review of Psychology, 53, 491-517.


Wason, P. C., & Johnson-Laird, P. N. (1972). Psychology of reasoning: Structure and content. Cambridge, MA: Harvard University Press.